Televizyon: Farkında olmadığımız bağımlılığımız

Günümüzün en etkin iletişim araçlarının başında gelir televizyon. Yapılan araştırmalar da insanın ortalama 75 yıllık ömründe, tam 9 yılını televizyon başında geçirdiğini gösteriyor. Emperyalist dünya sistemi; televizyon aracılığı ile (diziler, magazin, yarışma programları) sorgulamayan, düşünmeyen, sadece tüketime endeksli bir toplum üretmek istiyor. Kendi değer ve inançlarına yabancı, sosyal hayattan uzak, duyarsız, üretmeyen, sadece tüketen, hayata dair hiçbir şeyi sorgulamadan yaşayan, okumayan, kültüründen uzaklaşan insanlar isteyen bu güçler, ulaşmak istedikleri hedefe varma çabasındalar. Birçok TV kanalı farkında olarak veya olmayarak adeta buna çanak tutuyor. Kısacası kişilik, kimlik ve inanç bunalımında bir topluma doğru hızla gidiliyor.
Aile içi şiddetin ve boşanmaların artması, suç oranlarının yükselmesinde negatif örneklerin büyük etkisinin olduğunu söyleyen uzmanlar; “Programların birçoğunda şiddete, içkiye, sözde kadın özgürlüğü ve eşitliği yalanıyla eşlerin birbirlerini aldatmasına, intikam duygularının körüklenmesine, saygısızlığa, başıboşluğa, mafyaya, kolay yoldan zengin olmaya, hırsızlığa ve dinî inançlardan uzaklaştırmaya teşvik edilmektedir” diyor. Yargıtay’a aldatma sebebiyle gelen boşanma dâvâlarındaki artış dikkat çekici boyutlara ulaşmış durumda. Boşanma dâvâlarının karara bağlandığı Yargıtay 2. Hukuk Dairesi üyeleri, Türkiye’de kocalarını aldatan kadınların sayısında büyük bir artış olduğunu belirtiyorlar. Önceki yıllarda eşlerini aldatan erkeklerin sayısının çok fazla olduğuna dikkat çeken Yargıtay üyeleri, “Son yıllarda karısı tarafından aldatıldığı için boşanma dâvâsı açan erkeklerin sayısında büyük bir artış var. Kadınlar da artık erkekler kadar aldatıyor” değerlendirmesini yaptı.

ARAŞTIRMA SONUÇLARI OLDUKÇA DÜŞÜNDÜRÜCÜ
Tüketiciler Birliği’nin yaptırdığı araştırmalarda, tembellik, televizyon seyretmenin hem sebebi, hem sonucu olarak görülüyor. Raporda yer alan bilgilere göre, Türkiye’de izlenen programlar (haber kanalları hariç) içinde insan ve topluma faydalı program oranı sadece 1 saat. Yayınlarda toplumu olumsuz davranışlara teşvik eden muhtevalar oldukça fazla. Meselâ haber bültenlerinde verilen şiddet ve cinsel suç haberleri, çocukların hem psikolojik, hem de cinsel gelişimini olumsuz yönde etkileyecek nitelikte. Özellikle gençlik dizileri ve çizgi filmlerde verilen olumsuz örnekleri gören çocuklar arasında kendilerini pencerelerden atarak uçmayı deneyenler, intihar girişiminde bulunanlar, silâh merakı artanlar, hatta çocuk yaşta cinselliği denemeye kalkanların olduğu belirtiliyor.
Çağımızı etkisi altına alan bu konuya el atan Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından yapılan girişimlerden biri de, RTÜK resmî web sitesinde yayınlanarak yürürlüğe girmiş olan medya okur-yazarlığı projesi. Yayınlanan açıklamada “Medya Okuryazarlığı Projesi ise Millî Eğitim Bakanlığıyla yapılan işbirliği sonucunda 2006-2007 öğretim yılında hayata geçirilmiş. Türkiye’deki ilköğretim okullarının 6, 7 ve 8. sınıflarında medya okuryazarlığı dersi okutulmasını hedefleyen proje kapsamında, eğitici eğitimleri gerçekleştirilmiş, öğretmen kılavuz kitabı hazırlanmış ve pilot uygulama bölgeleri belirlenerek, 2006 yılında derslere başlanmıştır.
Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun araştırmalarına göre, ilköğretim çağındaki 14 milyon çocuk günde ortalama 3 saat televizyon izlemekte. İlköğretim çağı çocukları, televizyon izlemenin yanı sıra oyun ve araştırma amacıyla internete girmekte, radyo dinlemekte, gazete ve kitap okumaktadırlar. Dolayısıyla çocuklar da, medyayı düzenli olarak takip eden yetişkinler gibi, her gün kitle iletişim araçlarından yayılan binlerce mesaja maruz kalmaktalar. Mesajların böylesine yoğun olduğu gündelik yaşantıları içerisinde çocukları zararlı medya muhtevasının yapacağı olumsuz etkilerden korumak için, onların televizyon izleme ve internet kullanma sürelerini kısıtlamak, ebeveynler tarafından sıkı bir şekilde denetlenmelerini sağlamak gibi koruyucu tedbirler almak çoğu zaman yeterli olmamakta. Kaldı ki pek çok çocuk ebeveyninin rehberliği olmaksızın televizyon izlemekte ve internet kullanmaktadır.
Bu bakımdan, çocukları kitle iletişim araçlarının olumsuz etkilerinden korumanın belki de en etkili yolunun, onlara medya okuryazarlığı becerisi kazandırmak olduğu söylenebilir.
…Çocuklarımıza bu dersi okutacak olan öğretmenlerimizin; kitle iletişim araçlarının içerdiği zararlı mesajlar ve etkileri ile, demokratik sistemin ve toplum hayatının sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi açısından kitle iletişim araçlarının vazgeçilmezliği arasındaki hassas dengeyi gözeterek, tutarlı bir duruş sergilemeleri önem taşımaktadır” deniliyor. 

ÖZELLİKLE YABANCI UZMANLAR BU KONUYA DİKKAT ÇEKİYORLAR
Öte yandan İngiltere’de yapılan bir araştırma, televizyonun çocukları hem fiziksel, hem de psikolojik olarak düşünüldüğünden çok daha fazla etkilediğini ortaya koydu. 35 ayrı araştırmanın sonuçlarını değerlendiren İngiliz Psikoloji Cemiyeti üyesi Psikolog Aric Sigman, televizyonun en az 15 olumsuz etkisi olduğunu söyledi. Bunlar arasında en tehlikeli olanlar ise kanser, otizm, alzheimer ve obezite. Dr. Sigman televizyonun kötü etkilerini şöyle sıralıyor: “Bağışıklık sisteminin zarar görmesi, kalp hastalıklarının tetiklenmesi, metabolizmanın zarar görmesi, göz hastalıkları, dikkat bozuklukları, kanser, ergen psikolojisi ve gelişimine verdiği zararlar, otizm, uykusuzluk, açlık, beyin gelişimi, diyabet gibi sağlıkla ilgili birçok yönden hasar meydana getiriyor.”
Aynı zamanda “Uzaktan Kumandalı: Televizyon Hayatımıza Nasıl Zarar Verir?” adlı kitabın da yazarı olan Sigman, eğitim amaçlı programların bile zararlı olabileceğini ifade ediyor. Sigman, “Gözden geçirdiğim tıbbî araştırmalar televizyonun nasıl bir araç olduğunu ortaya koyuyor; program türleri ve içeriklerinden bağımsız olarak bu aracın özellikle çocuklara nasıl zarar verdiğini de ispatlıyor. Saatler boyunca izledikleri televizyonun her şeyden önce biyolojik etkileri bulunuyor ve bu tamamen televizyonun kendisinden kaynaklanıyor, mesajla ilgisi yok” diyor.
Sigman’a göre altı yaşında bir çocuk, bu süre zarfında hayatının 1 yılını televizyonun başında geçirmiş oluyor. 11-15 yaşlarındaki çocuklar ise uyumadıkları zamanların yüzde 55’ini televizyon karşısında geçiriyor. Bu yaş grubundaki çocuklar günde ortalama 7.5 saatlerini ya televizyon, ya da bilgisayar başında geçiriyorlar. Ve bu düzeyde ekran karşısında zaman geçirenlerin sayısı son 10 yılda yüzde 40 artış göstermiş durumda. Televizyonun hem bedeni, hem de zihni kötü etkilediğini ifade eden Sigman, ‘Özellikle beyin üzerindeki etkileri oldukça tehlikeli, çünkü narkotik özellikler taşıyor. Örneğin televizyon, okuyarak anlamanın önünde büyük bir engel oluşturuyor. Yeni kurgu teknikleri, örneğin hızlı ve atlamalı geçişler televizyonun beyin ve algılama üzerindeki etkisini daha da artırmış durumda.”
