Bilmem bu dünyaya ben niye geldim?

Zeynep BAKIR
zeynep.bakir@aksam.com.tr

Psikoloji, tüm bilimler içinde insanlara en gizemli gelen bilim dalı. Her ne kadar kullandığı jargon günlük hayata sızmış olsa da psikolojinin ne olduğu ve psikologların ne yaptığı belirsiz gibi görünüyor. Bazıları psikoloji denince ‘akıl hastalarını’ düşünür, bazılarıysa ‘koltuğa uzanmış ve çocukluğuna dönmüş’ bir kişi…

Konuya ilk kez yaklaşanlar için Alfa Yayınları’ndan çıkan Marcus Weeks, Catherine Collin, Voula Grand’ın hazırladığı ‘Psikoloji Kitabı’nda psikolojinin ana akımları, kronolojik bir şekilde verilmiş ve teorilerin üzerinde durulmuş. Sade bir dille yazılmış olan kitap, karmaşık teorileri adım adım çözen şemaları, psikolojiyi anımsanabilir kılan klasik alıntıları ve esprili çizimleriyle ilginç bir eser. Yedi ana başlık altında 330 maddeden oluşan, tarihe düşünceleriyle geçmiş felsefecilerin önerileriyle dolu bu kitap, Hermann Ebbinghaus’un dediği gibi “Psikolojinin uzun bir geçmişi ama kısacık bir tarihi vardır” sözünü gözler önüne serecek nitelikte. Biz de ‘Psikoloji Kitabı’nın içinde yer alan düşünürlerden alıntılar yaparak hafta sonuna felsefi bir açılım yapmak istedik.

1 - Gerçekten kimsen, o ol
Soren Kierkegaard (1813-1855)

En temel soru olan “Ben kimim?” Antik Yunan’dan beri üzerine düşünülmüş bir sorudur. Sokrates, felsefenin esas amacının kendini tanıyıp anlayarak mutluluğu artırmak olduğuna, “sorgulanmış bir hayatın yaşamaya değmediğine” inanır. Danimarkalı filozof Soren Kierkegaard, depresyondan değil kendine yabancılaşmadan kaynaklandığına inandığı ‘umutsuzluk’ sorusunu anlamak için ‘kendi kendine analizi’ bir araç olarak önerir.

Filozof, umutsuzluğun pek çok derecesinin olduğuna inanıyor. En sık görüleninse bilgisizlikten kaynaklandığını düşünüyor. Kişinin ‘benliğinin’ ne olduğu hakkında yanlış bir düşüncesi vardır ve potansiyel benliğinin varlığından habersizdir. Bu tür bir bilgisizlik mutluluk hissine yakındır ki Kierkegaard bunun umutsuzluk sayılabileceğinden bile emin değil.

O, gerçek umutsuzluğun kendi benliğiyle ilgili farkındalığın artmasıyla ortaya çıktığını öne sürüyor. Bu sıradışı önermenin açılımını da şöyle yapıyor. İnsan, bir şeyler yanlış gittiğinde, umutsuzluğa kapılmış gibi görünebilir. Duruma daha yakından bakıldığında kişinin olan olaydan değil, kendinden umutsuzluk duyduğu açıkça görülür. Bir amaca ulaşmayı başaramayan benlik tahammül edilemez hale gelir. Kişi farklı bir benlikle umutsuzluk içinde kalakalmıştır.

Çözüm ise filozofa göre çok basit. Kişinin başka biri olmayı istemek yerine, gerçek benliğini bulma cesaretini göstererek huzuru ve iç uyumu bulabileceği sonucuna varır. Gerçek benliğimizi inkâr etmeye son verdiğimizde ve onu kabullenmemiz durumunda umutsuzluğun yok olacağına inanıyor filozof. Kişinin yaşamdaki amacını bulma ihtiyacına yaptığı vurgu, var oluşçu felsefenin başlangıcı olarak görülüyor. Bu konuda daha da ayrıntılı bilgilenmek ve üzerine düşünmek için Kierkegaard’ın ‘Ölümcül Hastalık Umutsuzluk’ kitabını okumanızı öneririz.

2 - Yeni bilginin üçte ikisini 24 saat içinde unuturuz

Hermann Ebbinghaus (1850-1909)

Ebbinghaus, 1895’te öğrenme ve hafıza üzerinde sistematik olarak çalışan ilk psikolog olmuştur. Ebbinghaus, ezberlediği bir kelime listesinin ne kadarını hatırlayacağını test ederek başlamış işe... Sonunda bir materyali bir saat içinde duyarak öğrenmenin ve hafızaya katmanın onu daha uzun süre hatırlamamızı sağladığını göstermiş. Ebbinghaus’un bellek deneyleri şunları gösteriyor:

- Unutmak, en hızlı ilk 9 saatte gerçekleşir.
- 24 saat sonra ezberlenilen herhangi bir şeyin yaklaşık üçte ikisi unutulmakta.
- Üzerinde çok durulan, en uzun süre hatırlanır.
- Unutulan öğeler ilk kez öğrenilen yeni şeylerden daha hızlı öğrenilir.
- Anlamlı şeyler, sıradan ve anlamsız şeylerden on kat daha uzun süre hatırlanır.
- Uzun bir aradan sonra yinelenen öğrenme seansları herhangi bir konuyu akılda tutmayı kolaylaştırır.
- Bir serinin başında ya da sonuna doğru olan öğeler daha kolay hatırlanır.

