Yaş 25, daha yolun çeyreği eder

“Yaş otuz beş, yolun yarısı eder” demiş şair ancak modern çağ insanının kendisiyle ve bedeniyle en büyük imtihan yaşı 20’li yaşlarda başlıyor.

30, 50, 70 derken artık çeyrek yaş sendromuna hızlı bir geçiş yaptık.

Aslında bu, sendromdan ziyade kapıya dayanan karar anları ve etrafımızda hızla gelişen dünyaya ayak uydurma çabasıdır.

Ergenlik döneminin bir üst sürümü olarak nitelendirebileceğimiz bu depresif hava dalgası gençlerimizi çoktan etkisi altına almış gözüküyor.

Yetişkin bireyler olarak dışarıdan ahkâm keserek yorumladığımız bu durumun birazda perde arkasına bakalım mı?

Okul hayatı boyunca sadece okulun vermiş olduğu sorumlukları yerine getirmeye alışmış olan beyin, mezun olduktan sonra yeni hayatın kurallarına adaptasyon sürecinde zorlanmaktadır.

Artık; dersleri kırarak dilediğince gönül eğlendirdiğin günler geride kalmıştır. Hocadan yediğin fırçanın ertesi günü kaldığı yerden devam eden geyik muhabbetleri bitmiştir.

En zor kabullenileni de aylar boyu süren tatillerin artık sona erişidir. Evet, hayat sorumluluklardan oluşan çetrefilli ağını üzerine atmaya başlamıştır.

İlerleyen yaş korkusu, önümüzdeki sürecin belirgin olmasıyken, bu yaşların korkusu ise, sürece hâkim olan belirsizliğin yarattığı kaos olmaya başlamıştır.

O kaosun içine girdiğin an ise gelecekle ilgili duyulan kaygılar anımsanır; “İşe mi girsem, yüksek lisans mı yapsam, alan mı değiştirsem, doğru kararı mı veriyorum, evlenmek için doğru zaman mı, kariyerim için doğru yerde miyim?” gibi sorular yakanıza yapışır ve zihninize asılırlar.

Bir yanınız hala üniversitede olduğu gibi umarsızca gezmek isterken diğer yandan etrafınızda evlenip de çoluk çocuğa karışmış örnek insanlar sinir bozucu şekilde hayatın gerçeğini yüzünüze vurur.

Sen hazır olmasanda artık sorumluluk alma vaktin gelmiştir.

Tabii sorun bunlarla sınırlı değil. Belirsizliğin getirdiği umutsuzluk, beklentiye ulaşamama gibi unsurlar da arada bir yokluyor…

Güvencesiz çalışma koşullarından muzdarip bir kuşaktan bahsediyoruz. Büyük beklentilerle iş hayatına atılan idealist yeni mezun kuşak, beklediklerini bulamayınca hayallerini daha farklı planlarla süslemek zorunda kalabiliyorlar.

Kiminin düşünde ‘küçük bir pastane’ açmak yatarken kimi internet üzerinden para kazanabileceği işler peşinde koşuyor.

Ama kazanma azminden ve birey olma ihtiyacından ödün vermemelerini takdirle karşılıyorum.

Londra’daki Greenwich Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün konuyla ilgili yaptığı bir araştırmada, gençlerin yüzde 86'lık diliminin 30 yaşına girmeden önce, ilişkilerinde, parasal durumlarında ve işlerinde başarılı olma baskısı hissettikleri ortaya çıkmış ve bu durumun altında yatan sebepler şöyle sıralanmış:

- Var olan durumda hapsolma hissiyatı.

- Değişimin mümkün olduğuna dair gittikçe artan bir his, yeni imkanları keşfetme isteği.

- Yeni hayatı inşa etme dönemi.

- Kişinin kendi sorumluluklarını, yeni ilgi alanlarını, amaç ve değerlerini keşfedip sağlamlaştırma isteği.

Pekiyi bu yetişememe, yetinememe hislerinde, gençlik olgusuna sürekli yatırım yapan, insan yaşamını tekdüze düz bir çizgiye hapsetmiş toplumsal düzenin hiç mi rolü yok?

Sürekli daha iyi bir eğitime, kariyer odaklı bir işe, daha sağlıklı ilişkiler kurmaya yönlendirilen bir bireyin topluma adapte olma sürecinde bocalamasından daha doğal bir şey olamaz.

Fakat naçizane tavsiyem; Birgit Adamın da dediği ''Çok düşünmeyin, dışarıya çıkın ve bir şeyler yapın''

Leave a Reply