‘Namus cinayetleri artacak’

Berlin - Arzu Özmen’in öldürülmesiyle yeniden gündeme gelen ‘namus’ cinayetleri konusunda uzman bir isimden önemli uyarılar geldi. Alman mahkemelerinde bilirkişi olarak çalışan psikoloji profesörü İlhan Kızılhan, böylesi cinayetlerin dünya çapında bir fenomene dönüştüğünü belirterek önümüzdeki 15 sene içerisinde ise ‘namus’ cinayetlerinde artışın olacağını düşünüyor. Kızılhan’a göre hızlı sosyal ve ekonomik değişim ise geleneksel Kürt toplumunu zorluyor.

Freiburg Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Prof. Ilhan Kızılhan sadece 2011 yılında 200 den fazla hakim ve avukat, 250 polis, 500 psikolog ve sosyal danışmana ders verdi. Konu ise artan ‘namus’ ve töre cinayetleri konusunda Alman makamlarının hataları ve neler yapabileceği. Bu tür cinayetleri işleyen 30’dan fazla kişi hakkında bilirkişi raporları hazırlayan ve 21’i ile yüz yüze görüşen Kızılhan çalışmalarını ANF’ye anlattı.

1966 yılında Batman’da dünyaya gelen ve küçük yaşta Almanya’ya yerleşen Kızılhan, psikoloji, doğu bilimleri ve sosyoloji dallarında eğitimini yaptı. Birçok ülkede farklı araştırmalarda yer aldıktan sonra Almanya’da araştırmacılık terapistlik ve klinik menajerliği yapan Kızılhan’ın şimdiki uzmanlık alanı ise ‘namus’ cinayetleri.

Avrupa ülkelerinde de kadına yönelik şiddetin yüzde 30’lar civarında olduğunu söyleyen Prof. Ilhan Kızılhan, namus adına öldürülmelerde cemiyetin önemli bir rol oynadığını düşünüyor. Kadınlar ailelerine göre geleneklere uyum göstermediği için öldürüldüğüne dikkat çeken Kızılhan, cinayetleri işleyenlerin de cemiyet mağduru olduğunu ve koruyucu programlara alınması gerektiğini savunuyor.

Prof. İlhan Kızılhan ile ‘namus’ cinayetlerinin alt yapısını oluşturan nedenleri, Alman makamlarının bu konuda aldığı tedbirleri, toplum içindeki yargıları, Almanya’da yaşayan Kürtlerin sorunlarını ve en önemlisi kendisi de Ezidi kökenli olmasından kaynaklı olarak Ezidileri konuştuk.

‘EZİDİLER HOMOJEN BİR TOPLUM DEĞİL’

* Arzu Özmen, ondan önce de 13 yaşındaki Suzan’ın öldürülmesiyle Ezidiler töre cinayetleriyle gündemde. Bu tür cinayetlerin Ezidi Kürtleri arasında da artması sizi şaşırtı mı?

Hem Kürdistan’da hem de diasporada Ezidi ve Müslüman toplumlarda insanların “namus” adına öldürülmeleri yeni bir fenomen değil. Kısa bir süre içinde iki Ezidi ailenin birbirlerinden bağımsız olarak bu konuda dikkat çekmiş olması da bir sisteme işaret etmiyor. Mesela bu ailelerden biri Kuzey Kürdistanlı iken diğeri Güney Kürdistanlıdır. Her iki ailenin biyografisi ve sosyalizasyonları birbirlerinden farklıdır.

Kuzey Kürdistanlı aile en az üç nesildir Almanya’da yaşıyor. Bu aile hem Kürt hem de Alman toplumunda sosyalize olmuştur. Güney Kürdistanlı aile ise son yıllarda Almanya´ya gelmiştir ve çok daha farklı deneyimlere sahiptir. Ezidiler sosyo-kültürel anlamda homojen bir toplum değildirler. İçerisinde yaşadıkları toplumların sosyal yapılarının etkisi altında kalırlar. Örneğin eski Sovyet ülkelerinde yaşayan Ezidilerin Güney Kürdistan’daki Ezidilerden çok farklı kültürel özellikler gösterdiklerini söyleyebilirim. Hatta aynı coğrafyada yaşayan topluluklarda bile sub-kültürlerin (alt grup kültürlerin) oluştuğu bir gerçektir. Örneğin Batman, Mardin veya Urfa´da yaşayan Ezidi gruplar bile birbirlerinden farklı özellikler gösteriyor.

