Aldatmanın yeni adı; ayaküstü sadakatsizlik

MERVE ÖZAYTEKİN

mozaytekin@posta.com.tr

Yıllarca Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nde eğitmenlik yapmış, duygusal zeka hakkında çalışmalarda bulunmuş. Danışanlarından kadın-erkek arasındaki sorunları yıllarca dinlemiş. Kitabında erkek ve kadın monologlarına yer vererek, özgün hikayeler oluşturmuş.

Farklı bir tarzı var. Belgin Altop ilişkilerin temel düğüm noktalarını o kadar çok gözlemlemiş ki buluştuk ve hepimizin merak ettiği günümüz ilişki problemlerini sordum...

Sizi kitabınızla tanıdık. Siz kimsiniz?

Aslen İzmir-Karşıyakalı’yım. İzmir Amerikan Kız Koleji’nden sonra ODTÜ Psikoloji Bölümü’nde okudum. Master ve doktoranın ardından Boğaziçi Üniversite’nde ders vermeye başladım. Kimya yüksek mühendisi olan eşimle Amerika’ya yerleştik. O Yale Üniversitesi’nde MBA yaparken ben de Amerika’da bir yuvada çalıştım. Döndüğümde eğitmenliğe devam ettim. Duygusal zeka ve iletişim hakkında çalışmalar yapıyor, dersler veriyorum.

Duygusal zeka nedir?

Psikolojide birtakım zeka testleri uygulanır. Ancak bu testleri yaparken dikkatli olmak gerektiğini ve de sakıncaları olduğunu gördüm. Amerikalı psikolog Daniel Goleman’nın duygusal zeka ile ilgili yaklaşımı daha çok hoşuma gitti. Adem’le Havva’dan beri aslında duygusal zeka var. IQ’ya zeka, EQ yani duygusal zekaya ise akıl diyorum.

Kadın-erkek ilişkisindeki önemi ne?

İlişkilerde aklını da katarak zekanı kullandığın zaman farklı bir kişilik oluyor, daha kolay bir hayat, sağlıklı bir ilişki yürütebiliyorsun. Duygusal zeka kadınerkek ilişkilerinde iletişimi kolaylaştırıyor. Duygusal zekanın bileşenleri olan empati, tolerans, affedebilmek, pozitif bakış açısı gibi birçok etken aslında dünyaya geldiğimizden beri bizde var. Ama toplumun baskısıyla, yetiştirilme tarzıyla zamanla unutuluyor. Ego da işin içine girince iyice köreliyor. İyi haber şu ki psikolojik çalışmalarla, duygusal zeka yükseltilebiliyor, iletişim düzeliyor ve tekrar eski seviyesine inmiyor. Empatiyi, toleransı taa kalbimizde hissedebiliyoruz.

Gerçek hayatta duygusal zeka eksikliğini nasıl yaşıyoruz?

Duygusal zeka sahici olarak yükselmişse iletişimde yanlış yapma olasılığınız az. Duygusal zekanın göstergesi olarak sözlü judoyu sözlü karate yerine öneriyorum. Örneğin size biri sözlü saldırıda bulundu. Siz ona onun gibi sert bir şekilde çıkıştığınızda, ucu açık olmayan çatışmalar, tartışmalar çıkıyor. Bu sözlü karatedir. Eğer sözlü judoyu yapmayı seçerseniz, karşınızdakinin enerjisini görüp iki tarafın da hayrına bir hamle yaparsınız.

Bunu bir diyalogla açıklar mısınız?

Diyelim ofisinize biri bağırarak girdi. Siz “Bu dediğiniz benim işim mi yahu” diyerek bağırdınız, çıkıştınız. Sözlü karateyi başlatmışsınız demektir. Gelene “Sakin ol” da dememelisiniz. Bu sefer karşınızdaki “Ben zaten sakinim” diye çıkışacaktır. “Tamam seni dinliyorum” dedikten sonra, karşı tarafı dinlemelisiniz. Dinledikten sonra “Doğru mu anladım şimdi” diyerek, söylediklerini teyid etmelisiniz. Anladığınızı kendi sözcüklerinizle anlatmalısınız. Karşınızdaki “Evet öyle dedim” diyene kadar anlatmalısınız. Karşımızdakinin neye kızdığını keşfedene kadar hem siniri yatışmış olur, hem de anlaşmazlığı çözersiniz. Karı-koca ilişkisinde de bu böyledir. Eğer eşinizi siz seçtiyseniz, onu zaten dinlemek zorundasız. Diğerini yaptığınızda ego sivriliyor, yontulmamış şekilde ortaya çıkıyor. Sonu olmayan tartışmalara yol açıyorsunuz.

