Muhafazakâr politik psikoloji otoriterliği besliyor

Muhafazakâr politik psikoloji otoriterliği besliyor

 

Muhafazakâr ve laik kesim arasındaki yaşam tarzı temelindeki bölünme öyle bir noktaya vardı ki, bir taraf diğerini “cahil, koyun, geri” diye nitelerken diğerleri için de ötekiler “milli, manevi ve dinî değerleri zayıf” insanlar.

 

Amerika da bize çok benzer bir dönemden geçiyor. Ülke Kongre’den yaşam bölgelerine kadar her şeyiyle Kırmızı (Cumhuriyetçi), Mavi (Demokrat) iki farklı renge ayrılmış. Muhafazakârlar için Demokratlar, dinî ve milliyetçi duyguları zayıf, eşcinselleri destekleyen elitistler iken, Demokratlar muhafazakâr Cumhuriyetçileri, “cahil, silah düşkünü, dinci fanatikler olarak” görüyor.

 

 

İKİ FARKLI PSİKOLOJİ

 

Siyasi davranışlar üzerine yapılan bir bilimsel araştırmaya göre, her iki tarafın birbirini farklı görmesinin ve anlaşamamasının altında, sanıldığı gibi kültür, çevresel faktörlerden çok psikolojik olarak gerçekten de farklı olmaları yatıyor. Bir başka deyişle sağcılarla solcuların bilişsel motivasyonları, ya da kafaları farklı çalışıyor.

 

Nebraska Üniversitesi’nin “Politik Psikolojik Laboratuarı”nda gerçekleştirilen bir araştırmada muhafazakâr deneklerin araba kazası, doğal felaket vs. gibi korkutucu görsellere liberallerden 15 saniye daha fazla baktıkları tespit edilmiş. Muhafazakârların “negatif imaj seçiciliği”, psikolojik olarak olumsuz şeylerden daha fazla uyarılmalarıyla ve kendilerini biyolojik olarak tehdit altında hissetmeleriyle ilişkili.

 

Muhafazakâr psikoloji, farklı olanı, değişimi tehdit olarak görmenin yanı sıra, düzen, istikrar, kesinlik, basitlik, tutarlılık, aşinalık gibi değerlerle tanımlanıyor. Liberaller/ solcular ise yeniliklere, farklılıklara daha pozitif yaklaşan, keşfetmeyi seven karakterler.

 

Psikologlar bu farklıkların yüzeysel olmaktan çok yapısal bir ayrımı işaret ettiğini, “sağ-sol” ayrımının tarih boyunca insan doğasının bir parçası olduğunu belirtiyorlar.

 

 

MUHAFAZAKÂRLAR DAHA MUTLU

 

Araştırmacılar başlangıçta özellikle Cumhuriyetçilerden büyük tepkiler almışlar. Ancak 10 yıldır politik psikoloji alanında çalışmalarını sürdüren bilim adamlarının son bulgularını bilim dünyası da sahipleniyor.

 

Bu araştırmalarda bir diğer ilginç bulgu da muhafazakârların kendilerini liberallere göre daha “mutlu” hissetmesi. Buna karşı demokratlar da her şeyin Tanrı’dan geldiğine inanan sağcıların, diğer insanların acılarına duyarsız olduğu için, kendilerini “mutlu” hissettiklerini söylüyor. Yeni deneyimler aramayınca “mutlu olmak bir illüzyon” diye ekliyorlar. Ayrıca her iki kanadın aşırıları da ılımlılardan daha mutlular. Özellikle aşırı sağcılar sistemi kötüler ve iyiler arasında düzenlenen bir yapı olarak görüyor, böylece “her şeyi” bilmenin “huzuru” içinde yaşıyorlar.

