Psikoloji Değil, Zihniyet Meselesi

Bir önceki yazımda, Türkiye’de sağlıklı, güvenilir bir demokratikleşme arzulanıyor idiyse, adam akıllı bir sorgulama, yüzleşme, hesaplaşma süreci yaşamamız gerekiyordu, bunu yapamadık demiştim. Dahası, iktidarın son olaylar karşısındaki tavrını Başbakan’ın psikolojisi veya ‘iktidar zehirlenmesi’ gibi muğlak ifadeler ile açıklamaya çalışmak yerine bir zihniyet sorgulaması üzerinden anlamaya çalışmak gerekiyor diye düşünüyorum. Şimdi bu konuyu son olaylar çerçevesinde biraz açayım isterseniz, zira mesele kişisel psikoloji değil, siyasal zihniyet meselesi.

Her şeyden önce, göz önünde bulundurmamız gereken bir şey var; Türkiye’de bir değil, iki otoriter siyaset geleneği mevcut. Sağ-muhafazakar siyaset geleneği en az Kemalist-cumhuriyetçi gelenek kadar otoriter. Ama nedense kimse bu geleneği ve onun taşıyıcısı olan iktidarın zihniyetini sonuna kadar sorgulamaya yanaşmıyor.

Oysa, Gezi parkı protestolarına Başbakan ve iktidar çevresinin başından beri nasıl baktığı ortadaydı, işler çığrından çıkınca, ılımlı ve sağduyulu  bir adım atmak yerine gerilimi arttırma nedenleri de işte bu zihniyet dünyasının sonucu. Bakın size bir örnek vereyim; Başbakan başta olmak üzere, mevcut iktidar çevresinin ‘büyük üstat’ olarak gördükleri Necip Fazıl, Menderes dönemine ilişkin değerlendirme yaparken, bir noktada ‘Üniversite olayları karşısında ne tavır alınabilirdi?’ sorusuna cevaben, “Hükümet kuvvetlerine karşı fiile karşı duran Halk Partisi sevk ve idaresindeki sözde gençlik yığınlarından bir buçuk ölü yerine 150 ölü verdirilseydi ortada hükümet bulunduğu anlaşılır ve bir şey olmazdı. Avrupa’nın nice demokratik ülkesinden bin misal…” diyor (Benim Gözümde Menderes, 1993, 428). Bu nasıl bir zihniyet, siz karar verin. Bu düşünce yapısından hareket eden bir iktidar bugün neler yapmaz, siz hesap edin.

Başbakan’ın son dönemde, sürekli Menderes dönemine gönderme yapması boşuna değil! İktidar çevresi, olaylara kendi baktıkları çerçeveden, ‘Menderes’i astılar, Özal’ı zehirlemeye kalktılar, Erdoğan’ı yedirmeyiz’ lafının gereğini yapıyorlar. Esin kaynakları üstadları Necip Fazıl. Yine şükredelim, dünya değişti ve olaylar o derece feci bir noktaya evrilmedi. Ancak bu zihniyet dünyası ile yüzleşmekte fayda var. Demokratik bir gelecek adına Kemalizm ile hesaplaşmak zaruri idi, nitekim bu Kemalist statüko ta 2008 yılında işi Ak Partisini kapatma davası açacak şekilde ayakta idi. Ama o hamle çok şükür sonları oldu.

Diğer taraftan, Kemalizme karşı tepki olarak gelişen sağ—muhafazakar zihniyet ve bu zihniyetin siyasi tarihiyle yüzleşmek bir tarafa bırakılmamalı. İktidar ve çevresi, bu zihniyeti geride bırakmak bir yana sürekli canlı kılıyor, bunu artık görelim.

Bu yıl Necip Fazıl’ın vefatının 30. Yıldönümü özel bir önemle anıldı. Anma etkinlikleri Cumhurbaşkanı himayesinde yapıldı. Anma etkinlikleri çerçevesinde eserlerinden beş yüz bin adet basılıp, ilk, orta, lise ve üniversitelere dağıtılacağı muştulandı. Star gazetesi Büyük Doğu dergisinin tıpkıbasımlarını ek olarak yayınlıyor. Demek ki geçmişte kalan bir zihniyetden değil, yeniden iktidar tarafından canlı tutulan bir zihniyetden söz ediyoruz.

Yine, Necip Fazıl, Menderes dönemi Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri’den aktarıyor, “Milliyetçi ve mukadderatçı gençliği kendi elimizle boğduğumuzu ve onu yetiştirmiş olsaydık bugün elimizde en önemli mukabil kuvvet bulunacak olduğunu konuşuyorduk… onların yalnız Halk Partisine aleyhtarlığı ile bugün faydaların en büyüğünü sağlamış olmaz mıydık?” ( A.g.e, 422)

‘Üstad’, birlikte yaşanacak bir ülke hayalinin düşünürü değil, Menderes’e karşı yapılan askeri darbe ardından da muhasebe yaparken, ‘askeri  siyasetten uzaklaştırmak lazımdı’ diye hayıflanmıyor, Halk Partisi ve taraftarları güç yolu ile nasıl bertaraf edilirdi, onun muhasebesini yapıyor. Üstad’ın genel olarak nasıl kıyıcı, çatışmacı, dışlayıcı bir fikir dünyasını bilenler bilir. İşte okullara dağıtılacak eserlerin taşıdığı zihniyet dünyası budur. Bu tablo karşısında biraz durup düşünmek gerekmez mi? Mesele sadece o üstad da değildir, sağ zihniyet dünyasının düşünce ve siyaset mirasına yakından bakmak gerekir. Bu miras, laik çevrelerin sandıkları gibi, İslamın düşüncesi mirası değil, sağ-otoriter siyaset zihniyeti mirasıdır.

Özgür ve demokratik bir gelecek kurmak için, gerçekten de geçmişle yüzleşmek gerekiyor. Zira geçmiş zaten geçmişte kalmış değil, farklı biçimlerde yeniden üretiliyor. Kemalist geçmişin bugün vardığı yer ‘ulusalcılık’ olarak önümüzü kesiyor. Peki ama, bugün başımıza gelenleri anlamak için,  sağ-muhafazakar geçmişin devamının iktidar olarak başımızda olmasının sonuçlarına da kafa yormak gerekmez mi?   

 

Leave a Reply