Aşırı özgüven mutsuz ediyor

KADIN - SAĞLIK

25 Mayıs 2012

Sanılanın aksine kendilerine aşırı bir özgüven ve özsaygı aşılanmış gençlerin çoğu mutsuz.

reklam

Sanılanın aksine aileleri tarafından kendilerine aşırı bir özgüven ve özsaygı aşılanmış gençlerin çoğu mutsuz.

Bilim Teknik/ Cumhuriyet - Dünya nüfusunun yaş ortalaması 29. Batıda Y Kuşağı olarak isimlendirilen, 1980-2000 yılları arasında doğmuş olan bu genç insanlar, bugün dünya nüfusunun büyük bir kısmını oluşturuyor. Bu kuşağın en belirgin özelliği aileleri tarafından kendilerine aşırı bir özgüven ve özsaygı aşılanmış olması. Ne var ki sanılanın aksine çoğu mutsuz. Çocuk gelişim uzmanlarına göre doyumsuzluklarının nedeni, sürekli bir ilgi açlığı çekmeleri ve beklentilerinin karşılanmaması. Bugün çocuklara özgüven aşılamak yerine özdenetimlerini güçlendirmeye çalışmanın daha doğru olduğu belirtiliyor.

Her kuşak çocuk eğitiminde farklı bir yol izliyor. Bunun başlıca nedeni, her kuşağın başarısızlık ve mutsuzluklarının faturasını kendilerini yetiştirenlere kesmesi. Kendi çocuklarının da aynı kaderi paylaşmaması için ebeveynlerinden farklı bir yol izleyen insanlar, sonuçta kendilerinden farklı düşünen ve davranan kuşaklar yetiştiriyor.

Bugünün gençlerinin büyük bir kısmı 1970’lerin ortası, 2000’lerin başlarında doğmuş olan ve Batıda Y Kuşağı olarak nitelendirilen bir kuşağı oluşturuyor. San Diego Eyalet Üniversitesi’nden psikolog Jean Twenge’e göre Y Kuşağı’nın en belirgin özelliği aşırı şişirilmiş bir egoya sahip olmaları. O dönemde doğan çocuklara gereğinden fazla özgüven aşılandığını ileri süren Twenge, bugünün gençliğini oluşturan bu insanların başkaları tarafından şımarık, küstah ve narsisist olarak algılanmasının normal karşılanması gerektiğini belirtiyor. Daha da kötüsü, bu kuşak sürekli ilgi açlığı çekiyor ve doğal olarak beklentileri karşılanmadığı için karamsar ve doyumsuz bireyler haline geliyor.


Suçlu: Öğretmenler, ebeveynler ve diğer yetişkinler

Y Kuşağı’nın yetiştirilme tarzını eleştirenler, çok küçük yaşta çocuklarının egolarını aşırı şişirdiklerinden dolayı ebeveynleri, öğretmenleri ve yetiştirmede payı olan diğer yetişkinleri suçluyor.

Bu eleştiriler yalnızca Y Kuşağına yönelik değil; 1980’li yıllardan sonra başlayan ve bugün hâlâ devam eden çocuk yetiştirme felsefesini de hedef alıyor. Aslında bu felsefe, daha önceki kuşağın, yeterli özgüvene sahip olmadıkları için başarısız olduklarını düşünmelerinden kaynaklanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nın sonlanmasından sonra 1946 ile 1964 yılları arasında doğanları kapsayan bu kuşak (Batı’da Baby Boom Generation olarak biliniyor), çocuklarının başarılı ve mutlu olmaları için yüksek bir özgüveninin gerekli olduğunu düşünüyor.

Peki bu felsefe gerçekten amacına ulaştı mı? Bugünün gençleri önceki kuşaklara göre daha mı bencil? Eğer öyleyse bu sorun yaratıyor mu? Bugün Batı tarzı çocuk eğitiminin çekirdeğini oluşturan özgüven, toplumsal yaşamın aksayan yönlerinin tek sorumlusu olabilir mi?

