Erdoğan dindar değil, gergin bir millet yaratıyor!

Riccon İlhan Doğan… Bir çoğunuz bu ismi ilk defa duyuyor olabilir. Ancak İlhan Doğan’ı Avrupa’da neredeyse duymayan kalmamış… Avrupa’nın sayılı pantomimcilerinden olan aynı zamanda psikoloji eğitimi almış Doğan, kendi geliştirdiği ‘Riccon teknik’ ile ün salmış bir beden dili uzmanı. Obama’dan Avrupa Birliği parlamenterlerine, dünyanın önde gelen isimleri ve kuruluşları ile çalışmış, Vatikan dahil olmak üzere 17 uluslararası ödülü bulunan bir isim. Nobel Barış Adaylığı da cabası… Onu tanıyınca, bir insanı ‘gözünden anlamak’ neymiş ve neden bu kadar önemliymiş daha iyi anlıyorsunuz…

İlhan Doğan ile sizin için, Türkiye’deki siyasi parti liderlerini mercek altına aldık. İşte, Riccon İlhan Doğan’ın Erdoğan’dan Kılıçdaroğlu’na, Demirel'den Bahçeli'ye, siyasi figürler ve ortaya konulan performansla ilgili Gazete A24’e yaptığı değerlendirmeler.

Riccon Teknik adında bir sistemle dünyada ses getiren bir eğitim programınız var. Nedir Riccon Teknik?

Riccon teknik, tiyatro ile psikolojinin yani sanatla bilimin birleşmesidir. Aktif ve ayakta bir eğitim. İçinde mizah var. Yanlış yaparak öğreniyorsunuz. Herkesin bir konuşma arkadaşı var. Ve yüzde yüz sonuç elde eden mucizevî bir teknik. Avrupalılar bunu çok önemsiyor. Yurt dışında Riccon Akademi’de çok sayıda öğrencimiz var.

Sizin üç-dört saatte kişiyi değiştirme iddianız var. Bu nasıl oluyor?

Öncelikle size bir kişilik analizi uyguluyoruz. Sonra zayıf ve güçlü yönlerinizi ortaya çıkarıyoruz. Körelmiş yanlarınızı ve yeteneklerinizi belirliyoruz. Ardından bütün bunları kağıda döküyoruz. Fiziksel görünümünüzü yırtıp fikirsel görünümünüze geçiyoruz. Size otokontrolü öğrettiğimiz bir program uyguluyoruz. Size kontrolü simgeleyen bir yüzüğünüz ile değişimi temsil eden bir bilezik veriyoruz.

O üç saatten sonra da, sürekli bizim gözetimimiz altındasınız. Bize yaşadıklarınızı raporlar şeklinde gönderiyorsunuz. Bu uygulamanın ardından hayatında kökten değişiklikler yapanlar oldu. İş değiştirenler, eş değiştirenler… Tabii biz böyle bir şey yapın demiyoruz ama hayatında reform isteyen insanlar böyle değişiklikler de yapabiliyor.

Ne kadar sürüyor sizinle diyalog?

Üç-dört ay…

Peki hiç eğitime gelip de memnun olmayan olumsuz bir örnek yok mu?

Var. Bir üniversitede 341 kişinin katıldığı bir eğitim veriyordum. Mizahı bol bir eğitimdi. ‘Rahatsız olan var mı?’ dedim. Biri elini kaldırdı nedenini sorduğumda, ‘Mizahı sevmiyorum’ dedi. ‘Niye gülüyorsun o zaman?’ dediğim de ise, ‘Bilmiyorum’ dedi. Sonra sohbet etmeye başlayınca iş değişti. Bazı insanlar bazı şeyleri inkâr ediyor ama hareketlerine baktığında anlıyorsun. Beden dili çok önemlidir. Bir de eğitime gelen kişileri ben seçiyorum

Neden?

Mesela ‘Sen gelemezsin eğitime’ diyorum. ‘Neden?’ diyor. ‘Bunu sorduğun için’ diyorum.

“GEORGE CLOONEY’NİN EKİBİNE DERS VERDİM”

Eğitim verdiğiniz kişiler arasında ünlü insanlar da var mı?

George Clooney’nin ‘Kaçak’ adlı filminde tüm oyunculara eğitim verdim. Yine, Spice Girls’in tüm üyelerine, eski İsviçre Cumhurbaşkanı’na, Avrupa Birliği parlamenterlerine de eğitimler verdim. Ayrıca, RTL televizyonu çalışanları, İKEA, Rolex, Toyoto, Novartis gibi çok sayıda firmanın üst düzey yöneticilerine eğitimler verdim.