3 - Yaşam ve ölüm arasındaki mücadele

Melanie Klein (1882-1960)
‘Çatışan güçler’ teması oldum olası yazarları, filozofları ve bilim insanlarını kendine çekiyor. Bu tür zıt güçler var oluşun vazgeçilmez parçalarıdır ve bunların belki de en güçlüsü yaşam ve ölümle ilgili içgüdülerimizdir. Klein bu ilkel içgüdülerimizin asla üstesinden gelemeyeceğimize inanır. Onlara yaşamlarımız boyunca sahip oluruz ve asla güvenli bir durama gelemeyiz. Geleneksel mutluluk kavramına ulaşmanın imkânsız olduğuna inanıyor.  İnsan yaşamı kaçınılmaz olarak endişe, acı, kayıp ve yıkımla doludur. Bu nedenle de insanlar iki zıt kutup yani ‘yaşam ve ölüm’ içinde yaşamayı öğrenmek zorundalar.

4 - İnsanın asli görevi kendini doğurmak

Erich Fromm (1900-1980)

Yaşamlarımıza anlam bulma becerisi insanoğlunun en belirleyici özelliklerinden. Psikanalist Erich Fromm’a göre bu, aynı zamanda mutluluk dolu bir yol mu tatminsizlik ve sorunlarla dolu bir yolu mu izleyeceğimizi belirler. Yaşamın doğası gereği acı dolu olmasına rağmen otantik bir benlik arama ve inşa etme yoluyla, ona anlam verip katlanılabilir bir hale getirebileceğimize inanır. İnsanın hayatının nihai amacı ‘insanın donatıldığı en değerli nitelik olan yaşam sevgisi’ olarak tanımladığı özelliği geliştirmektir. Sevgi ancak kendimizin ve karşımızdakinin farklılığına ve benzerliğine saygı duyarak mümkünleşiyor.”

5 - İyi bir yaşam, bir durum değil süreçtir

Carl Rogers (1902-1987)

20. yüzyılın en etkili psikoterapistlerinden Carl Rogers, zihinsel sağlığa giden ezoterik bir yol benimseyerek psikoterapi yaklaşımını sonsuza dek değiştirmiştir. Ona göre insanlık kalın çizgilerle bölünmüş kategorilere sığmak için fazla çeşitlidir. Gerçekte var oluşun amacının herhangi bir varış noktasına ulaşmak olmadığını, var oluşun ölene dek giden bir keşif olduğunu ileri sürer. İyi bir yaşamın tadını çıkarmak için şunlara ihtiyaç vardır.
Denemeye tamamen açık olmak, anı yaşamak, kendine güvenmek, seçimler için sorumluluk almak, koşulsuz olumlu bakmak formülün önemli kısmını oluşturuyor.

6 - Bir insan ne olabilecekse o olmalıdır

Abraham Maslow (1908-1970)

Yine aynı soruyla başlıyoruz. Neden dünyadayız ve amacımız nedir? Bu sorunun altında yatan şeyse, bizi neyin gerçekten doyuma ulaştıracağını tanımlama ihtiyacı… Psikolojide hümanist akımın kurucularından Maslow ise bu konuda düşüncelerini aşk, umut inanç, tinsellik, bireysellik ve var oluş üzerine odaklıyor ve şunları söylüyor: “Birey en yüksek bilinç seviyesine ulaşmak ve potansiyelini en iyi şekilde gerçekleştirmek için yaşamdaki gerçek amacını keşfetmeli ve onun peşinden gitmelidir.” Maslow bunu da ‘kendini gerçekleştirmek’ olarak tanımlar.

7 - Acı, anlam kazandığı anda artık acı değidir

Viktor Frankl (1905-1997)

‘İnsanın Anlam Arayışı’ adlı kitabın yazarı Frankl, insanların acı dolu olaylara dayanabilmelerini ve bunları arkalarında bırakabilmelerini sağlayan iki psikolojik gücün olduğunu anlatır. Bunlar karar verme kapasitesi ve davranış özgürlüğüdür. Frankl, çevremizin ya da olayların insafında olmadığımızı çünkü onların bizi nasıl şekillendireceklerine kendimizin karar verdiğini vurguluyor. Acıya anlam yüklenince dayanılır kılınır; ‘acı bir anlam kazandığı andan itibaren acı olmaktan çıkar’. Frankl’a göre anlam ‘icat etmekten çok keşfettiğimiz bir şeydir’ ve bunu kişi kendi bulmalıdır.

Leave a Reply