Psikolog ve yazar Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi …

Psikolog Üstün Dökmen, Tv programları konusunda herkesin üzerine düşen görevlerin bulunduğunu belirterek, en tesirli metodun yasaklamak yerine anlatarak öğretme olduğunu savunuyor.

Üstün Dökmen, 1954 yılında İstanbul’da dünyaya geldi.1971 yılında Ankara Cumhuriyet Lisesi’ni bitirdi. Hacettepe Üniversitesi Psikoloji bölümden mezun oldu ve aynı bölümde Uygulamalı Psikoloji (Klinik Psikoloji) alanında master yaptı. Psikolojik danışma ve rehberlik alanında 1986 yılında doktora, 1988 yılında doçentlik, 1995’te ise profesörlük derecesi aldı. Halen Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde öğretim üyesidir.
Dökmen’in çeşitli bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerinin yanı sıra dört bilimsel, bir de şiir kitabı vardır. Bu kitaplar sırasıyla; “Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi: Kuruluşu, Gelişmesi, Çalışmaları” , “Okuma Becerisi İlgisi ve Alışkanlığı Üzerine Psiko-Sosyal Bir Araştırma” , “İletişim Çatışmaları ve Empati” , “Sosyometri ve Psikodrama” adlarını taşımaktadır. Şiir kitabının adı “Selam”dır. Meslektaşı Kayserili Doç. Dr. Zehra Yaşın-Dökmen’le evlidir; iki kızı bulunmaktadır. TRT’de Küçük Şeyler adlı programı yapıyor ve sunuyor.

Televizyonlarda yayınlanan programlarından çocuklar etkileniyor mu? Etkileniyorsa bunun boyutu nedir?

Bu programları izleyen herkes kendine göre olumlu ya da olumsuz mutlaka bir şeyler alır. Önemli olan bu noktada bilinçli davranmaktır. Özellikle negatif etkiyi en az boyuta çekerek çocukların zarar görmemesini sağlamak gerekir. Bu noktada ailelerin bilinçli olması çok önemlidir. Çocukta ilk bilinci oluşturan ailedir. Televizyonun çocuklar üzerinde etkisiyle  ilgili altmışlı yıllarda önemli deneyler yapıldı. Bunun en iyi örneği “Bandura” deneyleridir. Bir anaokulu çocuğunu alıyorlar ve büyük bir bez bebek var, o bezden bebeği filmde diğer çocuklar parçalıyorlar. Filmi izleyen çocukların bulunduğu odada da aynı bez bebekten var. Filmi izleyen çocuklar televizyonda izlenen saldırgan sahneyi taklit ediyor ve bebeği parçalıyorlar. Deneyin ikinci bölümünde ise, yine aynı bez bebek hikâyesi var. Aynı bez bebek hikâyesi filmi izletiliyor. Film biter bitmez bir yetişkin geliyor ve bir tartışma başlatıyor ve diyor ki ‘Filmin içerisindeki çocuklar iyi mi yaptılar, kötü mü yaptılar, parçalamak yerine o bebekle oynasalardı iyi olmaz mıydı’ diyor. Çocuklar aklın yolu bir olduğundan ‘iyi yapmadılar’ cevabını veriyorlar. Yetişkin odadan çıkıp gidiyor. Görülüyor ki, odadaki bebeğe birinci gruptaki çocuklar saldırmıyor ve bebekle oyun oynuyorlar. İkinci deneyden şunu anlarız ki; saldırganlığı çocuklar algılar, fakat algıladıkları bu saldırganlığın davranışa dönüşüp dönüşmemesi çevre şartlarına bağlıdır. Yani çocuğunuz her türlü çocuk filmini izleyebilir. Fakat her filmi değil. Her türlü çocuk filmini izleyebilir, fakat bazı filmler vardır ki, meselâ fare kedi birbirini kovalar, eziyet eder, böyle bir filmden sonra bir yetişkin onlarla konuşursa saldırganlığı fazla kopya etmezler. Çocuklara doğru ve yanlışı göstermek ve onlarla iletişimde olmak en önemli noktadır.

Çok hassas bir nokta olan çocukların ahlâk gelişimlerini sıkıntıya sokacak, aslında hiç gerekli olmayan uyarıcılar var. Bunlar nelerdir?