Bu eğitimler sözsüz iletişimin yanı sıra sözlü iletişimi de kapsıyor mu? Akıcı konuşabilmek gibi?

Evet. Bizim eğitimleri normal eğitimler gibi düşünmeyin. Önce sizinle ilgili bir test yapıyoruz. Olayın kaynağına inmeye çalışıyoruz. Riccon’da iki teknik vardır. Önce size otokontrol eğitimi veriyoruz. İçinizden birden elliye kadar saydırıyoruz. Mesela, ‘Saçınızı tararken, patronunuzu dinlerken birden elliye kadar sayın’ diyoruz. Böylelikle, size seri konuşabileceğinizin sabrını öğretiyoruz.

Çünkü sabırsız olduğunuz için bazı kelimeleri yutuyorsunuz. Bir şeyi anlatmadan önce düşünmenizi sağlıyoruz. Konuşurken önce düşünürüz sonra konuşuruz. Mesela size ne anlatacağımı bilmiyorum ama daha önceden hazırlıklı olmam şuradan geliyor; otokontrol beni düşündürüyor. Analiz yapmak zorunda kalıyorum. Bir kelime alıyorum sizden, onunla bağlantı kurmaya çalışıyorum. Konuşurken insanlar bağlantıları hiç kesmemeli. Örneğin dışarıdan bir rüzgar eser.

Sakın o rüzgarı soğuk estirmeyin. O rüzgar çok güzeldir. Bazen insanlar kapılıp gidebilir diye hemen bağlantıyı kurun orada. Göreceksiniz, o rüzgar soğuk değil sıcak esmeye başlayacak.

Üç-dört saatte bir insanın hayatını değiştirmek… Çok önemli bir iddia…

Evet. Ama o kişinin yüzde yüz vizyonu değişiyor. Şu var eğer üç ya da dört saatte bir kişi bir şeyleri değiştiremiyorsa, dört yıl da eğitim alsa değiştiremez. Eğitimin bu şekilde ayakları yere basması gerekiyor. Riccon, Latince kökenli Ric’den gelme, içinde mizah olan, beden dili ve hareket olan bir teknik.

Üç yılda değiştiremediğinizi üç saatte, sekiz yılda konuşamadığınız dili sekiz saatte konuşuyorsunuz. Türk kütüphanelerin dışında neredeyse tüm Avrupa kütüphanelerinde bu teknik hakkında bilgi bulabilirsiniz. Ama Türkiye pek tanımıyor bu tekniği.

Neden?

Türkiye’de ezbere dayalı bir eğitim sistemi var. Eğitimden çok öğretim ön planda. Eğitimde reform şart. Eğitim masalarda, sıralarda oturarak olmaz. Bazı eğitimler ayakta olması gerekir. Oturarak eğitim uyuşukluktur. Tembelce, hareketsiz ve teori üzerine kurulu bir eğitim var. Ama adam öldürmeye geldi mi eyleme geçiyoruz. Şiddette inanılmaz derecede iyiyiz. Elimizi kaldırdık mı, eşimizi dövüyoruz.

Çocuklarımızı dövüyoruz. Statlarda koltukları kırıyoruz. Halbuki eylemi, üretimde kullanmalıyız. Tarlada patates yetiştiremiyor ama olmayacak yerde olmayacak adamı vurup öldürüyor. Cezaevinde de paşa paşa yatıyor. Sorduğun zamanda ‘Arkasındayım’ diyor.

Siz polis teşkilatlarına da eğitimler veriyorsunuz. Nasıl eğitimler bunlar?

Polis, suç mahaline yavaş gidiyorlar. Aslında suç mahaline giderken, hızlı gidilir. Bizde deniyor ki, ‘Hadi suç mahaline bir gidelim.’ Hâlbuki öyle değil. Ayrıca biz, ‘Olay yerine giderken kişi ile ilgilenin’ diyoruz. Yani sanığın anlattıkları bizi ilgilendirmiyor. Hareketleri bizi ilgilendiriyor. Bunun en önemli nedenlerinden bir tanesi de, eğer kişi orada suç işledi ise, bir an evvel gidip kurtulmak istemesidir.

Mesela nasıl hareketlerden bahsediyoruz?

Oraya giderken adımlarını hızlı mı atıyor, yavaş mı atıyor? Kolları gergin mi? Robot duruşuna mı sahip, mumya mı? Örneğin, sanık olay yerinden hemen ayrılmak istiyorsa, bir suç işlemiştir ve bunlar yüzde 99 doğru verilerdir. Fakat bizim uyguladığımız bir bilim dalı değil. Polis teşkilatlarında normal şartlarda böyle eğitim verilmiyor. Suç mahaline tatile gider gibi, yavaş yavaş gidiyorlar.