Özgüven artırıcı herşey öncelikli

Psikolog Twenge, Y Kuşağının dopingli egosunun ne gibi sonuçlara yol açtığını anlamak için 2009 yılında Amerikan üniversitelerinde okuyan 9 bin birinci sınıf öğrencisi üzerinde bir çalışma yürüttü. Bu araştırmadan elde ettiği sonuçları, 1966 yılındaki başka bir benzer araştırmadan çıkan sonuçlarla karşılaştırdı. 2009 yılında öğrencilerin %52’si özgüvenlerinin ortalamanın üzerinde olduğunu beyan ederken bu oran 1966 yılında %30 civarındaydı. Bugünün öğrencileri ise entellektüel özgüven, kalabalık önünde konuşma yeteneği ve liderlik becerisi gibi alanlarda 1966 kuşağından %50 daha üstün olduklarını belirtiyor (Self and Identity, DOI: 10.1080/15298868.2011.576820).

Y Kuşağı için özgüvenin ne denli önemli olduğu 2010 yılında gerçekleştirilen bir deney ile iyice su yüzüne çıktı. Columbus’taki Ohio Eyalet Üniversitesi’nden Brad Bushman önderliğinde bir araştırma ekibi, üniversite öğrencilerinin özgüvenlerini artıran bir olaya –akademik başarılarından dolayı övgü veya derslerden yüksek bir not almak gibi- insanlığı yüzyıllardır motive eden başka olaylardan –zevkli bir yemek yemek veya sevilen kişi ile cinsel ilişkiye girmek gibi- daha fazla önem verdiklerini ortaya çıkarttı. Öğrenciler, ayrıca, para kazanma, içki içmek veya eski bir dosta zaman ayırmak yerine, özgüvenlerini pekiştiren başka bir etkinliğe zaman ayırmayı tercih ettiklerini belirttiler (Journal of Personality, DOI: 10.1111/j.14676494.2010.00712.X).

“Bugünün gençleri önceki kuşaklara göre daha mı bencil?” sorusunun yanıtını araştıran Davis’teki Kaliforniya Üniversitesi’nden Kali Trzesniewsky, 400.000 Amerikan lise öğrencisi üzerinde bir çalışma yürüttü. 1976 yılından başlayarak 30 yıl boyunca öğrencileri izleyen Trzesniewski, bireylerin daha bencil olduklarına ilişkin bir bulguyla karşılaşmadığını belirterek şöyle konuşuyor: “Yalnızca Y kuşağı değil, herkes giderek daha benmerkezci oluyor. Ancak diğer kuşaklarla ilgili elimizde çok kısıtlı bilgi olduğu için sağlıklı bir karşılaştırma yapmak mümkün değil.”

Cömert bir nesil (mi?)

Massachusetts, Worcester’deki Clark Üniversitesi’nden ergenlik dönemi psikoloğu Jeffrey Arnett, Y Kuşağı’nın benmerkezci olduğu konusunda kuşkulu. Genç neslin gönüllü çalışmalara daha fazla zaman ayırdığını, sosyal eşitsizliklere karşı daha fazla sesini yükselttiğini, dolayısıyla bencil olduklarını düşünmediğini söylüyor.

Gelgelelim, araştırmacıların çoğu gençlerin eski kuşaklara göre daha güçlü bir egoya sahip olduğunu düşünüyor ve gözlemlerinin de düşüncelerini doğruladığını belirtiyor. En azından bu ABD’de böyle.. Bu konuda en fazla araştırmanın yapıldığı yer olan ABD’de, özgüven ve özsaygının arttığı yönünde somut veriler söz konusu. Ne var ki bu veriler özgüven artışının ne gibi sorunlara yol açıklamakta yetersiz. Özgüven sözcüğünü 1890’lı yıllarda psikoloji bilimine kazandıran Amerikalı psikolog William James bu kavramı, “kişinin başarılarının hedeflerine olan oranı” olarak tanımlanıyor. Başka bir deyişle özgüven, kendi değerinizle ilgili öznel bir ölçümdür; bu değer, hedeflerinize ulaştıkça artar. Bu açıklama, özgüvenin sözlükteki “Kişinin kendisiyle ilgili olumlu görüşü veya saygısı” tanımıyla da örtüşüyor. Peki bunun nesi yanlış?


Özgüven mi, kibir mi?