İnternette sakıncalı uygun olmayan ahlâk gelişimlerini sıkıntıya sokan unsurlar gerçekten fazlasıyla var. Aslında gerekli olmayan sakıncalı uyarıcılar çok fazla. Hiç olmayan uyarıcılar da var. Meselâ bir yiyecek var diyelim, yersiniz yararlıdır. Bir de zehirli acı bal da var diyelim, yemek zorunda değilsiniz. Tütün var meselâ bunu almak zorunda değildir. Çocuğun, gencin tütünü alması gerekmiyor. Dünyada bulunan her şeyin tadına bakması gerekmiyor. Eskiler derlerdi ki; “Her şeyi dene hayatta”, fakat bazı şeyleri deneyemezsiniz. Bazı şeyleri bir kere denersin, hayat boyu seni mahvedebilir. Her önüne gelen uyarıcının televizyonda ya da internette gençlere çocuklara sunulması doğru değildir. Onlara zarar verebilir. Tabiî çocuklarımızı, gençlerimizi koruyalım diye “onu izleme, bunu izleme, bu olmaz” diye yasakları abartırsak, bu da olmaz. Ölçü ne olacak, bunun sınırını çizmek de zor. Makası nerden vuracağız, bunu tahmin etmek gerçekten çok zor. Siyasîler tarafından değil. Bizzat konunun uzmanları, çocuk psikiyatrları çocuk psikologları, eğitimciler ve psikolojik danışmanlar tarafından belki bir koruma paketi oluşturulabilir. Ağacı nerden budarsanız iyi olur, bunu bilmek gerekir. Çocuklarımızı koruyalım, ama ne kadar koruyalım? Şöyle bir teşbihte bulunalım. Çocuğu hastalıktan koruyalım. Elini yıka, yıkanmayan sebzeyi yeme gibi şeyler, evet doğru. Ama bazı anne ve babalar fazla kaygılı olduğu için çocuğu dışarı çıkarmıyor. Evi steril hale getiriyorlar. Çocuk dışarı çıktığında küçücük bir mikropta hemen hastalanıyor. Burada bir noktayı aştığımız zaman bu çocuğu korumak değil zarar vermektir. Aynı mantığı televizyona ve internete taşıyalım. Çocuklarımızı koruyalım, ama koruyalım derken aşırıya kaçarsak toplumsal hastalığa dönüşür.

AİLELERE ÇOK BÜYÜK GÖREVLER DÜŞÜYOR.

Televizyondaki olumsuz örneklerden çocuklar nasıl etkilenir?

Televizyonlarda ve internetteki her şeyi izlememeli tabiî ki. Bir çocuk her şeyi izlememeli. Televizyonlarda programlarda izleme sınırı var elbette. 15-16 yaş gibi sınırlar konuluyor. Fakat bu kontrol edilebiliyor mu? Çocuk evde yalnız kalabiliyor, ya da anne bana sürekli yanında olamıyor. Böyle olunca da çocuk kontrol edilemeyebiliyor. Dolayısıyla yalnız olunca istediğini izleyebiliyor. Geçmiş yıllarda olan olaylar var. 4-5 yaşlarında çocukların Süpermen’im diyerek kendilerini balkondan attığını haber programlarında izledik. O zaman ailelere şu görev düşüyor. Bu çocuklar bunları izleyecek, o zaman bu çocuklarla oturup konuşmak gerekecek. Bunların bir hayal ürünü olduğunu, masal olduğunu anlatmak gerek. Çocuklar çoğunlukla onların masal olduğunu bilebiliyor. Çocuklara masal okuduğunuzda devlerin, canavarların gerçek olmadığını ayırt edebiliyorlar. Bazen ayırt edemediği durumlar olduğunda, sanal âlemin gerçekliğini kavrayamadığında ailelerin bunu onlara detaylı bir şekilde izah etmesi gerekiyor. Bu durumda aile kesinlikle çocukla konuşacak. Anlatılan bir masal gerçek değil, bunu anlatacak. Lambanın içinden cin çıktı, “Alaaddin’in sihirli lambası” öyle bir şey yok aslında. Bu bir masaldır. Belki sihirli lambanın günümüzde gerçekleşme şekli internet. Alaaddin’in cini istediklerini getiriyordu. Şimdi de bunu internet yapıyor. Çocuklarla bunu konuşmak gerekiyor. “Lambadan çıkan cin sana istediklerini getirmez” diyerek bunu çocuklara izah edilmesi gerekir. Çocuğun izlediği filmler üzerine onunla konuşması gerekiyor.

Medyadaki tahribe karşı okullarda çocukları bilinçlendirmek adına neler yapılabilir? 