Yine bir örnek vermek gerekirse, bir evde cinayet işlenmiştir. Altınlar çalınmıştır. Dolabın içinde her şey derli toplu duruyordur ama sadece altınlar alınmıştır. Bunu yapan o evi bilen, tanıyan biridir. Çünkü doğruca kişinin öldürüleceği odaya girilmiştir. Hiçbir şeyle oynanılmamıştır. Dikkat ederseniz cinayet filmlerinde, cinayet işlenir sonra da ortalık dağınık bırakılır ki, amaç kişiyi yanıltmaktır.

Şunu unutmayın, Türkiye’de işlenen tüm cinayetlerde amatörlük vardır, profesyonelce değildir. Ne kadar profesyonelce planlanmış olsa bile, o profesyonelce değildir.

“SWAZILAND KRALI İLE BİRLİKTE DEMOKRASİYİ KURDUK”

Biraz sizden bahsedelim… Nobel Barış ödülüne adaylık ve Obama ile çalışmanızdan…

2000 yılında Afrika’da AIDS’in bol olduğu, bir milyon nüfuslu Swaziland isimli bir ülkede sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirdim. Oraya gitmeden önce İsviçre’de bir televizyonda show programı yapıyordum. Programı bıraktım ve kazancımı bu işe harcamaya karar verdim. Orada AIDS’in yanı sıra ormana atılmış çocuklarda gördüm. Bu çocuklara şempanzeler annelik yapıyor. Ensest ilişkiler çok fazla.

Dahası açlık çok yüksek bir seviyede. UNICEF’le bu çocuklara ‘Hayat Okulu’ ismini verdiğim okullar açtık. Onlara beden dilini kullanarak, Riccon Teknik ile eğitim verdim. Dişi şempanzeler 0-2 yaş arası çocuklara annelik ediyorlardı ama erkek şempanzeler bunların gözlerini ve dillerini yiyordu. Çocuklar şempanze gibi duruyor ve konuşamıyorlardı. Ormanda ‘marula’ isimli uyuşturucu etkisi olan bir bitkiyi yiyerek hayatta kalıyorlardı. Onları eğittik. Orada aynı zamanda hastaneler de açtık.

Önce ülkenin kralı ‘Bu adam ne yapıyor’ diye beni üç gün içeri attı ama sonra niyetimin kötü olmadığını anlayınca arkadaş olduk. Birlikte demokrasiyi kurduk. Meclisi açtık. Afrika’da 1997’den 2004’e kadar 7 yıl kaldım.

Kaç çocuğa hizmet verdiniz?

Neredeyse ülkenin tüm çocuklarına eğitim verdim. 500 bin çocuk diyebiliriz.

Bu çalışmalar ses getirdi…

Evet. Dünyanın ve İsviçre’nin önemli gazete ve televizyonlarında çok büyük ses getirdi. İsviçre hükümeti Nobel’e aday göstermek istedi ama olmadı. Ama 2000 yılında, dünya barışına katkıdan dolayı İsviçre’de ‘yılın adamı’ seçildim Ayrıca Vatikan’dan bu nedenle bir ödül aldım. O dönem bol bol Lortluk unvanı aldığım bir dönemdi.

Kanada’dan da ödül var…

Kanada’da Riccon Teknik ile ödül aldım. Riccon Teknik, ‘en iyi eğitim projesi’ seçildi. Çünkü bizim iddiamız saatlerce günlerce eğitim değil, 3 ya da 4 saatte hayatınızı değiştireceğiz diyoruz…

Tiyatro eğitimi de aldınız...

Evet. Almanya’da dil eğitimi aldıktan sonra İtalya’da tiyatro okudum. Pantomimci olarak Show programları yaptıktan sonra İsviçre’de psikoloji de okudum.

Obama ile tanışmanız…

‘Accent’ adında uluslararası bir projemiz vardı. Bu proje ile bütün Avrupa üniversitelerinde ‘Riccon teknik’ eğitimi veriliyordu. Toplum önünde söz söyleme, beden dilini iyi kullanma, düşünce okuma teknikleri eğitimleri, iyi sonuçlar verince, Amerika Birleşik Devletleri bizimle çalışmak istedi.