Son günlerde özgüvene bir ikinci anlam daha atfediliyor: “Kişinin kendisiyle ilgili aşırı olumlu görüşü; kibir”. Bu ikinci tanım, Twenge’e göre Y kuşağına daha iyi uyuyor. İşte sorunun kaynağı bu. Öncelikle, şişirilmiş egolar pek çok genç insanda gerçekdışı beklentilerin oluşmasına ve bu beklentilere ulaşılmadığı zaman da depresyona yol açıyor. Twenge, işte bu nedene bağlı olarak ABD’de 12 yaşından büyük her 9 Amerikalıdan birinin antidepresan kullandığını belirtiyor. Bu oran 1980’li yıllara göre dört misli artmış durumda.

Twenge tehlikeli biçimde şişirilmiş özgüvenin bir diğer olumsuz işaretinin de narsisizm olduğunu belirtiyor. Bir araştırmaya göre 2006 yılında üniversite öğrencilerinde narsisizm eğilimi 1980’li yıllara göre iki misli artmış. Narsisist kişilikler, eleştiriye tahammül edemez; aldatmaya yatkındır; daha saldırgandır. Bu kişiler sınavlardan aldıkları notlar için öğretmenleriyle tartışmaktan çekinmez ve fiziksel görünüşlerine çok önem verir. Twenge Amerikan halkının plastik cerrahiye diğer ülkelerdekilerden daha fazla başvurmasının altında narsisist eğilimlerinin yattığını sanıyor.


Bireyselcilik ön planda

“Bireyselciliği gereğinden fazla önemsedik” diye konuşan Twenge, bunun etkilerini popüler kültürde sık sık gördüğümüzü belirtiyor. Kentucky Üniversitesi’nden sosyal psikolog Nathan DeWall ile birlikte bireyselciliğin düzeyini ölçmeyi hedefleyen Twenge, son olarak 1980 ile 2007 arasındaki yıllarda popüler şarkı sözlerindeki “Ben” sözcüğünün kullanım sıklığını araştırdı. Aynı zamanda “insanın kendi dışındaki diğer insanlara”, sosyal etkileşime ve olumlu duygulara ilişkin sözcüklerin de ne sıklıkla kullanıldığını tespit etti. “Ben” sözcüğündeki kullanım sıklığındaki artışa karşın, ikinci gruptaki sözcüklerin sıklığında belirgin bir azalma olduğu görüldü (Psychology of Aesthetics, Creativity, and the Arts, vol 5, p 200). Twenge’ye göre bireyselciliğin bu kadar öne çıkmasının nedeni şu dört etmen:

• Çocuk yetiştirme tarzındaki değişiklikler

• Ünlü insanların yarattığı kült

• İnternet

• Bankalardan kredi alma kolaylığı

Twenge, “Bütün bunlar dış görüntünün, gerçeklerden, işin özünden daha fazla göz boyamasına zemin hazırlıyor, önemli olmasını sağlıyor” diye konuşuyor.


Yanlış anlamadan doğan haraket

Diğer araştırmacılar ise bu özgüven patlamasından 1980’lerde Kaliforniya’da başlayan özgüven hareketini sorumlu tutuyor. Ne yazık ki bu hareket, Duke Üniversitesi’nden Mark Leary’ye göre bir yanlış anlamadan doğdu. O dönemde yapılan araştırmalar, yüksek özgüven ile olumlu yaşam olayları arasında bir korelasyon olduğunu gösteriyordu. Buna dayanarak çocuk yetiştirmenin en iyi yolunun, pozitif geri besleme ve sürekli övgü yoluyla özgüveni pompalamak olduğu sanılıyordu.

2003 yılında Florida Eyalet Üniversitesi’nden Roy Baumeister önderliğinde bir bilim ekibi, literatürü tarayarak özsaygının rolünü araştırdı. Sonuçta ortaya karmakarışık bir tablo çıktı. Araştırmanın sonuçlarına göre yüksek özsaygı daha büyük bir mutluluğa işaret ederken, düşük özsaygı ise depresyon ile bağlantılıydı. Ne var ki beklentilerin aksine, özsaygısı yüksek insanların stres altında daha kolay ve daha sık depresyona girdiği, oysa özsaygısı düşük olanların yaşamın inişleri/çıkışları karşısında daha esnek bir tutum takındığı görüldü. Kaldı ki okul çocuklarının özsaygısını yükseltmenin de okuldaki performanslarını yükseltmediği ortaya çıktı. Hatta yüksek özsaygısı olan çocukların bazen daha başarısız oldukları izlendi.