*Ezidilerin diğer dini gruplar arasında daha kapalı bir toplum olmaları bu tür cinayetlerin artmasında bir rol oynuyor mu?

Bunu bir genelleme yaparak söylemek doğru olmaz. Geleneksel Ezidiler gibi ilerici, liberal Ezidiler de var. Bu da eğitim seviyesi, ekonomik statü ile geçmişte yaşanılan, savaş, toplum içerisindeki sosyal baskılar gibi deneyimler ile doğrudan bağlantılıdır.

İşlenen namus cinayetlerinin sayısı sadece Ezidilerde artmış değildir, bu fenomen dünya çapında özellikle ataerkil yapılı İslam ülkelerinde de gözlemlemek mümkün.

‘NAMUS CİNAYETLERİNİN İNANÇLA İLGİSİ YOK’

*Ezidiler ile Müslümanlar arasındaki cinayetler benzer mi? Aradaki farklar nelerdir?

İnsanların namus uğruna olduğuna inanılarak öldürülmelerinin nedeni din değildir. Ataerkil toplumlarda neredeyse arkaik değerler ve normlar gösteren insanların, kendi “namus”larının yeniden “inşa” edilmesi uğruna, bu tarz şiddet eğilimine daha yatkın oldukları görülüyor. Namus katilleri denilen bu insanlardan Müslüman, Ezidi, Hindu ve Hıristiyan dinlerine mensup olanlarını inceledim. Yüzde 95’ı aynı nedenlerden dolayı namuslarının lekelendiği ve cinayet işlediklerini belirtiyorlar. Bu namus katilleri, zedelendiğine inandıkları değerlerini şiddet ile onarmaya çalışan bireylerdir.

* İncelemenizde ne gibi sonuçlara ulaştınız?

-Kadınlar öldürülüyor, çünkü ailelerine göre onlar geleneklere uyum göstermemişlerdir, evlenmeden cinsel ilişkiye girmişlerdir, eşlerinden ayrılmak istemişlerdir veya batı normlarına yakın bir yaşam tarzları vardır. Ataerkil toplumlarda, namus kavramı, kadının cinsiyetiyle yakından bağlantılıdır. Örneğin; bir kadın cinselliği özgür yaşamak isterse, evlilik dışında bir cinsel ilişkiye girer ise erkek içselleştirdiği geleneksel değerlerden dolayı, namusunu temizlemek için harekete geçme, cezalandırma zorunda olduğuna inanır. Kendine ait olduğunu düşündüğü “varlık“ üzerinde kontrole sahip olduğunu göstermelidir, aksi halde toplum içerisinde güçsüz olacaktır ve kabul görmeyecektir.

‘AİLELER NAMUSSUZ DENİLMESİNDEN KORKUYOR’

Ataerkillerde, aile malvarlığı gibi kabul edilir ve yabancıların buna el sürme hakları yoktur. Aynı zamanda toplum içerisinde de, söz konusu ailenin hemen “namussuz“ damgası alması ve doğrudan veya dolaylı dışlanması baskısı da mevcuttur. Namus ve şeref kavramları bu toplumlarda büyük anlama sahiptir. Patriarkal anlayış, dini değerlerden daha eski ve daha etkilidir. Yani bu aslında günümüze kadar varlığını koruyan geleneksel bir kavramdır. Psikolojik bakış ile namus ve cinayet kavramları elbette birbirleri ile çelişirler, çünkü cinayet işleyen kişi aslında insanı namusunu kaybeder.