Ortadoğu kültürüne ilişkin, Obama’nın kültürlerarası operatörlüğünü yaptım. İran, Irak gibi, tüm Ortadoğu ülkelerinin bir yıl boyunca, karakter özelliklerinden ne yiyip ne içtiklerine, beden dilini nasıl kullandıklarına kadar detaylı bilgiler rapor ettim. Böylece, Onlara o ülkeleri tanıma fırsatı sunduk. Siyasete girmem bu şekilde tesadüfen oldu.

Kültürlerarası operatörlük yapmış biri olarak Türkiye hakkında ne söylersiniz?

Türkiye karmakarışık olmuş. Derleyip toparlayamıyoruz. Çünkü içinde gelenek görenek var. Töre var. Adetler var. Gerçi orijinal dinin tadını da kaçırdık ama bir de din var. Orijinal beden dilimizi anlayamıyoruz. Hangisi bizim orijinal beden dilimiz? Dozajı kaçırdığımız için, kimyamız da değişti. Ne doğru ne yanlış belli değil. Ülkede, gergin, yıkıcı, iğneleyici hareketler daha çok pirim yapıyor.

‘Hayır canım agresif olan, sinirli olan, kızgın olan daha çok kazanıyor’ deniyor. Hâlbuki gergin! Ama korku hükümdarlığı daha çok tutuyor. Sen zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışıyorsun da alttakiler kim acaba? Altta kimse yok. Altta su var. O da onun üzerine çıkmaya başladı. Ne oldu? Cezaevleri dolmaya başladı. Televizyon diye bir şey ortaya çıktı. Tüm dizi filmlerde gerginlik var. ‘İzlemiyorum’diyen de nefret eden de izliyor. Profesörü de, çocuğu da, işçisi de, herkes izliyor.

Türkiye’de bomba gibi patladı bu gerginlik. Ayrıca, millet olarak sabrı ve otokontrolü bilmiyoruz. Otokontrol çok önemli bir konu. Sözlü iletişimde, düşün konuş dinle tekniği vardor. Sözsüz iletişimde ise, düşün dinle konuş…

Siyaset demişken, bizim siyasetçilerimiz hakkında ne düşünüyorsunuz?

Siyasi liderler, ülkenin insanlarına çok büyük örnektir. Bakın, toplum, Erbakan zamanında daha farklı, Ecevit zamanında daha farklıydı. Yine Demirel zamanında da… Süleyman Demirel mizahı kullanıyordu. Ecevit de mütevazılık vardı. Erbakan espriden taviz vermezdi. Başbuğ Türkeş de ise, asker duruşu vardı. Toplum liderlerden etkilendi. Mesela Türkeş’in zamanında yetişen gençliği gördünüz. Bıyıklar aşağıya doğru inmiş, kaşları çatık, yüzü asık… Milliyetçi bir ruh oluştu. CHP’yi oluşturanlarla mütevazı ruh geldi.

Erdoğan?

Biraz Demirel’den, biraz Ecevit’ten aldı. Biraz da Erbakan Hocası’ndan aldı, yoğruldu. Fakat uzun çıkışlar yapıyor. Her çıkışında da, sancılı bir dönem geçiriyor. İçine sindiremiyor. Ama onun zararlarını bilse, yani ne yaptığını bilse, yapmaz diye düşünüyorum. O ağır kelimeleri kullanmaz.

KILIÇDAROĞLU, ERDOĞAN GİBİ KONUŞMAK İSTİYOR

Toplumda şiddeti tetikliyor diyebilir miyiz?

Tabii. Erdoğan diğer taraftan da Kılıçdaroğlu’nu ortaya çıkardı. Çünkü Kılıçdaroğlu, kendisinden hiç beklemediğimiz şekilde, kılıç çekmeye başladı. ‘Buyrun er meydanına’ demeye başladı.

Kusura bakmasın ama Kılıçdaroğlu’nu bu hale getiren Erdoğan. Tek suçlu O. Nasıl oldu bu? Baktı ki, rakibi çetin ceviz. Kendisi daha farklı bir şeyler yapması lazım. Böyle olunca bizim sessiz sakin ‘Gandhi’ gitti, yerine ‘Don Kişot’ geldi. ‘Allah Allah Allah’ diye saldırmaya başlayınca biz tabi Kılıçdaroğlu’nu tanıyamaz hale geldik. Konuşmalarına da şaşırıyoruz.

Erdoğan gibi konuşmak istiyor ama başaramadığı anlar da oluyor. Öbür taraftan da Bahçeli dedi ki, ‘Sen fazla gaza gelme, otur ağır adam rolünü oyna…’ Bu sefer de ağır ağabeyi oynamaya başladı. Bütün siyasi liderlere baktığın zaman, hepsi birbirinin rakibi… Rakip oldukları için de sahada iyi oynamaya çalışıyorlar. Oynarken, düşmanının yani rakibinin zayıf yönlerini bulmaya, oradan vurmaya çalışıyorlar. ‘Sen Atatürk’e vurdun yok sen dindarlara vurdun’ vs… Mesela Erdoğan’ın ‘dindar gençlik’ lafı çok etki yarattı.