‘Sadakatsizlik çoğaldı’

Günümüzde ilişkilerde iletişim kaynaklı ne gibi sorunlar çıkıyor? Sadakat sorunu çok. Nedeniyse günümüzde koşulların uygun olması. İletişim ortamı sosyal medyaya taşındı. Teknolojinin bu kadar gelişmesi hem bir lütuf, hem de bir ceza gibi sanki. Bir kere ayaküstü sadakatsizlik çok kolaylaştı. Evlilikler de kısa ömürlü oldu. Danışanlarım eskiden sevgilisi telefonla aradı aramadı diyordu. Şimdi Facebook’ta mı, Twitter’da ne dedi, ‘Aa Instagram’da kiminle fotoğrafını eklemiş’ gibi her yerden takip etmeye başladı.

Bunun zararı ne?

Kafalar karışıyor. İyi, düzgün birini bulduğunuzu düşündüğünüz anda, sosyal medyadaki bütün verileri topluyorsunuz. Erkek ‘iyi bir kız buldum’ derken, bakıyor bir başka erkekle fotoğrafı var, yorumları okuyor, ‘Yok hiç de düşündüğüm gibi biri değilmiş’ diyerek vazgeçiyor. Aslında sosyal medya çiftler arasında da güven duygusunu zedeliyor.

Siz ne öneriyorsunuz?

Danışanlarıma onların niyetini de alarak sosyal medyayı yasaklıyorum. Takip etmemesini söylüyorum. Bazısı durduramıyor, takibe devam ediyor.

Kontrolsüzlük, tatminsizlik fazla.

Erkekler de kadınlar da iyi bir eş bulamadığından yakınıyor. Sizce nedeni ne?

Eskiden insanların karşısına sevdiği, sevebildiği, kendisine önem ve değer veren, düşünen biri çıktığında “Daha iyisini bulayım” demiyordu. Şimdi diyor, arıyor. Danışanlarım ve öğrencilerimden fazlasıyla “Sevgilim çok iyi. Ama sonradan bir şey yaşarsak, ya ayrılırsak” diye kaygılanmaya başlıyor. Ve sonuç olarak, aslında mutlu bir ilişkisi varken “Ya daha iyisini bulursam” diyor. Büyük tatminsizlik var. Pozitif risk almak ve sabır, sebat etmek gerekiyor. Mutsuz olunca ilişki bitirilir, olmuyorsa olmuyor denir. Mutluyken ayrılmak isteyen, mutluluktan pek de tatmin olmayan kişi sayısı artıyor. Zaten her seçiş de bir vazgeçiştir. Bunu kabullenmek lazım.

Tatminsizliğin nedeni ne?

Başka hayatlara kıskançlık var. İlişkiler bu nedenle de bitiyor. Televizyon dizilerinde, filmlerde öyle aşklar yaşanıyor ki, ‘Aman Tanrım benim de böyle bir ilişkim olsun’ deniyor. Kimse kendi koşullarında aşk yaşamak istemiyor. Ya da başka birinin ilişkisi gözlemleniyor. “Benim ilişkim neden böyle değil?” deniyor. Kıskançlığı dengelemek, iyi özenmeye çevirmek gerekiyor. Diğer ilişkide daha güzel gözüken ne varsa, beğendiğim tarafları kendi ilişkime nasıl uygularım diye düşünmek gerekiyor. Evlilik teklifi bekleyen kızlar, eğer gerçekten karşısındakinin evlenme teklifi etmekten çekindiğini düşünüyorsa, kendisi evlenme teklif etsin. O erkekte de belki reddedilme korkusu vardır. Ben stratejilerden hoşlanmıyorum. Kadın adamı çok seviyorsa, adam da kadını çok seviyorsa, kadın etsin evlenme teklifini, bunda ne var? Beklenti ne yazık ki neşeyi azaltıyor. Beklenti yüksekse beklediğimizin daha azını alıyorsak çok üzülüyoruz. Ama beklentimizi biraz indirirsek daha mutlu oluruz.

Bekarız ve ne aradığımızı biliyoruz. Fakat çoğu kişinin arayıp da doğruyu bulduğu pek söylenemez...