* Aynı şekilde Türkler, Kürtler ve Araplar arasında farklar var mı?

- Daha önce de belirttiğim gibi bu fenomeni tüm ataerkil değerlerin hakim olduğu din ve kültürlerde gözlemliyoruz. Söz konusu namus cinayetleri sadece din, etnik köken ve kültürel kaynaklı değildirler. Namus cinayetleri Türkiye’de örneğin Karadeniz bölgesinde de artarak gözlemlenmektedir. Bu toplumlarda kadına yönelik şiddet oranı da yüzde 40-50 seviyelerindedir. Kadınlar hala sahip olunan bir mal gibi görülmekte ve erkekler de kadına karşı şiddet uygulama hakkına sahip olduklarına inanmaktadırlar. Ancak Avrupa ülkelerinde de kadına yönelik şiddet oranı çok düşük değildir. Yapılan araştırmalar bu oranın yüzde 30’lar civarında olduğunu ortaya koymuştur.

* Peki bu tür cinayetlere 'namus' cinayetleri demek yeterli midir? Sadece 'namus' kavramı ile sınırlandırmak ne kadar mantıklı?

- “Namus” veya “şeref” kavramları birçok durumda kullanılır. Namusun kabul etme ve değer verme anlamında kullanılması anlaşılır ve iyidir. Ancak birileri inandıkları değer yargıları nedeniyle cinayet işliyor ise bu gericiliktir. Ancak bu değer yargıları birçok toplumda eleştirilmeden devir alınmakta. Namus meseleleri oldukça sıkı bir şekilde kadınla ve onun cinsiyetiyle ile bağlantılı algılanmaktadır. Ataerkil toplumlarda birinin tarlasına el konulduğunda veya hayvanları çalındığında bu kişinin kendine ait olan mallarını geri alması için harekete geçmesi gerekirdi, aksi halde toplum içerisinde aciz, güçsüz bir pozisyona düşer ve kabul görmezdi. Bu namusu temizleme anlayışından dolayı yüzyıllardır aşiret kavgaları ve kan davaları sürdürülmektedir. Bu cinsel kuralların sürdürülmesinde de böyledir. Bakireliğin evlilik öncesinde yitirilmesi veya kadının evlilik dışı ilişkiye girmesi de bu kuralların ihlalleri arasındadır ve bu toplumların mensupları tarafından cezalandırılır.

* Bu ceza sadece o kadını öldürmek midir?

- Hayır, bu cezalar, toplumdan dışlama, belirli vücut bölümlerine zarar verilmesi veya ölüm olabilir. İnsanların namus adına öldürülmelerinde cemiyet de önemli bir rol oynamaktadır. İçinde yaşadığı cemaat demokratik değil ise, namusunun lekelendiğine inandıkları bireyi dışlar ise, kişinin bu baskılara dayanması oldukça güçtür. Bu erkekler, kolektif kabul görmenin büyük önem arz ettiği bir toplumdan gelmektedirler. Bireysel kimliklerini, büyük oranda bu kolektife üyelikleri ile tanımlarlar. Kolektif çıkarların ve kuralların, bireysel kimliklerinden ve özgürlüklerinden daha önemli olduğuna inanırlar. Bu nedenle aslında kolektif yapı, bu kişilere barışçıl çözümler için yeterli alternatifler sunuyor.

‘CİNAYET İŞLEYENLER TİPİK KATİL DEĞİLLER’

* Biraz da sizin çalışmalarınıza dönelim. Şimdiye kadar bu tür cinayetleri işleyip de cezaevinde yatan kaç kişi ile görüştünüz? Profilleri nasıldı?

- 30’dan fazla kişi hakkında incelemeler yapıp bilirkişi raporu hazırladım. 21 tanesini diğer nedenlerden dolayı cinayet işleyenler ile karşılaştırdım. Bunlar aslında oldukça normal yurttaşlar. Bunlar tipik katil değiller, suç geçmişleri yok hatta bugüne kadar hep uyum sağlamış insanlar. Ancak hemen hemen hepsi patriarkal düşünce yapısına sahipler ve namus kavramının önemli bir rol oynadığı kültürlerden gelmektedirler. Eğitim seviyeleri oldukça düşüktür ve genelde sosyal-ekonomik alt sınıfa mensupturlar.

