Filmlerin iyileştirici gücü

 Sibel Ateş Yengin
 sibel.ates@aksam.com.tr

'Gertrude 2'ye Nasıl Bölündü?' adlı bir romanı ve 'Zaaf' adlı bir öykü kitabı olan psikolog Şule Öncü, İstanbul Film Akademi'de Filmlerle Psikoloji atölyesi düzenliyor. Öncü, bu çalışmayla terapi seanslarında olduğu gibi hayatımızı yönlendiren önemli temaları, filmler üzerinden yorumlayarak farklı bakış açıları kazanabilmeyi, mutlak sandığımız şeylerin mutlak olmadığını değişik şekillerde de o konuyu yorumlayabileceğimizi anlatmayı amaçlıyor. Sorularımızı kitabi bir dille cevaplayan Öncü, 'Filmler hayata ve kendimize farklı pencerelerden bakmamızı sağlıyor' diyor. Şule Öncü'yle sinemanın iyileştirici gücünü konuştuk.  

- Filmlerle psikoloji atölyesinde neler yapıyorsunuz?
Hayatımızı yönlendiren aşk, ihanet, bağlanma, yakınlık, uzaklaşma, yabancılaşma, ölüm, depresyon ve hayatın anlamı gibi insanların merak ettikleri ya da etrafında dönüp durdukları bu konuları, ilgili filmlerden ve etkili sahneler üzerinden anlatıyorum. Hikaye ve görsel malzeme üzerinden anlatılan bilgi daha kalıcı oluyor. Kuramsal bilgi uçup gider. Okulda da dersleri hep unuturuz çünkü onlar bilinç düzeyinde çalışır ama hikayeler bilinçdışında çalışır ve bilinçdışı da öğrendiğini unutmaz. Böylece hikayeler içimize işler. Öyküler ve metaforlar üzerinden konuşmak olayı çok daha somutlaştırıyor. İki boyutlu kağıt üzerindeki bir şemaya bakmak yerine konuyu hologramlaştırıyor, heykelleştiriyoruz ve etrafında dolanıyoruz. Filmleri nasıl yorumladığınız, hayatı nasıl yorumladığınızı da belirliyor. Seyirci konumunda olduğumuz için de ortadaki hikayeye daha objektif bakabiliyoruz.

FİLMLER PENCERE AÇIYOR
- Bu çalışmadaki amaç filmleri mi çözmek, filmler üzerinden insanı mı?
Çalışmamız, içgörü ve farkındalık kazanma açısından faydalı. Hayatımızı yönlendiren önemli temalara filmler üzerinden farklı bakış açılarıyla bakabilmeyi, mutlak sandıkları şeyin mutlak olmadığını, aslında değişik şekillerde de o konuyu yorumlayabileceklerini gösterebilmeyi amaçladım. İnsanın kendiyle, diğerleriyle, hayatla ilgili dertlerine bakıyoruz burada. Alıp veremediği ve tıkandığı yerler neresidir? İçgörü kazanması gereken noktayı başkalarının hikayelerine bakarak kendilerine dönük olarak yorumlamalarını sağlıyoruz. Ama buraya gelen insanlar kendi iç dünyalarına ait bir şey getirmek durumunda değil. Kişisel katılım gerekmiyor. Sunumu ben yapıyorum.   

- 'Filmler aracılığıyla bağlanma, aşk acısı gibi temalar hakkında içgörü kazanma sağlanıyor' dediniz; sinema ruhu iyileştirir mi, böyle bir gücü var mı?
Aslında psikoterapi, hikayelerin ve metaforların karşılaşması, iki kişinin karşılıklı metaforlar ve hikayeler üzerinden iletişime geçmesidir. Ve sağaltıcı olan da iletişimin kendisidir. İnsan hikaye anlatan, kendini hikayesiyle ortaya koyan ve iletişime geçen varlıktır. Bu hikayelerin taşıyıcıları da metaforlar, özel anlamlar, mecazlardır. Filmlerde de bir kadınla bir erkeğin ya da bir anneyle bir kızın hikayesi var. Biz o hikayelerle karşılaşıyoruz burada. Ve o hikayenin bize sunduğu metaforları alıp yorumluyoruz, dönüştürüyoruz, hayatımızdaki izdüşümlerine bakıyoruz. Bu da aynı terapide olduğu gibi bize mutlak sandığımız bir gerçekliğin aslında mutlak olmayabileceğini ve başka gerçeklikler içinde değerlendirebileceğimizi gösteriyor. En azından 'Bu konuda bir sorunum varmış, bu da galiba bununla ilgiliymiş' diye düşünüp bireysel ya da grup terapiye gidebilirler. Ya da okuyup araştırabilirler. Filmler hayata ve kendimize farklı pencerelerden bakmamızı sağlıyor. Her sahne farklı bir pencere açıyor. 

