ÜYE ADI : ŞİFRE :

Bugün size birisini anlatmam gerekiyor. Ve onu anlayabilmeniz için benim şu anda nasıl olup da yaptığım işi yapıyor olduğumun hikayesine, en azından bir kısmına ihtiyaç var.

Üniversite üçüncü sınıfta psikoloji derslerinden epey bunalmışken biraz geç de olsa sinema ve belgesellerle ilgili dersleri keşfetmiştim. Size anlatmak istediğim insanla, bildiğim kadarıyla halen aynı dersi vermeye devam eden tatlı Alman, iyi kurgucu Thomas Balkenhol’ün belgesel dersinde tanıştık.

O, ilk ders yoktu. Thomas tahtaya çeşitli konular yazıp, ikişerli gruplar halinde bu konuları paylaşmamızı istemişti. Bu tür kalabalıklarda hep biraz yabaniyimdir, herkes “çiftleşirken” ben tek başıma kaldım. Tahtada da bir tek futbol belgeseli yapma seçeneği...

Futbolu hep sevdim, tribünün, antrenman tesislerinin (ev çok yakındı) içinde büyüdüm. Fakat ne yalan söyleyeyim, kendimi “entelektüelizmin” fiyakalı ellerine teslim etmek için aldığım bu derste bile işin içine futbolu sokmak aklıma gelmemişti. Fakat ne yapalım, el mecbur tek başıma seçtim, benim gibi tahtada yapayalnız duran futbol konusunu. Ben tek başıma kalınca Thomas (üzülmeyeyim diye herhalde) “Ben sana yardım ederim, ikimiz bir ekip oluruz” dedi ama ben bu işi tek başıma yapacağımı iyi biliyordum. Elde konu olarak futbol, ayaklarınızın altında da şehir olarak Ankara olunca “konsepti” daralttım ve kısa bir Gençlerbirliği “belgeseli” çekmeye karar verdim.

Kısa olduğu kesin de, hayatında eline kamera almamış iki insanın elinden çıktığından belgesel olduğuna çok emin değilim.

Bu işi tek başıma yapacağım konusunda yanılmışım. Bir sonraki derse O geldi. Nurcan. Futbolla o güne kadar “sıkı” bir ilişkisi olduğuna emin değilim. Hatta hiç emin değilim. Fakat hem başka seçeneği yoktu (grup oluşturabileceği tek kişi bendim), hem de konuyu pek bilmediği için bir futbol belgeseli çekme fikri hoşuna gitmişti.

Uzatmayayım, biz yaklaşık yedi ay boyunca çekim yaptık Nurcan’la. Bir süre sonra çekim bahane haline geldi. Basbayağı Gençlerbirliği tribünü mudavimi olmuştuk. Tribün liderlerini iyi tanıyor, kulüp yöneticileriyle sohbet ediyor, futbolcularla selamlaşıyorduk. Tesiste bizi elimizde küçük Hi8 kameralarla gören kimse şaşırmıyordu.

Tribüne çaktırmadan kamera sokuyor, gizli çekimler yapıyorduk. Düşünün, yanılmıyorsam Ağrıspor’la oynanan kupa maçında saha içine inmeyi bile başarmıştık. (Hafta içi gündüz maçının kolluk kuvvetleri üzerinde yarattığı rehavetten de faydalanarak...) Üniversitede bizi gören “Gençlerbirliği’nin ne alemde olduğunu” soruyordu.

Nurcan futbolu çok sevdi. Gençlerbirliği’ni de. Tribünü de.

Kalbim en başta Beşiktaş’la mühürlendiğinden, ben Ankara ellerinde bir tür kaçamak yapıyordum kendimce. Ama Nurcan öyle değildi. Onun kalabalık arkadaş grubuyla Şampiyonlar Ligi finali izlediğimiz gün anlamıştım içine öyle çok kolay geçmeyecek bir sevda yerleştiğini.

Biz yedi ayın sonunda filmi bitirdik. 16 dakikalık bir “belgesel”. Şimdi izleyince ne kadar amatör bir iş olduğunu elbette görüyorum. Olsun. Çok eğlendik o filmi yaparken. Çok güldük. Çok maç, çok antrenman izledik.

O amatör filmi Gençlerbirliği taraftarı da sahiplendi. Hem de çok sahiplendi. Basıp çoğalttılar, diğer taraftarlara dağıttılar.

Bizi o küçük filmimiz için Ankara’da bir sempozyuma çağırmışlardı. Ben İstanbul’daydım, Nurcan gitti. Sonra anlatmıştı, Gençlerbirliği taraftarları kalabalık gelmiş sempozyuma. İlk Nurcan konuşsun istemiş. “İlk o konuşmazsa çıkar gideriz” demiş.

Benim belki de o filmle başlayan hikayem sonunda futbol yazmaya, yüksek lisansta spor sosyolojisiyle ilgilenmeye kadar vardı. Nurcan ise bir kulağı futbolda, bir başka alanda hayatına devam etti.

Ben huysuz bir adamım. Nurcan ise hayatımda gördüğüm en uyumlu insan. O günden bugüne, başka başka insanlarla başka başka işler yaptık. O, muhtemelen yine o yumuşak yüzüyle kim bilir ne kadar çok insanla mutlu-mesut çalıştı. Ama itiraf edeyim, ben hayatımda ondan daha iyi bir “ortak” bulamadım.

İşte benim uyumlu, güzel arkadaşımın insanları anlamaya, dertlerine ortak olmaya çalışırken gizliden gizliye yorulan beyni bundan tam 19 gün önce, ansızın kanadı.

19 gündür hayatın adaletsizliğine isyan ediyorum. Elimizden hiçbir şey gelmiyor. Bir süre önce gözlerini açtı Nurcan. Ama sadece o kadar. Şimdi bekliyoruz ki konuşsun. Bir şey söylesin. Ayağa kalksın.

Nurcan. Haydi kalk. Maça gideceğiz.

Leave a Reply