İzlenen filmleri gençlerin, çocukların nasıl yorumlayacakları onlara gösterebilir. Ancak öğretmen de bunu taraf tutan yanlı bir bakış tarzıyla değil, bir bilim insanı gözüyle yapmalıdır. BİBLİOR Terapi dediğimiz bir yöntem var. Bu kitap okuyarak yapılan bir terapidir. Bir de SİNE Terapi dediğimiz film izleyerek uygulanan bir yöntem var. Bir grup genç yaşlarına uygun olan bir kitabı okurlar. Diyelim ki çocuklar ‘pinokyo’ kitabını okurlar. Bu konuda bir uzman terapist kitabı okuyan grupta bir tartışma ortamı açar. ‘Hangi kahramanla özdeşleştin? Kahraman doğru mu yaptı, yanlış mı yaptı? Nasıldı? Sen kendi yaşamında hangisini kullanıyorsun. Pinokyo musun, yoksa onun babası mısın? Özel yaşamında nasıl davranıyorsun, kardeşine nasıl davranıyorsun, yakınlarınla nasıl bir ilişkin var?” gibi bir tartışma açılabilir.
Okullarda bunu yapmak mümkün. Çoğunluğun izlediği bir diziyi ele alarak tartışmak lâzım. “Hangisiyle özdeşleşiyorsun? Vurdulu kırdılı şeyler mi ilgini çekti? Sen burada haksızlık edilip edilmediğini düşünüyor musun? Dizideki kahraman adaba uygun davrandı mı? Ya da dostuna ihanet mi etti? Samimimi davrandı? Aptalca bir bağlılık, saflık mı sergiledi? Aklını kullandı mı? Pozitif ilme uygun bir şeyler mi söyledi?  Yoksa kulaktan dolma bilgiyle mi gidip birine zarar verdi? Dedikoduyu mu dikkate aldı? Siz dedikoduya kulak vererek hata yapıyor musunuz?” gibi filmin üzerinde konuşarak o filmi objektif bir şekilde nasıl yorumlayacaklarını gençlere göstermeli. Bunu birkaç kez yaptığınızda diğerlerinde genç bunu kendisi yapmaya başlayacaktır. Gençlere izledikleri şeyi bir takım değerler açısından yorumlamak öğretilmeli.
İki tür izleyici var sanırım. Bir grup filmi izliyor. Filmi izleyip ‘oh ne güzel’ diyerek rahatlıyor, eğleniyor ve çıkıyor. Bir grup da, üzerinde düşünen grup… ‘Bunun benim yaşantımla ilişkisi ne, çağın hangi gerçeğine ışık tutuyor?’ tarzında düşünüyor. Yani bir filmin istediğiniz yeri cımbızla çekilebilir. Bütünü görmediğiniz filmin sizi etkileyen yönü neyse onu alırsınız. Bir der ki; ‘Bu filmde kullanılan eski şarkılar ne güzelmiş bunları dinlemeliyim’. Diğeri bakar; ‘dijital fotoğraf iyi değil, eski usul daha iyiymiş’ der. Bir başkası şöyle bakabilir: ‘Çağın yozlaşması anlatılmış bu filmde’ der. Bu yozlaşmanın görünürde kısa vadede insanlara kâr getirdiğini,  ancak toplumdaki yozlaşmanın, hızlı değişimin insanları köksüzleşmeye götürdüğü yönüne bakabilirdi. 
Bu tarz bir uygulama hayata geçirilirse, gençler bunu zamanla kendileri de yapmaya başlayacaklardır. Son 50 yılda bilim ve teknoloji inanılmaz gelişti. Peki, son 50 yılda insan ilişkileri teknoloji kadar gelişti mi?  Belki biraz değişti. Teknoloji 50 kat geliştiyse, insan ilişkileri 30 kat gelişti. İnsan ilişkilerini geliştirebilmek için sinema, televizyon bunların hepsi birer araç. Televizyondan kaçınamayız, yasaklayamayız, sansürlemek de hata olur. Onu yararlı kullanmak gerekli… Bıçak gibi. Bıçak olmalı, onunla ekmek de kesersiniz, bir yerinizi de kesebilirisiniz. Ameliyatta bistüri diye de kullanıldığında şifa da getirir. Bir nesne kendisi iyi ya da kötü değildir. Onun kullanımı iyi ya da kötü olabilir. Televizyon zararlı değildir. Tek başına faydalı da değildir. Kullanıma göre değişir. Yani çağın yönüne teknolojiye yüzümüzü döneceğiz. Fakat insanın psikolojik esenliğini, çocuklarımızın psikososyal gelişimini zarara uğratan şeyler varsa, bunları çocukla, gençle tartışarak olumluya çevirmeliyiz.  Yasaklamak çare değildir.