* Katiller genelde kardeş mi?

- Bizim araştırmalarımızda, katillerin yüzde 48’inin eşler veya hayat arkadaşları, yüzde 19’unun yakın bir akraba, yüzde 19´unun ağabey veya erkek kardeş, yüzde 14’unun baba ve sadece yüzde 5’inin herhangi bir akrabalık bağı bulunmayan kişiler olduklarını tespit ettik. Bazı vakalarda ise cinayetler para karşılığında yabancılara işletilmiştir.

‘BAŞKA BİR SEÇENEĞİMİZ YOK’ DİYORLAR

* Cinayeti işleyenler ne diyor? Cezaevine düştükten sonra pişmanlar mı?

- Büyük kısmı yaptıklarının doğru olmadığının bilincinde. Ancak başka seçeneklerinin olmadığını ifade ediyorlar. Bu şekilde ailenin “namus”unu koruduklarını iddia ediyorlar. Bazıları ise kararlarının doğru olduğunu belirttiler. Ailelerin bir kısmı hala bu kişileri ziyaret edip yaptıklarından dolayı onları destekliyorlar. Birkaçı da sonrasında ağır psikolojik sorunlar yaşamaktadırlar.

* Ailenin veya çevrenin baskısından söz ediyorlar mı?

- Büyük çoğunluk, önemli bir neden olarak toplumun sosyal baskısına işaret ediyor. Ailenin de toplum ve aşiret içerisinde baskıya maruz kaldığını belirtiyorlar. Bazı aileler direk kişiye cinayeti işlemesi için baskı uyguluyor. Bu davaların birinde 12 yasındaki bir çocuk babasının intikamını almakla görevlendirilmiş ve ailenin aylarca süren baskılarına dayanamayıp kendini asarak intihar etmişti.

* Cinayeti işleyenler, yani geleneklerin hayata kalan mağdurları artık hayatlarını nasıl sürdürecek?

- Bu kişiler, sözünü ettiğimiz kültürlerde yetişmişler ve bu değerlerin doğruluğuna inanıyorlar ise hapisten çıktıktan sonra yaşamlarına olduğu gibi devam edeceklerdir. Daha eğitimli olan genç erkeklerin elbette bu değerler ile aralarına mesafe koyma şansları vardır. Fakat içerisinde yaşadıkları toplum bu değerlere sarıldığı sürece bunu gerçekleştirebilmek oldukça zordur. Toplumun değişimi sağlayabilmenin yeni yetişen nesillerde çocukluktan itibaren bu anlayışın değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

‘ZORLA EVLENDİRME YASASINA GEREK YOK’

* 10 milyondan fazla göçmenin yaşadığı Almanya'da cezalar caydırıcı mı? Yeni çıkartılan kızlarını zorla evlendirenlere 5 yıl hapis cezası bu tür cinayetleri engelleyebilecek mi?

- Federal Yargıtay uzun bir süre önce Almanya´da “kültürel kaynaklı” cinayetlerin, diğer cinayetler ile aynı oranda cezalandırılması kararını aldı. Ceza indirimi yoktur. Almanya’daki kanunların yeterli olduğunu düşünüyorum. Bence zorla evlendirilmeyi cezalandıran yeni bir yasanın çıkarılması pek de anlamlı değildir. Çünkü aslında şiddetin her şekli ve zorlamalar mevcut kanunlar çerçevesinde yeterli oranda cezalandırılabilinir. Ayrıca bahsini ettiğimiz değerlere inanan insanların, daha sert cezalar ile caydırılabileceğini düşünmüyorum. Birçoğu “namus”ları uğruna ölmeyi bile göze alıyorlar.

* Basın ve siyasetçilerin bu konudaki yaklaşımı popülist değil mi? Geride kalan kurbanlarla yeterince ilgileniliyor mu?

