Psikanalizin Nobel’ini Alan Vamık Volkan

Kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim Prof. Dr. Vamık Volkan. 1979’da, Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat İsrail’de “Araplarla İsrailliler arasında bir duvar var. Bu duvarın yüzde 70’i psikolojiktir” dediğinden beri gruplar arasındaki psikolojinin, toplumsal çatışmaların analizini yapıyor. Dahası, iki hafta önce, psikanalistlere ve psikanalizi yaymaya çalışanlara verilen, “psikanalizin Nobel’i” diye de tanımlanan Mary Sigourney Psikanaliz Ödülü’nü aldı. Bu ödülü alan ilk Türk bilim insanı. 82 yaşında ve hâlâ barış için çalışıyor. Türkiye’deki çözüm sürecinin mimarlarından ama 2009’dan bu yana Türkiye’de bu alanda çalışma yapmıyor, belki de yapamıyor. Malezya’dan, Kolombiya’dan, Almanya’dan davetler alıyor. Uzun yıllardır ABD’de yaşayan Vamık Volkan, “Bu ödül, yalnızca dünya işlerini anlamak için değil, bu meselelerin çözülmesi için de psikanalistlere yer açıldığının tasdiki” diyor. “Ama Ankara’daki olaylar içimi yaktı. Bu nedenle ödülü almanın sevincini duyamadım. İmkân yok. Sevinçli olmanın zamanı değil...”

■ Türkiye’yi bir birey gibi karşınıza alsanız teşhisiniz ne olurdu?

Bir grubu bir bireymiş gibi idare etmek politikacılara mahsus. Türkiye’de birlik yok, o yüzden birey gibi düşünmek imkânsız. Herkese bir lakap takılıyor; ulusçu, dinci vesaire. Teşhisim “kutuplaşma” o yüzden. Türkiye’de kutuplaşmanın yanında bir de korku var. Akademisyenler arasında çok korku var mesela. Politika dışında bunların konuşulması, analiz edilmesi gerekir. Konuşamıyoruz. Bunları kaybettik.

■ Konuştuk aslında... Hatta toplumsal çatışmaların çözümü için bizzat Türkiye’de çalıştınız.

Konuşunca kimseyi öldürmüyorsunuz. 2009’dan beri Türkiye’de bir tek psikopolitik şey yapmış değilim. Ama geçen ay Malezya’daydım. Osmanlı İmparatorluğu’ndan sonra bizde olduğu gibi, bugün Malezya’da “Biz kimiz?”i arıyorlar. İşadamları, sosyologlar, siyaset adamları ve psikologlar bir araya geliyor. Bu ayın sonunda Kolombiya’ya gidiyorum. Hükümet ve gerillalar barış yaptı. Türkiye’de olduğu gibi orası da yas tutan bir ülke. Milyonlarca insan yas içinde. Barış imzaladılar. Ama barış nasıl kurulur, bunu anlamak için müzakere etmeyi bilmek gerek. Ondan sonra da Almanya’ya gidiyorum. Orada da mülteci sorununu konuşacağım. Ama Türkiye’de bu konuları konuşacak ortamı hazırlamaya kimse cesaret edemiyor.

■ Siyaset, kendi gündemi dışında bir alan bırakmıyor mu yani?

Türkiye’de bir seminere gittiğimde bana diyorlar: “Şu bey gelecek, dincidir. Şu hanım gelecek, ulusçudur. O Alevi’dir.” Aziz Sancar’ı benim gelinim tanıyor. Nobel’i aldıktan sonra “Kürt mü değil mi?” diye sormak ne ayıp şey. (BBC sordu.) En kolayı kendi başıma geleni anlatayım. Ben bu ödülü kazandım. Hemen İstanbul’dan birileri mektuplar yazmış “Bu, CIA’nın adamı” diye. Annemi Ermeni, babamı Rum, hanımımı Yahudi yapıyorlar. İsmimi Google’ladığınızda bir resmimi göreceksiniz; 4 yıldızlı bir Amerikan generaliyim ben. Ama bilgisiz adam, kimse bunu yapan, beni sakallı koymuş. Sakallı Amerikan generali yok.