TELEVİZYON ARACILIĞIYLA TOPLUMUMUZ DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR
Bu konuda Türkiye’de oldukça kapsamlı çalışma faaliyetleri olan Tüketiciler Birliği Yönetim Kurulu üyesi olan Mehmet Muta Şahin konuyla ilgili şunları ifade etti; “Kişisel fikir ve düşünceler değil, gerçekten araştırması yapılmış ve ispatlanmış bilgiler var elimizde. Öncelikle Radyo ve Televizyon Üst Kurulu Kamu ve Yayın Araştırmaları Daire Başkanlığı uzmanları tarafından yapılan bir araştırmaya göre, televizyon izleyenlerin % 32.4’ünde uyuşukluk ve tembellik hali görülmüş. İzleyicilerin % 8.5’unda da sinir hastalıkları ortaya çıktı.
“Yukarıdakinin sadece başlangıç olduğunu bildirmekte fayda var. Bir makalede, Türk televizyonlarında yayınlanan programların  % 6’sının Türk aile tipine, % 20’sinin de Amerikan aile tipine ait olduğunu öğrendim. Bu da ülkemiz insanlarının, televizyonla entegre oldukları anda-ki öyleler-Amerikan aile tipini örnek aldıklarını gösteriyor.
“İnsanlara “Amerika’yı seviyor musunuz?” diye sorulacak olsa, “Kahrolsun Amerika” sözünü duyarsınız, ancak Amerika ile bir bağlarının olmadığına inanan insanlara televizyon o kültürü empoze etmektedir. Sorun insanların gerçek hayatın televizyondaki hayat olmadığını anlamasıyla başlar. Bunu gördüğünde ise-ki insanların çoğu bunun farkında olmadan dünyadan göçerler. Artık benliğiyle bağdaşmayan yabancı kültür, bünyesinde kronikleşmiş hale gelmiştir. Bu konudan en çok etkilenenler sizin de tahmin edebileceğiniz gibi çocuklar ve gençlerdir. Çocuklar televizyonla büyüdükleri zaman ileride kendi benliklerini taşımaları, sanal dünyayla gerçek dünyayı ayırt edebilmeleri neredeyse imkânsız hale geliyor. Bu noktada önemli bir örneğe değinmeliyiz: Televizyonlarında daha çok şiddet içeren programlar yayınlayan Japonlarınkiyle, gülmeye önem veren Amerikalıların televizyonları arasında bu bağlamda bir ayrım vardır. Fakat Türk televizyonuyla Amerikan televizyonu arasında bir ayrım yapılamamaktadır.
“İşte sosyolojik boyutta sorun doğuran kısım budur. Böyle kullanıldığında televizyon insanları sadece yozlaştırır. Bunların yanı sıra 1993’te Aile Vakfı tarafından yapılan bir araştırmaya göre, bambaşka yörelerde yaşayan, fakat televizyon izleyen kitlelerin kendi durumlarıyla bağlantı kurmadan sorulan sorulara aynı cevabı vermesidir. Bu durum televizyonun insanı tekdüzeleştiren ortak düşman olarak tanıtılmasında önemli kanıtlardan biri. Televizyonun şiddeti körüklediği de göz ardı edilemeyecek bir mevzu. Özellikle çocuklarımızın bilinçsizce izlediği birçok şiddet unsuru onların iliklerine kadar işlemekte ve hepsini ileride potansiyel bir hasta yapmaktadır.”
Medyanın dilimizi yozlaştırdığı konusuna da değinen Şahin şöyle devam etti: “Dil bir ülkenin, bir ırkın benliğini kanıtlamasının yegâne yolu olmuştur ve sonsuza dek korunmalıdır. Ne yazık ki günümüzde televizyon programlarında kullanılan yabancı ve sözlükte hiçbir zaman yeri olamayacak olan kelimeler beynimize sinsice kazınmış ve bizi yepyeni bir boyutta daha yozlaştırmıştır. Bundan sonra okuyucuya kalan bu konu hakkında araştırmalara başlayıp televizyon hakkında daha aydınlatılmayı bekleyen birçok konuyu öğrenmesi ve doğru yolu, yani gerçek hayatla televizyon arasındaki dengeyi bulmasıdır” dedi.