- Fark etmediğimiz ya da bastırdığımız duygular filmler aracılığıyla da ortaya çıkıyor o zaman değil mi?
Tabii ayrıca 'Ben hiç böyle bakmamıştım, böyle de yaşanabiliyormuş' diyor izleyen. Filmler, insanların hayatlarında çok önemli gerçekten. Ergenliğimde 'The Wall' filmini izlemiştim. Gerçekten taşlarımı yerinden oynatan bir filmdi. Ve o filmden sonra farklı düşünmeye başlamıştım. O yaşlarda izlediğim bir film, 'Sanat insanı demek ki yerinden edebilen, başka bir yöne gitmeyi sağlayabilen güçlü bir şeymiş' diye düşünmemi sağladı. Psikoterapinin hep sanatla iç içe olması gerektiğini o yaşlardan beri düşünürüm. Zaten hayatım da bu şekilde yönlendi. 

- Siz yaratıcı psikoloji atölyesi de düzenliyorsunuz...
Psikodramayla yaratıcı yazarlık tekniklerini birleştirerek disiplinler arası bir çalışma yapıyorum. Bu çalışma da yazmak ya da film çekmek isteyen insanlar için faydalı. Psikodrama, yaratıcılık, spontane ve eylem üzerine dayalı bir teknik. Beden hafızasına dayalı bir teknik olduğu için psikodoramada oturmuyor, hep hareket halinde oluyoruz. Amacınız ister film çekmek, ister yazmak, ister hayatta kendini daha yaratıcı ve spontane ifade etmek olsun sizin paslanmış tüm yerlerinizi açıyor. Daha esnek ve daha ana göre tepki veren biri oluyorsunuz.

BİR FİLM İZLEDİM İYİLEŞTİM!
- 'Bir film izledim ve hayatım değişti' demek çok mu iddialı olur?
Bir filmi baştan sona çözüm önerisi sunmak yerine kavramın ya da konunun farklı katmanlarından kesitler sunuyorum farkındalığı artırmak adına. Hazır bir çözüm önerisi değil de, seçme şansı ve bakış açısı sunuyorum. 'Bir film izledim ve iyileştim' diye bir şey yok. Ancak taşların yeri değişir ve yeni sorular sorarsınız. Zaten insanı değiştiren cevaplar değil, yeni sorular sormaktır. Sürekli kendimize sorduğumuz 'Neden böyleyim, neden böyleyim?' sorusu 'Neden şöyle yapmıyorum ve böyle olmuyorum? Bak öyle yapanlar ve öyle olabilenler var' sorusuna dönüşür. Sarmal başka şekilde dönmeye başlar. Aynı çember üzerinde dönmektense çıkıp başka bir katmanda başka bir yöne doğru hareketlenmiş olursunuz. İnsan hayatının sorumluluğunu aldığı zaman, mutlak sandığı birçok şeyi değiştirebiliyor. Sorunu ortadan kaldırmasa bile en azından sorunun etrafında dolaşmayı öğreniyor. Böylece her soruna kuyuya düşer gibi düşmüyor. 

- Bağlanma sorunu konusuna verilebilecek en iyi film örneği nedir?
Bağlanma sunumunda konuya farklı açılardan bakan filmleri seçiyorum ki çeşitlilik artsın, kişi değişik bakış açıları ve içgörü kazansın. 'Prozac Nation' güzel bir film mesela. 'Lars And The Real Girl' yine bu konuya örnek güzel ve terapötik bir film. Tavsiye ederim. 'Mother and Child' filmi de bağlanma sorununa örnek olacak bir filmdir.

- Peki, yeri gelmişken sorayım, nedir bu bağlanma sorunu?
Bağlanmanın bir tarafı da ayrışmadır. Ayrışmayla ilgili bir sorun varsa zaten bağlanma sorunları ortaya çıkar. Çocuk doğumundan 1 yaşına kadar bağlanır, ondan sonraki iki yıl da ayrışmaya, bireyselleşmeye çalışır. Anneye ya da bakımını üstlenen kişiye hem güvenli bağlanmış olması hem de o kişiden doğru düzgün ayrılmış olması gerekir. 0-3 yaş arasındaki sorunlar duygusal dünyamızı belirler. 