 

 

KORKU FAKTÖRÜ

 

Diğer taraftan insan toplulukları kendilerini daha emniyetli ve güvenli hissettiklerinde liberal tarafa kayıyorlar, ne zaman tehdit altında hissederlerse o zaman da muhafazakârlık hâkim politik psikoloji hâline geliyor. Liberalliğiyle ünlü New York’un 9/11 saldırısından sonra bir anda yabancı düşmanı koyu bir muhafazakârlığa bürünmesi bu durumun en çarpıcı örneklerinden.

 

Psikologlar siyasi görüşlerin iki kampta oluşmasını “korku” gibi evrensel insan duygularına bağlıyor. Korkularla dolu bilincin sorumlusu ise 2,5 milyon yıl süren ve sadece 12 bin yıl önce sona eren Buzul Çağı. O zamanlar insanların gördükleri her şeye karşı “negatif, tehdit algısıyla” bakmaları hayatlarını kurtarıyordu. Yine de bu topluluklar içinde mutlaka yeniliğe açık grupların olması, varolma savaşıyla keşiflerin el ele yürümesini sağlayan bir denge kuruyordu.

 

 

ERDOĞAN’IN BU PSİKOLOJİYE OYNUYOR

 

Bu eksende sahip olduğu görece istikrarı kaybetmek istemeyen AKP’nin muhafazakâr seçmeninin yeniliği, değişimi, psikolojisini anlamak daha kolaylaşıyor. Erdoğan’ın sürekli korkuları, yaraları deşici, kutuplaştırıcı bir dil üzerinden siyaset yapması, aslında muhafazakâr psikolojiyi başarılı bir şekilde manipüle etmekten başka bir şey değil.

 

 

DÜNYA OTORİTER MUHAFAZARLIĞA MI KAYACAK?

 

1990’larda Sovyetler’in çökmesinin ardından yaşanan liberal hezeyan öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, Fukuyama liberal demokrasinin artık tek seçenek olduğunu söyleyerek “Tarihin Sonu”nu ilan ediyordu. Oysa bugün artık dünyanın her köşesinde, Türkiye’de de olduğu gibi, otoriter muhafazakâr veya totaliter yönetimler güçleniyor. Afrika, Ortadoğu’nun büyük bir kısmı kanlı diktatörlükler veya göstermelik demokrasilerle yönetilirken yeni süper güç Çin’in otoriterliğine Putin’in demir yumruğuyla yönetilen Rusya da katıldı.

 

Çoğunlukla muhafazakâr iktidarların yönettiği Avrupa ülkelerinde aşırı sağ korkutucu şekilde yükseliyor. Yaygın işsizlik, göçmen sayısının artması gibi gelişmelere İtalya, Yunanistan, İspanya, Portekiz, İrlanda’daki ekonomik kriz eklendiğinde, Avrupa’da muhafazakâr sağın daha da güçleneceğini tahmin etmek zor değil.

 

 

DEMOKRASİ ARTIK HÂKİM KAVRAM DEĞİL

 

Süper güç ABD ise tamamen büyük şirketlerin yasal ve ekonomik sistemi kontrol ettiği bir Plütokrasiyle (Zenginlerin iktidarı) yönetiliyor. Ülke içinden bu gidişin demokrasiden iyice uzaklaşmak olacağına dair uyarılar çoğalıyor. Hatta sistemi “tersine çevrilmiş otoriterlik” olarak tanımlayan düşünürler de var. Yani dünyanın genelinde demokrasi artık baskın, dominant bir kavram değil. Demokrasinin her yerde başı belada. Potansiyel bir global ekonomik kriz ibreyi totalitarizme dahi kırabilir.

 

Öyle gözüküyor ki, insanoğlunun “korkularla dolu genetik ilkel bilinci” otoriterliği besliyor. Yakın gelecekte de dünya hiç de daha güvenlikli bir yer olmayacağına göre “muhafazakâr psikoloji”ye düşmanlar, tehditler göstererek siyaset yapmanın yeni versiyonları sürekli gündemde olacak.

 

*Editör/ New York

[email protected]

 

Leave a Reply