Bu konuya ‘televizyon yozlaşmasına’ duyarsız kalmayan yazılı ve görsel basından birçok isim var. Bu duruşlar basın camiasında her ne kadar ses getiriyor gibi görünmese de, varlıkları bile insana umut veriyor. Tepki gösteren kişilerin birlikte bir duruş sergilemesi gerekiyor elbette. Bu konuya duyarsız kalmayan bir başka isim ise Mevlüt Tezel. Dizilerde sapkınlığın artması ve bunun yol açtığı toplumsal yozlaşmayı dile getirerek RTÜK’e isyan eden Sabah yazarı Tezel, reklâm verenlere ‘Sapkın dizilere reklâm verme’ çağrısında bulundu; “Dizi öykülerindeki sapkınlığın artması ve bunun yol açtığı toplumsal yozlaşma üzerine yazmıştım. Mesele kanal savaşları değil. Her kanalın bir hatası olabilir! Lâkin bazı diziler bilinçli şekilde topluma şiddet, öfke ve çarpık ilişki pompalıyor. Ne yazık ki, TV yöneticileri daha çok reyting için bu çarpık düzene ses çıkarmıyor. Hem toplumu yozlaştırıyor hem de bu haksız rekabetten lider çıkıyorlar. Sonra da çok büyük iş yapmış gibi gururla dolaşıyorlar. Eğer sapık ruhlu dizi yapmak başarı kabul ediliyorsa, her sene birileri çıkar daha da sapkın bir dizi yapar! Zaten sapkın dizilerdeki artış da bu anlayışa prim tanındığını gösteriyor” diye yazdı.
Basın aracılığıyla bu konuyla ilgili vatandaşa seslenen bir isim de, Mustafa Işık. Din-Bir-Sen Adana İl Başkanı Mustafa Işık yapmış olduğu açıklamada, özellikle ergenlik dönemindeki çocukların rol model olarak aileden görmediği bir takım hasletleri dizi kahramanlarından aldığını belirterek, “Dışarıda sakındığımız haram unsurları evimizin içerisinde görmekten rahatsız olmuyorsak ruh bütünlüğümüzün bozulmaması mümkün değildir” dedi. Ailede muhabbetin kuvvetlenmesinin bir şartı da haramdan sakınmak olduğuna işaret eden Mustafa Işık, “Hal böyle olunca eşlerin kanallarda karşılarına çıkan her dizi veya filme hassasiyet göstermeksizin alâkadar olması, manevî bütünlüklerine, yuvadaki huzur, bereket ve feyze engel olur” diye konuştu. Mustafa Işık, dizi furyası ile her türlü aile içi şiddet, aldatma, ihanet ve boşanmaların normalmiş gibi gösterildiğini açıklayan Işık, şunları söyledi: “Dizi furyası geçmişe duyulan özlemi arttırıp, geleceğe dair umutları yok ediyor. Değer yargılarından uzak yetişen nesiller birçok psikolojik sorunla karşı karşıya kalıyor. Bizler kahvenin kırk yıllık hatırını aile içi muhabbetlerde yaşamak istiyoruz. Dizilerin evlerimizde misafir olup başköşeye oturması yerine eşlerin ve çocukların güzel hasletleri ve örnek aile yaşantıları ile bütünleşmelerini istiyoruz.”
Biz de, hazırladığımız bu dosya çalışmasıyla, hayatımızda önemli bir yer edinen televizyonun negatif ve pozitif yanlarını irdelemek istedik. Psikolojik travma ve hastalıkların artması, özellikle ailenin çökertilerek toplumun yalnızlaştırılmasına yönelik yapılan çalışmalar hakkında, medya camiasında kendi alanında uzman psikolog, sosyolog, gazeteci ve akademisyenlerle bu konuyu konuştuk.
‘Televizyonun toplum hayatına etkilerini’ konu alan yazı dizisiyle toplumun televizyon hakkında farkındalık bilincini arttırmayı hedefledik. Gayret bizden, takdir sizden, muvaffakiyet ve tesir Allah’tan…

ebruolur@yeniasya.com.tr

Leave a Reply