Çünkü kafada bir ajanda var. İyi eğitimli olsun, zengin olsun, tipi şöyle olsun, o olsun bu olsun... Bazen hem kekeme, hem de geveze olsun istiyoruz! Peki biz bunların ne kadarına sahibiz? Önce bunu sormalıyız. Bir de illa şartların birebir uyuşması gerekli değil. Bence tüm numara ruhsal bütünleşmenin sağlanmasında gizli. Bazen bunların hepsi oluyor ama ruhsal bütünleşme olmuyor. İlişki yürümez. Bir de aradığım kişi karşıma çıksın diye odaklanırsanız, sürekli birini bulmak endişesiyle etrafa saldırırsanız bilinçaltına korku yerleştirirsiniz.

Neymiş o korku?

Ya bulamazsam korkusu! İyi niyetle birini bulmaya çalışırken “Bu kadar uğraşmama rağmen ya bulamazsam” cümlesi bilinçaltında çalışmaya başlıyor. Bu korku gelecek olanı da erteliyor ya da engelliyor. Tıpkı zayıflayacağım deyip her türlü rejimi deneyip zayıflayamamak gibi. Ne zaman ki vücudunuzla barışırsınız, o zaman zayıflarsınız. İlişkide de böyledir. İngilizce bir söz vardır: ‘What you resist will persist’ yani neye direnç gösterirsek o hayatımızda kalır!

‘Cinsel hayata fanteziler katılmalı’

İlişkilerin ya da henüz flört dönemindeki ilişkilerin bozulmaması için ne önerirsiniz?

Birini bulmak için sahici olmamız, stratejilerden sakınmamız gerek. Doğallığımızı bozmayacağız. Olduğunuz gibi hareket edin. Ne daha fazlası, ne de daha azı. İlişkileri bir de telefonla mesajlaşma çıkmaza sokuyor. Diyelim sevgilinize kızdınız, mesaj atmak istiyorsunuz. Atmayın. Düşüncelerinizi yazın ama yollayacağınız kişiye mesajı atmayın. Çünkü birkaç saat sonra o sinirli halinizi sakinleştirmiş olacaksınız. Aynılarını düşünmeyebilirsiniz. Yazdığınız komik gelebilir. Bazen çiftler arasında mesajlaşmak, mesajlaşarak tartışma takıntı haline bile geliyor. Çiftlere önerim, aranızda bir konu varsa akşamı bekleyin, hatta mümkünse telefonda bile konuşmayın, karşılıklı konuşmayı bekleyin. İletişimi sosyal medya, mesajlaşma mahvetti. Üçüncü sayfa haberlerinde bile teknolojinin insanların hayatlarını ne kadar bozduğunu okuyabilirsiniz.

Uzun soluklu bir ilişkinin sırrı ne?

Duygusal zekanın yaratıcılığı devreye girmek zorunda, sır burada. Çiftlerden kimin imkanı varsa, ilişkiye yaratıcılık, tatlı bir heyecan katmalı. Seyahat, imkan yoksa şehir içinde bir kaçamak olabilir. Masaj randevusu alınabilir. Cinsel hayatta gerekirse, iki tarafın da onayıyla fanteziler kullanılmalı. Kadınların anneliği dozunda yaşaması gerek. İnsanın çocuğu çok kıymetli. İlgilenmek şart ama cinselliği ötelemek erkeği itiyor. Erkek ilgi ve şefkat bekliyor.

Kıskançlığı nasıl engelleriz?

Kıskançlık otobüsüne binmemeye çalışarak. Diyelim eşiniz işte. İş telefonundan gerekmedikçe aramamak gerek. Eğer ararsanız ve bulamazsanız, kafanızda kurmaya başlayabilirsiniz. Kıskançlık otobüsüne bir kere bindiniz mi, kafanızda hikayeler kurmak çok kolay. Sonrasında eşinizden açıklama bekleyeceksiniz. Üstünde baskı hissedecek. Bu doğru değil. Onun kendi hayatı da var. Eğer bir şeyden şüpheleniyorsak sormalıyız. Zaten er ya da geç sadakatsizlik varsa ortaya çıkar, fazla düşünmeyin.

Doğru eşi bulduğumuzu nasıl anlayacağız?

Gönlünüz akıyorsa, onun size şefkat, ilgi, önem verdiğine inanıyorsanız, o da sizinle birlikte olmak istiyorsa neden olmasın? Devam. Daha iyisi olur mu diye artık düşünmeyin. Gözüm ondan başkasını pek görmüyor, ee o da bana bakıyor, demek aynı yöne doğru gidebiliriz demekte yarar var.

(20.05.2012 tarihli Pazar Postası'ndan alınmıştır.)

Leave a Reply