SANATÇININ SORUMLULUĞU VARDIR.

Bu tarz dizilerde sanatçıların sorumluluğu var mıdır? Varsa nedir?

Elbette sanatçının bir sorumluluğu vardır. Sadece reyting uğruna birşey yapmazsa, ahlâkî sorumluluğunu yerine getirmiş olur. Ben kişisel gelişim kitaplarının haricinde roman yazıyorum. Romanımda istediğim ve aklıma gelen her şeyi yazmıyorum. Bir sorumluluğum var. Bir romanda ya da bir tiyatro eserinde bir karakterin intihar etmesi şık durabilir. Ben kitabımda intihar ettiremem. Bunun nedeni, toplumun bana yüklediği sorumluluktur. Kazara bir tek kişi bile o intiharı direk ya da dolaylı olarak örnek alacak olsa bu benim için korkunç bir şeydir. Bana göre sanatçı sanatını icra etmeli, ama toplumu da düşünmeli. Her sanatçı böyle düşünmek zorunda değil tabiî. Sanatçı açısından sürekli toplumu düşünürse kendini sansürlerse iyi olmayabilir. Bunu da bilmeyiz. Bu üzerinde çok düşünülmesi gereken bir konu... Otokontrol ve kişisel sansür diyelim, bir miktar da olsa bunu yapmak iyidir. Aynı şekilde diziler yapıldığında reyting kaygısıyla bir şeyler yapılıyorsa, daha çok izlensin diye her türlü şiddet sergileniyorsa, bu ahlâkî değildir bana göre. Sonuç olarak dizilerin bazı zararları olabilir. İnsanları kışkırtıyor, kadını ikinci sınıf gösteriyor, kadının özgürlüğü yok gibi gösteriliyor olabilir. Bu insanlara kötü etki ediyor olabilir. Ama bence kadına şiddetin artmasının sebebi feodal düzenin erkek egemenliğinin güçlenmesidir. Televizyon dizilerinde kötü davranılması da buna katkı sağlıyor olabilir tabiî. Fakat televizyon ve bu diziler üzerinden, dostluğu fedakârlığı da görüyor insanlar.
Herkesin bu konuda sorumluluğu vardır elbette. Sanatçı da olsa sansür uygulayacak. Farzı mahal bir reklama çıkacak sanatçı, reklamına çıktığı ürüne güvenmek zorundadır. Bunu ben kullanabilir miyim gibi bir düşünce olmalıdır. Yaptığı işin ne gibi sonuçlar getireceğini hesaplamalıdır. “Aldığım paraya bakarım” gibi bir düşünce olmamalıdır. Ahlâkî sorumluluğu düşünmek gerekiyor. Geçmişte, sadece parayı düşünen olduğu gibi, günümüzde de vardır elbette. Sanatçının sorumluluğu var. Yönetmenin de, senaristin de, yapımcısının da, yayınlayanın medyanın da sorumluluğu vardır.

TURN OFF TV RAPORU

Çocuk ve televizyon

21. yüzyıl çocuklarının dünyasına girmek artık, biz yetişkinler için daha büyük çaba gerektiriyor. Pediatrik araştırmalar artık çocuklarımızın tepkilerinin, algılarının, fiziksel görünümlerinin ve hatta beyin kıvrımlarının otuz yıl öncesine göre farklı olduğunu ortaya koyuyor.
 Peki çocukların bu hızlı değişiminde televizyonun ve izleme alışkanlıklarının rolü nedir?
Özellikle televizyonun fizyolojik etkileri dikkate değer. Ergenlik öncesi çocuklarının fazla TV izlemesinin hormon dengelerini altüst ettiği ortaya atıldı. Araştırmacılara göre televizyonun psikolojik etkileri son derece zor kanıtlansa da, direkt fizyolojik etkilerini ölçmek daha gerçekçi. Hipoteze göre TV ekranının saçtığı radyasyon, melatonin hormonlarını etkileyerek ergenlik sürecini hızlandırıyor. Artık ergenliğe ilk adım kızlarda sekiz yaşına kadar düşmüş durumda. Televizyon beyni sürekli olarak ve aşırı şekilde uyardığı için de çocuklar fizyolojik olarak erken gelişiyor.
Bunu tamamlayan Seattle’daki başka bir araştırma da, yeni doğmuş bebeklerden başlayıp ilkokul çağına kadar, olan çocukları mercek altına yatırıyor. İki yaşından küçük çocukların kesinlikle TV seyretmemesi gerektiği, daha büyük çocukların ise en fazla iki saat süresince ve daha önce ebeveyn tarafından seçilmiş programları izlemesi gerektiği vurgulanıyor. Neden mi? İki saatin üzerinde TV önünde geçirilen her saat, çocukta % 10 ilgi ve odaklanma kaybına yol açıyor. Bunun nedeni gelişmekte olan çok taze bir beynin doğal olmayan bir düzeyde uyarılması. Çocuk daha sonraki okul hayatında ödevlerin, derslerin yavaş temposundan çok çabuk sıkılıyor, dikkati çabucak dağılıveriyor, hatta sürekli huzursuzluk yaşıyor ve kafası kolayca karışıyor. Okumak gibi konsantrasyon gereken bir eylemin yerini, televizyonun alması ise bu sorunu katmerleştiriyor. Pek çok araştırmacıya göre bu sorunun kronikleşmesi sadece 10 yıl öncesine dayanıyor. Ayrıca, araştırmalar gösterdi ki, 18 yaşına gelen ve bu yaşa kadar günde 3 saat televizyon seyreden biri bu yaşa kadar 16.000 cinayete ve 200.000 şiddet sahnesine tanıklık ediyor.

