Bu psikoloji farklı bir şeydir işte, adı konamaz!

 

Madame Tussauds, merkezi Londra’da bulunan meşhur balmumu heykel müzesidir. Burada Elvis Presley, Marilyn Monroe, Nelson Mandela, Michael Jackson, Mahatma Gandhi, Atatürk, William Shakespeare, José Mourinho gibi ünlülerle ‘tanışma’ fırsatınız vardır, onlar sizinle konuşmazlar belki ama çok şey anlatırlar aslında. Müzede sıkılmadan saatlerce gezebilirsiniz, tarihin akışını değiştirmiş pek çok ünlüyle adeta bir maskeli balo ortamında olmak heyecan vericidir. İlave edilen yeni heykelleri takip edebilmek için fırsat buldukça gelirim buraya.

 

Ancak burada hep dikkatimi çeken bir balmumu heykeli olmuştur ve diğerlerinden farklı olarak bir camaken içinde muhafaza edilir. Milyonlarca insanın ölümüne neden olan ve bu yüzden milyonlarca insanın nefretini kazanmış bu tarihi kişilik Hitler’den başkası değildir. Heykelin yüzüne devamlı tükürüldüğünden, zarar verilmek istendiğinden  müze yönetimi tarafından bir camaken içinde muhafaza edilmesi uygun görülmüştür. Böylece heykele zarar gelmez ve camaken  kolaylıkla silinebilir. Ancak zamanaşımı deterjanı onu temizlemeye yeter mi (?) bilinmez! Bazen piyanist Wladyslaw Szpilman olmak geliyor içimden, ‘piyanonun tuşlarında adeta dans eden parmaklarıyla, Hitler’I boğmak istemek çok tuhaf bir duygu’ diye söyleniyorum kendi kendime.

 

 Hitler’in balmumu heykeli, müzede en çok ziyaret edilenler arasındadır. Nasıl oluyor da oluyor?

Yüzüne tükürülmek için bile olsa, hâlâ kalabalıkları peşinden sürüklüyor olması ne kadar şaşırtıcıdır!

 II.Dünya Savaşı’ndan sonra, Alman milletine müşterek bir utanç bırakan bu adamın peşinden neden  gittiler?

 

Zaten psikoloğundan sosyal bilimcisine kadar bu konu devamlı araştırılıyor, tartışılıyor ama sağlıklı bir cevap bulunamıyor. Tarihin karanlık dönemlerinde, kitlesel çılgınlıklar, histerik toplumlar olmuştur. Aslında bu şike davasında da görüyoruz ki, durum bizde de pek farklı değil, kendi sahte kahramanlarımızı türeten bir iklime sahibiz çünkü.

Bazı belgelere göz ucuyla bakınca bile futbolun içindeki karanlık üsleri, bu maskeli baloyu ve onun sahte yüzlerini görmemize yetecek kadar bulgu olduğu anlaşılıyor. Buna rağmen bazı sahte vicdanlar, nasıl bir şizofenerik ruh haline girerek  Metris’te yatanlara Hitler yerine Nelson Mandela muamelesi yapabiliyor? Masumiyet karinesi arzuhalciliğine soyunup, ‘herkes şüpheliyken kimse gerçekten masum değildir’ sözünü unutuyorlar. Bu denli kör bir inanç, gerçekleri kabul edememe, gördüğünü ve okuduğunu reddetme, gerçeklikten kopuş, nasıl olabilir?

 

 

Psikiyatrist Alper Evrensel’e göre; şike iddiaları sonrasında takımlarına gönül veren milyonlarca insan da hayal kırıklığı içindedir.

Bunu bir tür "yas" olarak tanımlayabiliriz. Duygusal yatırım yapılan nesne ya da durumların kaybedilmesi ardından yas yaşanır. Yasın başında şok etkisi vardır. İlk etapta ne olup bittiği anlaşılmaya çalışılır.Sanki her şey bir rüya ve bir süre uyanılacakmış gibi algılanır. Zaman içinde işin ciddiyeti kavranır. Bu süreçte sıkıntı ve stres artarken eşlik eden en önemli duygu öfkedir. İtham edilen durumun olmadığı taraftarlarca iddia edilebilir. Takımlarını her zaman destekleyen insanlar yine destekleme çabası içinde olurlar. Zaman içinde eğer iddialar doğrulanırsa, kuvvetli deliller ortaya çıkarsa öfke kaybolur yerini derin bir üzüntüye bırakır. Pişmanlıklar ve keşkeler başlar. Bir süre sonra ise gerçek hayat normal akışına dönecektir. Hemen herkes artık güvenleri zedelendiği için bundan sonra izleyecekleri maçları akıllarındaki şike iddialarıyla izleyecektir. Çünkü güvenleri zedelenmiştir bir kere."

 

Bir başka Psikiyatri Uzmanı Dr.İbrahim Afif Kılıç diyor ki, ‘’Şike yapmak veya teşebbüste bulunmak, bireyin yaşama dair beklentileriyle ilgili bir davranış bozukluğudur.’ Bulunduğu grubun ona sağladığı imkanları kötüye kullanmadır. Hayatta bazı şeylere istedikleri gibi sahip olamayanların başvurduğu bir yoldur. Kurumsallaşmamış, lidere dayalı yönetimlerde bu tür olaylar güven duygusunu yok eder ve insanlarda gelecek kaygısı oluşturur.

Öncelikle taraftarlar çok iyi düşünüp bu olaylardan ders çıkarmalı. Çok sevdikleri kulüplerinin tek kişiye bağlı olması yerine, demokratik yönetim kurulları tarafından yönetilmelerini sağlamalılar. Taraftarlar kulüplerinin kurumsallaşmaları adına ilk adımı da böyle atmalı. Ama yazık ki Türkiye’de taraftarlar bunu tercih etmezler. Taraftarlar, bireyleri yüceltme yolunu seçiyorlar. Sonucunda da hayalleri kırılıyor ve sıkıntı yaşıyorlar’’

 

Uzun lafın telgrafı, taraftar için futbol, Hababam Sınıfı müziğinin piyano ile çalınan en neşeli versiyonuydu; oysa şimdi aynı şarkının en hüzünlü tonları çalıyor! 

 

 

 

Leave a Reply