Psikoloji, nefs ilminin derinliğini karşılamaz!

İbn Rüşd’ün Psikoloji Şerhi adlı bir kitabı varmış. Litera Yayınları tarafından neşredilen bu kitabı incelediğimde, kitabın gerçek adının “Telhis-u Kitab’in Nefs” olduğunu gördüm. Yani bu kitap, Aristotales’in “De Anima”sına İbn Rüşd tarafından yazılan bir şerhtir. İbn Rüşd bu kitaba “Nefs Kitabı” adını uygun görmüş. Şimdi bu konuda beni düşündüren mesele, düşünce geleneğimizin, “İlm’ün Nefs” diye adlandırdığı bir mevzuyu, “psikoloji” kavramı ile ifade edip edemeyeceğimizdir.

Psikoloji, nefs ilminin derinliğini karşılamaz!
 
Batı medeniyetine ait modern bir bilim dalı olan psikoloji, hiçbir zaman kadim düşünce geleneğimizin tahlil ettiği derecede insanı kavrayamadı. İnsanın Allah ve kâinat ile olan bağlarını, insanın hakikatini, insanın aslî mahiyetini asla göremedi. İnsanın hakikatinde saklı esrarı çözemeyip, rastladığı her türlü işareti, ‘bilinçaltı’ diye meçhul bir kavrama yükledi. Psikoloji bilimi insanı bugüne kadar tanıyamadı. Bundan sonra da tanıması mümkün gözükmüyor.
 
Bizim düşünce geleneğimizin üç temel direği olan kelam, felsefe ve tasavvuf disiplinleri ise, ortak bir kavramsal dil geliştirerek, insanı ve insana ait bütün özellikleri tasnif ve tahlil etmiştir. Psikolojinin ‘bilinçaltı’ diye kestirip attığı her şeyin,  insandaki batıni hassalar ve kuvvetlerle irtibatı vardır. Düşünce geleneğimiz insandaki bu batini hassaları, bu hassaların etkilerini, birbirleri ile irtibatlarını, ne şekilde anlaşılıp kontrol edilebileceklerini bütün tafsilatı ile izah etmiştir.
 
İnsan nefsi bu mertebelerin her birinde farklı bir kimliğe bürünür
 
“Nefsini bilen Rabbini bilir” hakikatini şiar edinen düşünce geleneğimiz, hakikate ulaşmanın ilk adımını insanı tanımak olarak görmüştür. İnsan bedenen küçük ve sınırlı bir varlık olmakla beraber, içsel yapısı yedi kat semanın ve dokuz feleğin yansıması gibi karmaşık ve nihayetsizdir. Hakikate ulaşmak isteyen insanın önce kendini tanıması, içinden gelen sesleri ve yansımaları doğru tahlil etmesi gerekir.
 
İnsanın bir ruhu, bir de nefsi vardır. Tasavvuf nefsin yedi mertebesi olduğunu kabul eder; bu mertebeler nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mülhimme, nefs-i mutmainne, nefs-i radiyye, nefs-i mardiyye ve nefs-i safiyyedir. Her mertebenin anlayış ve özellikleri farklıdır. İnsan nefsi bu mertebelerin her birinde farklı bir kimliğe bürünür.
 
Ruhun da tezkiye vadisinde yedi makamı olduğu kabul edilir; tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat, tevhid-i zat, makam-ı cem, hazret’ül cem, cem’ül cem, makam-ı ahadiyet. İnsan ruhu bu makamların her birisinde farklı bir idrake sahip olur. Yine bir başka tarife göre insan yedi letaiften müteşekkildir; Kalp, ruh, sır, hafi, ahfa, nefs ve cesed.
 
Bizim düşüncemizde insanı insan yapan, onu sorumlu kılan akıldır. İnsandaki akıl hassası,  Akl-ı meaş ve Akl-ı mead mertebeleri ile cüz’iyat âleminde, Akl-ı Evvel ve Akl-ı Külli mertebeleri ile yüce âlemlerde sereyan eder.  Aklın zihin ve müdrike denilen kısımları, idrak ve tefekkür gibi fonksiyonları ayrı ayrı değerlendirilir.
 