Yayınlar çocukları şiddete özendiriyor
Haber bültenlerinde çocukların psikolojilerini olumsuz yönde etkilememek adına KAN, YARA, ve ŞİDDET görüntülerini sansürleyen aynı televizyon kanalları şiddet ve kötü örnek teşkil edecek yayınlarıyla insanları bunca şiddet ve cinayete tanık yaparken de; kötüyü, kötülüğü ve şiddeti özendirmekten ve sevdirmekten de geri kalmamaktadır.
Çocuk güce özendiği, kuvvet aradığı için yapımcı onun bu ihtiyacından yola çıkarak güçlü saldırgan problemlerine kaba kuvvetle çözen sempatik, sihirli ve tükenmez güçleriyle her şeyin üstesinden gelen, sanal kahramanlarını oluşturmaktadır. Bu kahramanların kötülükle savaşıyor olması ile sadece saldırgan davranışı rasyonalize etmek, haklı hale getirmek için bir bahanedir. Önemi olan güçlü, silâhlı olmaları ve problemleri şiddet yoluyla çözmeleridir. Erkek çocuklara yönelik bu filmlerde bu tür kahramanların kullandığı araç ve gereçlerin ağır metallerle donanımlı silâhlar olduğu dikkat çekmektedir. Kız çocuklarına yönelik filmlerde de moda, pop, müzik ve gösterişin ön plana çıkarıldığı görülmektedir. Ancak kızların da ‘güç’lü olabilecekleri imgesinin işlendiği bazı çizgi filmler de mevcuttur.    
Sağlıklı ruhsal yapıya sahip çocuklar için, çizgi filmler egolarını güçlendirme ve eğlenme aracıdır.
Bazı çocuklar ise hayatın gerçekleri için kendilerini güçlendirme isteği duymazlar. Herhangi bir sorumluluk üstlenmeye, hem yeteneksiz hem de isteksizdirler. Onlar için çizgi kahramanlar bir kaçış mekânıdır. Pek çok içinden çıkılmaz sorunu çözmek amacıyla güçlerini kullanan çizgi kahramanlar, çocukların günlük hayatlarında endişeye kapılmadan problemlerin üstesinden gelmelerine yardım ederler. Tıpkı annelerinin pembe dizileri seyrederek kendi günlük telaş ve sıkıntılarının üstesinden  geldiği gibi.
Yapılan araştırmalar televizyon sektöründeki genişlemenin ya da büyümenin sonucunda çocuklara yönelik yayınların da süre olarak arttığını göstermektedir. Ancak bu yayınlara ne kadar ‘çocuk programı’ denilebileceği şüphelidir.  Televizyonlarda sadece çocuk programlarının içerik ve süreleri arttırılmakla kalmamış ayrıca geçtiğimiz son on yıl içinde dünyanın tüm sanayi ülkelerinde başlı başına televizyon çocuk kanalları da oluşturulmuştur. İlk olarak Amerika’da Nicklodeon, Turner Cartoon Network, Disney Channel ve Fox Kids çocuk televizyonu ve benzeri kanallar sistematik olarak hizmete girmiştir. Ülkemizde de benzer kanallar gün geçtikçe çoğalmıştır.

YARIN: PSİKOLOG AYNUR SAYIM

Leave a Reply