'GERÇEK ÖLÜMLE PSİKOLOJİK ÖLÜM BİR ARAYA GELMİŞ'

■ “Psikolojik ölümün sonuçları fiziksel ölümden daha ağırdır” diyorsunuz. Nedir psikolojik ölüm?

Eğer ben serbest konuşmaktan korkarsam ruhum katledilmiş demektir. Türkiye’de her yerde bunu duyuyorum. Bir arkadaşımın odasına girdim İstanbul’da. Doktor bu adam. Eski bir öğrencim. Profesör olmuş, büyümüş. Odasına gireceğim. Konuşacağımız konu da aile. Bir hastası hakkında... Başka bir şey yok. Bana sekreter “Telefonunuz var mı?” dedi. Odaya almayacakmışım. “Kapalı” dedim. “Kapalı olsa bile dinlerler” diyor. Telefonu dışarıda bırakmak gerekiyormuş. Ne kadar korkunç bir şey bu!

■ Psikolojik ölüm mü bu?

Psikolojik ölümün daniskası bu. Bir de yas tutma meselesi var. Türkiye’de gerçek ölümle psikolojik ölüm bir araya gelmiş.

■ Nasıl yani?

Kaç kişi öldü Türkiye’de son 20 yıl içinde? Diyelim ki 50 bin. Kaç tane annebabası, arkadaşı, kardeşi var bu 50 bin kişinin? Bakın Türkiye’de milyonlarca kişi yas tutuyor. Fakat yas tutmak da paramparça ediliyor. Normal yas tutmak başkadır, travma içinde yas tutmak çok başka bir şeydir. Çünkü öfke var, çaresizlik var. Bazı halledemediğiniz hisler var. Bu psikolojinin değişmesi gerekiyor. Ölenlerin nereye bağlı, hangi taraftan olduklarına bakılıyor Türkiye’de. O vakit, hep birlikte yas tutulmuyor. Yas da kutuplaşmayı derinleştiriyor. İşte bu, travmalı yas hali.

■ Halledemediğimiz hisler nedir?

Diyelim ki Filistin’desiniz. Yolun ortasında, diğer Filistinlilere zulmeden bir İsrailli asker var. İsteğiniz, onu durdurmak. Fakat durdurmaya çalışırsanız başınız belaya girer. O vakit çaresizsiniz. Çaresizlik, yas sürecine girdiği zaman içinizi öldürüyor. Aynı zamanda bir gün bu çaresizlikten kurtulmak için içinizde öfke birikiyor. Yas tutmak, kaybettiğiniz kişiye, onu düşünerek, bazen ağlayarak, bazen gülerek veda etmektir. Ona “Allahaısmarladık” demek... Normal yas süreci böyle bir şey. 90 yaşındaki büyüğünüz öldüğü vakit başka, 3 yaşındaki çocuğunuzu kaybettiğinizde başka... Çeşit çeşit yaslar var. Birisini gömüyorsunuz ama onun imajı, psikolojik ikizi kafanızda. O ikizi de gömmek lazım. Ama onu hemen gömmenin imkânı yok. Onunla yavaş yavaş, konuşa konuşa, hatırlaya hatırlaya, 1-2 senede vedalaşıyorsunuz. O zaman, her an aklınıza gelmiyor. Yas tutmak, kaybedilen kişinin ikiziyle ilişkinizi yavaşlatmak demek.

■ Peki travma varsa?

