Öğrenilmiş çaresizlik

 

 

 

Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrenci olarak bulunduğum yıllarda en ilgimi çeken ders laboratuvar ortamında yürüttüğümüz deneysel psikoloji dersleriydi. İkinci yılın başından itibaren albino wistar sıçanlarıyla yapılan tüm deneylere önce zorunlu ders olarak sonrasında ise (başka dersler altında) gönüllü araştırma öğrencisi olarak katılmıştım.

Reşit Canbeyli adındaki profesörümüzün ‘öğrenilmiş çaresizlik’ üzerine araştırmaları bulunmaktaydı. Benimle birlikte, o dönem deneysel psikolojiye merak salmış pek çok öğrenciyi bu araştırmalarına dahil etmiş, deney sonuçlarını uluslararası öğrenci konseylerinde sunuş yapmaya yönlendirmişti.

Aynı bölümden 5 arkadaşla İzmir’e, Dokuz Eylül Üniversitesi’ndeki ‘Psikoloji Öğrenci Konseyi’nde öğrenilmiş çaresizlik üzerine yaptığımız araştırmanın deney sonuçlarını sunarken salondaki kimsenin tam olarak ne anlatmaya çalıştığımızı anladıklarından emin değilim. Konseye katılan diğer öğrenci gruplarının tümü insan merkezli araştırmalar yapmışlardı ve sıçanlar hakkında atıp tutan bizlere en az haklarında konuştuğumuz canlılara hissettiklerine benzer bir tiksintiyle bakıyorlardı.

Ailemdeki çoğu kadınlar fobi derecesinde korksa da onlardan, ben sıçanları seviyorum. Laboratuvarda geçirdiğim 4 yılın buna olumlu bir etkisi olmuştur elbet. Deneyler dışında, beslenmelerinden kafes temizliğine kadar ilgilenmek zorunda olduğumuz bu hayvancıklardan 3 tane de evde besliyordum. O dönem ev paylaştığım Şule’nin de en az benim kadar ‘garip’ zevkleri olması işleri kolaylaştırmıştı tabii ki. Daha önce birlikte kaldığım ev arkadaşlarımın bu durumu onun kadar kolay kabulleneceklerini sanmıyorum.

Neyse, bir depresyon modeli olan ‘öğrenilmiş çaresizlik’ üzerine yürüttüğümüz deneylerde sıçanları öncelikle 3 gruba ayırıyorduk. ‘Kontrol grubu’, ‘A grubu’ ve ‘B grubu’... Tek değişken olan ‘belirsizlik’ dışında üç grubun da yaşam koşulları aynıydı. Yani, aynı karanlık-aydınlık saatlerinde yaşayıp, aynı besini yiyor, aynı çeşmenin suyunu içiyor, aynı aralıklarla kafesleri temizleniyordu.

Deney sırasında her gruptan bir hayvan ses ve ışık geçirmeyen bir kutuya konuyor ve belli aralıklarla verilen yüksek bir sese maruz bırakılıyordu. Her hayvanın kutu içerisinde geçirdiği süre 5 dakikaydı. Kontrol grubundaki hayvanlar kutu içerisinde 5 dakika geçirip hiçbir sese maruz kalmıyorlardı. A ve B gruplarına göre ise tek değişken, verilen sesin belirli ya da belirsiz aralıklarla veriliyor olmasıydı.

Örneğin, A grubu bir hayvan kutuya konduğunda verilen ses, her 30 saniyede bir ise; B grubundaki bir hayvana belirsiz aralıklarla (3. Saniye, 16. Saniye, 48. Saniye vs...) veriliyordu.

Tüm hayvanlar daha sonra ‘yüzme testi’ denilen bir ‘öğrenilmiş çaresizlik’ ölçeğinden geçiriliyordu. Kontrol grubu ve A grubu hayvanlar benzer özellikler göstererek suda oldukları süre boyunca yüzmeye devam ederken; B grubu hayvanlar suda kondukları ilk andan itibaren isteksizce yüzmeye başlayıp bir süre sonra ise kendilerini suya bırakıyorlardı. Biz onları dışarıya çıkarmasak ilk birkaç dakika içerisinde boğulacaklardı.

İşin ilginç yanı aynı ‘boşvermiş’, depresif (çünkü anti-depresan tedavisi mümkün) bu hayvanların bu bir anlık dışarıya çıkarılma olayına gösterdikleri reaksiyondu. Bir anlığına ayakları yere basan hayvanın sonra yeniden suya konduğu takdirde 72 saate kadar yüzebileceğini, boğulmayarak ancak yorgunluktan öleceğini okumuştum.

Son haftalarda artarak yaşanan intihar olayları yeniden bu deneyleri düşünmeme neden oldu. 38 yıldır adanın kuzeyinde süren belirsizliğin kaçınılmaz sonuçları olarak değerlendiriyorum ben bu durumla beraber acımasız eleştiriye açık pek çok hallerimizi. Boşvermişliğimizi, bencilliğimizi, kendimizden ve en yakınımızdakilerden başkasını düşünmememizi... Çevreye, başka canlılara verdiğimiz zarara yönelik kayıtsızlığımızı. Belki içimizde hissettiğimiz boşluğu doldurur umuduyla düştüğümüz tüketme hastalığımızı...

Hani, bir anlığına da olsa ayaklarımızı yere basabilsek, neler neler yapacağız ama... İçine atıldığımız belirsizlik havuzundan kimsenin bizi çıkaracağı yok ki...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Leave a Reply