Karmakarışık bir tablo

Yüksek özsaygının, kız çocuklarını bulimia gibi yeme bozukluklarından korurken, sigara ve içki içme, uyuşturucu kullanma konusunda çocukları engelleyici bir rol oynamadığı da anlaşıldı..

Çalışma hayatında yüksek performans ile yüksek özsaygı arasında bir bağlantı olduğu görülmekle birlikte, korelasyon değişkenlik gösteriyordu ve neden/sonuç ilişkisi net değildi. Kaldı ki yüksek özsaygı, bir ilişkinin ne süresi ne de kalitesi hakkında tahminlerde bulunmaya izin vermiyordu. Ortaya çıkan bu tablo bütün olarak o kadar karışıktı ki, Baumeister ve ekibi, özsaygıyı pekiştirecek eğitim programlarına onay verip vermeme konusunda kararsız kaldılar (Psychological Science in the Public Interest, vol 4, p 1)

Özsaygı neden değil, sonuç

Bugün psikologların ortak görüşü şöyle: Yüksek özgüven ve özsaygı olumlu yaşam olaylarının bir sonucudur, nedeni değil. Ne var ki bu mesajın ebeveynlere ve öğretmenlere ulaştığı pek söylenemez. Leary ise işi bir adım daha ileri götürerek, yapay olarak şişirilen, gerçek bir yeteneğe veya beceriye dayanmayan özsaygının aslında bir değeri olmadığını söylüyor.

Bu arada Oxford Üniversitesi’nden eğitim psikoloğu Herbert Marsh özsaygının öz-kavram olarak nitelendirilen bir bütünün parçası olduğuna inanıyor. Öz-kavram, kişinin etnik ve akademik kimliğini ve cinsiyetini kapsayan bir bütündür. Marsh’a göre iyi bir öz-kavram ve yüksek dozda bir akademik başarı birbirinin hem nedeni, hem de sonucudur. “Öğretmenlerin işi bu nedenle çok zordur” diye konuşan Marsh, “Öğretmenler yalnızca beceri kazandırmakla yükümlü değil, aynı zamanda özgüveni de sağlamak zorunda. Ve daha sonra bu ikisini birbiriyle bağdaştırması gerekiyor” diyor.


Egoyu şişirmek yerine, özdenetimi güçlendirmek

Baumeister, çocukların egosunu şişirmekten çok, özdenetim yeteneğini geliştirmemiz gerektiğini öne sürüyor; başarılı bir yaşamın sırrının özsaygının değil iradenin güçlendirilmesinde yattığını savunuyor. Bu görüşe göre çocuklar öncelikle dürtülerini kontrol etmesini öğrenmeli ve hedefe ulaşmak için güçlükler karşısında yılmadan, azimle çalışma alışkanlığını edinmeli. Özgüven bu aşamalardan sonra otomatikman yükselecektir.

Baumeister ailelere ve öğretmenlere, çocuklarına öz-disiplin kazandırmak için iyi alışkanlıklar edinmelerine yardımcı olmalarını öneriyor. Bir diğer önerisi de sürekli ve anlamsız övgüler yerine, gerçek başarıyı teşvik etmeleri..


Daha pragmatik bir yaklaşım

Baumeister’ın yaklaşımını çok sert ve acımasız bulanlara, Leary’nin daha pragmatik yaklaşımı öneriliyor. Leary’nin önerisi şöyle: “Aileler, çocuklarını hata yapsalar dahi, her koşulda sevdiklerine ve hatalarını düzeltecek potansiyele sahip olduklarına inandırmalı.Çocuklarınıza karşı dürüst olun. Yerli yersiz övgülerle çocuklarınızı kandırmayın. Dünyanın en müthiş çocuğu olduğunu söylemeyin. Zira hiçbir çocuk dünyanın en müthiş çocuğu değildir.”

Türkçesi: Reyhan Oksay

Leave a Reply