Çaresizlik, öfke varsa, onurunuz kırılmışsa yas tutma imkânı yok. Kaybettiğiniz kişi her aklınıza geldiğinde öfke duyarsınız. Böylece yas süreci komplikasyona girer. Türkiye’nin psikolojisi, birincisi kutuplaşma, ikincisi yas tutamama. Yas tutamıyoruz. Çok yayıldı. Milyonlarca kişi yas tutmada zorlanıyor. Ankara’da olanları milyonlarca kişi gördü. Ben de görünce ağlamaklı oldum, içim acıdı.

 

■ Çözüm için ne gerekiyor?

Nezaket gerekiyor. Bir annebabanın nezaketi ve hürmeti... “Hep beraber bunun üstesinden geleceğiz” diyecek. Talihliysek öyle birileri çıkacak. El uzatacak. Ama bugün politikacılar konuşunca kimse inanmıyor.

■ “Türkiye, delikanlılık çağında” mı? Delikanlılık çağında yas tutmak daha mı zor?

Bu gibi kıyaslamalar âdetim değildir. Ergenlik zamanı yas tutmanın bir modelidir. Yas tutmayı, ergenlikte biyolojik olarak öğreniriz. Vücudumuzda değişiklik olur. Çocukluk vücudumuza “Allahaısmarladık” deriz. İhtiyaç duyduğumuz anne-babamıza, okula... Bazı şeylere “Allahaısmarladık” diyerek geçmişe yaptığımız yatırımları geleceğe aktarıyoruz. Dünyamız büyüyor. Türkiye’de çok büyük ve olumlu değişiklikler olduğunu görmemezlik edemeyiz. Bunlarla gurur duyarız. Fakat kimlik değişimi sürecinin ortaya koyduğu kayıplar veya kazançlar kutuplaşma ile sonuçlandı. Bu konu ile ilgili yas süreci toplumun baş ağrısı oldu.

■ “Travmatik yas tutma hali milyonlarca kişide var” dediniz. Günlük hayata nasıl etki ediyor bu?

Aile kurarken, iş kurarken... İçinde öç hali duyan, çaresizlik hisseden bir hayli insan var. Dolayısıyla öç almak için verilmiş sözler var. Partiler, insanlar birbirleriyle kavga ediyor. İçinizdeki öç alma duygusunu dışavurmak için siyasete giriyorsunuz. Yahut, çaresizliği büyütüyorsunuz. Bu bakımdan halkın psikolojisiyle büyük grubun psikolojisi arasında bir karmaşa mevcut. “Ben Türk’üm”, “Ben Kürt’üm”, “Ben Alevi’yim” diyenlerin hepsi, aynı duyguları paylaşan birer büyük grup.

'SABLİMASYON DİYE BİR ŞEY VAR, KORKMAYIN'

 ■ Bir kişi neden canlı bomba olur?

Canlı bombalar, kişilik psikolojisiyle yapmıyor bunu. Kişilik psikolojisini duvara asıyor, büyük grubun psikolojisini bir elbise gibi üzerine giyiyor. Yahut dini kullanıyorlar. “Benim büyük grubum, Allah’ın grubudur” diyor. Sözde “Allah’ın en büyük grubu” şimdi IŞİD! Başka Müslümanlar onlar gibi değil. Ben 1990’larda İsrail’de çalıştım. Orada Filistinli canlı bombalar öldükten sonra evlilik töreni yapılıyordu. Düşünün yani. İnsanı aşağı çeken, dini kullanmaktan daha kötü bir şey yok. Din alet edildiğinde soru sorulamaz. Din, insan için mutlaktır. Onu değiştiremezsiniz. Çünkü “Allah’ın emri”. Din kullanılıyor. Başka yerlerde Türkiye’den daha kötü olaylar oldu bu yüzden. Türkiye’de ise ruh katliamı oldu. Korku var Türkiye’de. Herkes korkuyor. Kimse bunları konuşamıyor. Hayır! Konuşmamız lazım.

■ Çok fazla kan görür olduk. O görüntüleri inkâr etmek mi daha kötü, görmek mi?