İnsanın önce içinden gelen seslerin menşeini doğru tespit etmesi gerekir
 
Kalbin de mertebeleri ve derinlikleri vardır. Kalp, inşirah bulup da kalb-i selim olunca, bir mertebede sadr, bir mertebede fuad, bir mertebede süveyda adını alır.
 
İnsanda bir fıtrat, bir tıynet, bir de mizaç vardır. Bunların da tafsilatları uzundur. Tüm bu hususiyetlerin karşısında, insanın bütün hassalarının içinde dolaşan heva adlı kuvvet vardır ki, vehim, hayal, vesvese, hırs ve öfke gibi müttefikleri ile birlikte, insanı farkına bile varamadan, istediği mecraya sürükler.
 
İnsan, sürekli olarak içindeki bu hassa ve kuvvetlerden gelen seslere muhatap olur. İçinden gelen sesin, hangi kuvvetin eseri olduğunu bilemezse, doğru karar veremez, hep hüsranda kalır. Bu yüzden insanın önce kendini tanıması, içinden gelen seslerin menşeini doğru tespit etmesi gerekir.
 
İnsanın heva ve aklın taleplerini ayırt etmesini sağlayacak kriterler
 
Medeniyetimizin en şanlı âlimlerinden olan Ragıp İsfehani, muazzam eseri “Ez Zeria ila Mekarimi’ş Şeria”da (ki bu eser Erdemli Yol adı ile İz Yayınları tarafından neşredilmiştir), insanın içinde cereyan eden Heva - Akıl mücadelesini mükemmel bir şekilde anlatır. Ragıp İsfehani, insanın heva ve aklın taleplerini ayırt etmesini sağlayacak kriterleri şöyle özetler;
 
1.Akıl, başlangıçta nefse ağır gelse de her zaman akıbet bakımından hayırlı ve daha uygun olanı tavsiye eder. Heva ise, bunun tam aksine nefse ağır gelen sıkıntıları savmayı tercih eder. Anlık kazançları talep eder, arzu ettiği şeyin akıbetini düşündürtmez.
 
2.Akıl, insana lehte ve aleyhte olan her şeyi gösterir. Heva ise, insana sadece lehinde olan şeyleri gösterip, aleyhinde olanları göstermez. Başına gelebilecek kötülükleri ondan gizlemeye çalışır.
 
3.Aklın verdiği hüküm, istihare ve istişareye başvurulduğunda güçlenir. Hevanın tavsiyelerinde ise, bunun tam aksi geçerlidir, istihare ve istişareye başvuruldukça hevanın tavsiyesinin zayıflığı ve yanlışlığı ortaya çıkar.
 
4.Aklın hükümleri burhan ve delile, hevanın tavsiyeleri ise şehvet ve arzulara dayanır.
 
5.Akıl acı veren bir şeyi tavsiye ettiğinde, o işin neticesi güzel olur. Heva da lezzetli bir şeye meyl ettiğinde, o işin neticesinde çirkinlik ve kötülükler ortaya çıkar.
 
İsfehani, akıl ve hevanın, insanın ömrü boyunca mücadele içinde olacağını, hevanın vesveselerini aklın ancak Allah’ın nuru ile mağlup edebileceğini beyan etmektedir.
 
Günümüzde psikoloji bilimi, ruhtan, nefsten, akıldan, kalpten, hevadan habersiz bir şekilde insan benliğinin gizemlerini çözmeye çalışadursun, bizim düşünce geleneğimiz insanın batıni haritasını yüzyıllar öncesinden çıkarmış, insana ait bütün kuvvet ve hassaları, bunların etki ve zaaflarını, hangisinin ne şekilde kullanılması gerektiğini ayrıntısı ile kayda geçirmiştir. Bu yüzden geleneğimizde tasavvuf, felsefe ve kelam disiplinlerinin ortak mevzuu olan Nefs ilminin derinliğini, psikoloji biliminin karşılayamayacağı açıktır.
 
Geleneğimizin ahlak ve adab kitapları, filozoflarımızın İlm’ün Nefs mevzuundaki görüşleri, mutasavvıflarımızın insanı ve seyr-i süluku anlatan sayısız eseri, insanın kendi kendini tanıyabilmesi için vazifeye hazırdır ve okunmayı beklemektedir. Okuyalım, anlayalım, kendimizi tanıyalım.
 
 
 
Yetkin İlker Jandar yazdı

 dunyabizim.com

Leave a Reply