- Günümüzde de bağlanma sorunu fazlasıyla var değil mi?
Bizim toplumumuzda özellikle bağlanma sorunu yaşanıyor. Çünkü anneler çocuklarından çok fazla şey bekliyor. Çocuklarının birey olmasına izin vermiyorlar özellikle de erkeklerin. Sanki kendi uzantısıymış gibi tek erk ilişkisini oğluyla kurduğu için, erkekler ve kadınlar ailelerinden tam anlamıyla ayrılıp bireyselleşmiyor. Biz bireyciliği Batı'dan ithal ettik ama tam içselleştiremedik. Onunla ilgili ciddi problemlerimiz var. 

- O yüzden koca koca adamlar-kadınlar ergenler gibi mi dolaşıyor?
Doğru düzgün ayrışma olmadığı için ileriki yaşlarında da kendilerine anne-baba gibi olacak insanları buluyorlar. Bu çocuksu, ergen davranışları kendini tekrarlayan motifler olarak hayatta bir döngü içinde insanın psikopatolojisini belirliyor.

YAKINLIK VE MESAFE SORUNUNUZ VARSA: 'Remains Of The Day'
- Yakınlık kuramama konusunda tedavi edici filmler var mı?
Önümüzdeki günlerde yakınlık ve mesafe sunumu yapacağız; o konuda 'Remains Of The Day' ve 'Hysterical Blindness' filmini izleyeceğiz. Bu filmlerde yakınlık, yakınlaşma stratejileri var. İkisi birbirine ters filmler. Birinde kişiler arasında çok fazla mesafe, diğerinde de çok hızlı yakınlaşma var. Kişiler aynı stratejiyi kullanıyor ve farklı sonuçlar bekliyor. Ama olmayınca da davranışın dozunu artırıyor ve yine bir patoloji döngüsüne giriyor. Biz bunları filmlerdeki hikayeler üzerinden çok güzel gözlemleyebiliyoruz. 

- Mesela biriyle tanışırız, hoşlanırız ama o bize yakın davranmayınca bizi sevmediğini düşünürüz belki de mesele kendisiyle ilgilidir...
Ayrışma düzgün gerçekleşmemiştir. Güvenlik üssü hala annesidir. Türk erkeği kadınlarla birlikte olur, günlük ilişkilerle günü kurtarır. Döneceği yer annesidir, ondan duygu ikmali yapar. 2 yaş civarı çocuğun yaptığı gibi. Çünkü 2-3 yaşındaki çocuğun görevi annesini duygusal üs olarak kullanıp dünyayı araştırmak, öğrenmek, kendi başına var olabilmektir. Görev gerçekleşmeyince sahici ve samimi bir ilişki kuramıyor bu ayrışmamış insan.

AŞK ACISI ÇEKENLERE: 'Eternal Sunshine Of The Spotles Mind'
- Aşk acısı çekenlere hangi filmi önerirsiniz?
'Aşk', 'şiir', 'farkındalık' çok polemik yorgunu ve içi boşaltılmış kavramlar. Bu kavramlara bakışım ne romantik olup onları yüceltiyor ne de değersizleştirici oluyor. Daha ziyade bu polemik yorgunu kavramların hayatımızdaki diğer durum ve duygularla olan ilişkilerine bakıyorum ki o zaman daha anlamlı oluyor. Aşk kavramını bölümler halinde işliyorum; aşk acısı, aşk ihtiyacı, aşk ve ölüm, aşkta bağımlılık, aşkta delilik gibi... 'Eternal Sunshine Of The Spotles Mind' filmi aşk acısına iyi bir örnektir. 'Little Children' aşk ihtiyacı ve aşkın bağlanmayla ilişkisi üzerine, 'Arizona Dream' aşkın ölüm ve yaşamla ilişkisi üzerine bir film.

DEPRESYONA: 'Helen'
- Depresyon konusundaki filminiz ne olacak?
Klinik depresyonla ilgili 'Helen' isimli bir film var. Sosyal ve psikolojik olarak depresyon nedir, depresyon insanın bünyesini nasıl etkiler gibi konuları konuşacağız bu film eşliğinde. Depresyondan çıkma yollarını da konuşacağız tabii.

film.jpg

Psikolog Şule Öncü, 'Filmleri nasıl yorumladığınız hayatı nasıl yorumladığınızı da belirliyor' diyor.
1- Hysterical Blindness (Aşkın Gözü Kördür)
2- Arizona Dream (Arizona Rüyası)
3- Lars and the Real Girl (Gerçek Sevgili)
4- Stealing Beauty (Çalınmış Güzellik)
5- The Wall (Duvar)
6- Mother and Child (Anneler ve Kızları)
 

Leave a Reply