Görmek de kötü ancak inkâr etmek daha kötü. Bu görüntüler, çaresizlik yaratıyor. Ama ortaya çıkarsa, çaresizlik için “yüceltme”, “sablimasyon” diye bir etki var.
 

■ Nedir sablimasyon?
 

Bu kötü şeyleri, yaratıcılıkla önlemek. Yaratıcılıkla çare bulmak... Heykel yapıyorsun, şiir yazıyorsun, gazetecilik yapıyorsun. Ama iyi gazetecilik... Ben 82 yaşındayım ve hâlâ dünya işleriyle uğraşıyorum. Neden? Ben 27 yaşında Ankara’dan ayrıldım, Amerika’ya geldim. Benim psikolojik kardeşim, oda arkadaşım Kıbrıs’a gitti. Rumlar onu öldürdü. Ben hâlâ daha onun için yapıyorum bunları. “Erol öldü, ben ölmedim.” O Amerika’ya gelebilir, ben Kıbrıs’a gidebilirdim. Ama Erol’u öldürdüler. Erol’un öldürülmemesi için, barış için çalışıyorum. Yani sablimasyon diye bir şey var hayatta, onun için korkmayın.
 

■ Erol kimdi?

Benim erkek kardeşim yok. Erol benim üniversitede oda arkadaşımdı. O da Kıbrıslı bir çocuktu. Benden 1 sınıf aşağıdaydı. Aynı odada kalıyorduk. Çok fakirdik. O benim kardeşim oldu. Ben Amerika’ya gittikten 3 ay sonra o Kıbrıs’a gitti. EOKA, Rum teröristler onu annesine ilaç almaya gittiği eczanede 7 yerinden vurdular. Ben Amerika’daydım. Kimseyi tanımıyordum. Bana haber geldi. Babam bana ölüm haberinin olduğu gazeteyi gönderdi. Ama konuşacağım kimse yok. Yasımı tutamadım. Hep kaldı bende. 36 sene sonra Kıbrıs’a gittim. Bir arkadaşım vardı yanımda. Barda birisini gösterdi, “Bu Erol’un kardeşi” dedi. Hemen ayağa kalktım otomatik olarak. Yanına gittim. “Benim adım Vamık, aklınıza bir şey getiriyor mu bu isim?” dedim. Adam başladı ağlamaya. Ben başladım ağlamaya. Ve 6 ay yas tuttum. Ama 36 sene sonra. Ama yas tutamamak, benim motivasyonum oldu. Bunun böyle olduğunu daha sonra fark ettim. Her şeyin fena tarafı var, iyi tarafı var. Onun için “İnşallah” diyelim, bir gün Türkiye’de bir ortam ortaya çıkar, herkes birbirini tekrar sever, sablimasyonlar gelişir, yeni bir Türkiye doğar. Bir Türk Nobel kazandı, ne kadar güzel. Bir sürü üniversite açıldı. Bizim aklımız yok mu canım? Türkiye, dünyayı tanısın, daha çok Nobel kazansın, Türkiye bizi böyle yetiştirsin. Benim gibi bireysel olarak yasını tutamamış, enerjisini yaratıcılığa yöneltmiş yüz binlerce insan var. Ben yalnız değilim. Ama bundan bahsetmiyorum. Kitlesel olarak sablimasyon yapmamız lazım.

 

VAMIK VOLKAN'IN KİTAPLARINDAN...
 

■ Kimlik Adına Katillik (2007)
■ Fanustaki İnsanlar (2009)
■ Divanda Kılıç Dövüşü (2010)
■ Osmanlı’nın Yasından Atatürk’ün Türkiye’sine: Onarıcı Liderlik ve Politik Psikoloji (2010)
■ Atatürk/Anatürk: Mustafa Kemal’in Yaşamı, İç Dünyası, Yeni Türk Kimliğinin Yaratılışı ve Bugünkü Türkiye’deki Kimlik Sorunları (2010)

Leave a Reply