Ne düşünüyorsunuz bu lafla ilgili?

Seviyorum bu lafı aslında. Ama yanında etik de olsun, dürüst de olsun, ahlaklı da olsun… Dindar dediğimiz zaman… Ne dindarlar görüyoruz. O yüzden ‘dindar’ demeyelim de, dürüst insan diyelim. Dini de ilmini bularak, bilinçli yaşayalım. Öyle, kulağını kapatıp gazel çeker gibi dua etmemeli.

Gerçekten Allah’ın rızasını kazanmak adına yapmalı bunları. Bütün bunları yaparken yine bir kişilik gerekiyor. Burada da yine ‘kişisel gelişim’ yani ‘hayat okulu’ devreye giriyor.

Kişisel gelişim kitaplarına ya da eğitimlerine prim vermeyen insanlar da var…

Evet. Ben buna kişisel gelişim eğitimi diyorum ama çoğu bunlara ‘boş eğitim’ diyor. Çünkü Türkiye’de verilen kişisel eğitimler taklitçilik, kopyacılık… Böyle olunca da, Türkiye’de gördüğün gibi her tarafa yama yapılmış… Yama bir kültür, yama bir eğitim… Herkes herkesin taklitçisi…

Hayatımızda her şey önümüze Çince gibi çıkıyor. Çince’yi örnek veriyorum karışık olduğu için yoksa yanlış anlaşılmasın. Bir şeyin çekmeceleri olur, iç çamaşırı çoraplar vs… Biz de o çekmeceler yok. Bizim bir programımız yok. Önümüzü göremiyoruz. Böyle olunca karmakarışık bir durumdayız. Başbakan konuşurken, sesi kapat el hareketlerine bir bak… Alaycı, kızgın…

Güzel şeyler de söylüyor ama sözsüz iletişimdeki o tavrıyla söylediği için olmuyor işte… Mesela diyorlar ki ‘Başbakan beden dilini çok iyi kullanıyor.’ Hayır! Kullanamıyor. Çok gergin kullanıyor. ‘Kılıçdaroğlu beden dilini öğrendi’ deniyor. Evet öğrendi… Bu yüzden de parmağını gözümüzün içine sokuyor. İkide bir parmağını indirip kaldırıyor.

O da bulanıklık oluşturuyor. Aynı kelime kirliliği gibi beden dilinin de kirliliği vardır. Kılıçdaroğlu örneğinde olduğu gibi, göze hoş gelmiyor. Seven de sevmeyen de diyor ki, ‘Kılıçdaroğlu şunu yapmasa ne iyi olur’

DEVLET BAHÇELİ, BALTACI MEHMET PAŞA GİBİ

Peki Devlet Bahçeli?

Devlet Bahçeli, Baltacı Mehmet Paşa gibi yıllardır bağıra bağıra konuşuyor. Bir sakin ol... Sakin ol da ne söylediğini anlayalım. Pisküvit mi bisküvi mi ne diyorsun? Çok şey söylüyor ama Cem Yılmaz’ın dediği gibi ‘Kardeşim bu bir şey anlattı ama ne anlattı?’ diyorsun. Sonra ‘boşver’ deyip geçiyorsun. Bu siyasetle 70 milyonun kaderi çizilmez.

O zaman?

Şöyle söyleyelim; o zaman biz millet olarak hayatımızı çok çabuk tüketiyoruz. Allah bizi boşuna yaratmış. Üretime yönelik bir şey yok. Ne yapıyoruz hayatımızda? Tuvaletle mutfak arasında mekik dokuyoruz. İlle bir depremin bir felaketin olması şart mı? Şöyle elimizi vicdanımıza koyup ne oluyor kardeşim, ne yapıyoruz dememiz lazım… Bakın ‘Arap Baharı’ vs…

Her yerde bir şey oluyor. Türkiye’de de olacak. Asıl amaç ne? Hayata anlam katmak, sorunları asgariye indirmek ve huzuru sağlamak… Hayatta iyi bir sınav vermeniz gerekiyor. Hayatı kolaylaştırın, çok tuz biber koymayın. Çok baharatı, ‘Kokoreç’e koyarlar pis kokmasın diye…

Röportaj: Dilek KARAGÖZ

 

Leave a Reply