- Bence bu önemli bir soru. Koruyucu programlar geliştirebilmek için daha fazla nedenler üzerinde incelemeler yapılmalı ve elbette kurbanlar daha iyi korunmalıdır. Avukat baroları ve hakim birlikleri bu konu ile ilgilenmeye başladılar. Sadece 2011’de 200 den fazla hakim ve avukat, 250 polis, 500 psikolog ve sosyal danışmana bu konu ile ilgili eğitimler verdim. Bu da konuya yönelik hassasiyetin derecesini gösteriyor ancak elbette sadece bu yeterli değildir.

Göçmen organizasyonları ve alman enstitüleri de hem kamuoyunda hem de hedef projelerle bu konuya yönelmelidirler. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum; yaptığımız araştırmalardan yola çıkarak, önümüzdeki 15 sene içerisinde diasporada işlenen namus cinayetlerinin sayısının artacağını düşünüyoruz.

* Neye dayanarak böyle bir sonuca vardınız?

- Sosyal güçlerini kaybetmeye başlayan birinci nesil göçmenlerin yaş ortalaması 55-65 arasındadır. İlk nesil, anavatanda doğup, büyüyüp sosyalize olmuştur. Sayı olarak daha üstün olan ve artık erişkin yaşta olan daha sonraki nesiller ise diasporada doğup, büyümüş. Ayrıca yeni nesiller daha yüksek eğitim düzeyine sahiptirler ve diasporadaki politik, kültürel ve sosyal yapıyı daha iyi tanıdıklarını söyleyebiliriz. Toplum içerisinde göçmen derneklerinde ve şemsiye yapılanmalarda güç sahibi olmak istemektedirler. Bu istek, ilk nesil göçmenler tarafından farklı nedenlerden dolayı engellenmektedir. Burada nesiller arasında ince bir çatışmadan söz etmekteyiz. Psikolojide her yeni geçiş döneminin beraberinde büyük veya küçük bir kriz getirebileceği bilinir. Bunları toplum içerisinde bazen aile içi çelişkiler, gençlerde suç eğilimi veya namus cinayetleri olarak gözlemliyoruz.

‘15 YIL BİR NESİLDEN DİĞERİNE GÜÇ DEVRİSİDİR’

* Kuşak değişimi arasındaki boşluktan mı söz ediyorsunuz? Bu geçiş zorlu mu olacak?

- Geleneksel, dindar olan ilk nesil kendi değer ve normlarından vaz geçmek istememektedir ve sonraki nesillerle karşılaştırıldığında oldukça muhafazakardır. İlk nesil bu eski değer ve normlar ile kendi toplumunu kontrol etmeye çalışıyor ve böylece de namus ve şeref formlarını tatbik etmektedir. Bu nedenle önümüzdeki 15 yıl bir nesilden diğerine bir güç devri evresidir. Bu devir dönemi de krizler ve böylece de şiddet içermektedir. Aynı zamanda Ortadoğu’daki gelişmelere bakınca karamsar olmamak elde değil.

Özellikle Araplar, Türkler ve Kürtlerin yaşadığı bölgelerde şiddet giderek artmaktadır. Örneğin Türkiye’de de namus cinayetlerinin sayısı son on yılda oldukça artmıştır. Bazı şehirlerde intihar oranının yüzde 10-20 olması, oldukça endişe vericidir ve tüm istatistikleri alt üst etmektedir. Bu küreselleşme çerçevesinde de elbette ana vatanların hiç de hafife alınamayacak etkilerinin olduğu anlamına gelir. Kürdistan, özellikle de Güney Kürdistan’daki istatistikler de oldukça endişe vericidir. Oradaki yeniden yapılandırma ile hızlı sosyal ve ekonomik değişim, geleneksel Kürt toplumunu zorlamaktadır. Bu da önümüzdeki süreçde de sayısız şiddet olaylarına, ailelerin dağılmasına vb. trajedilere neden olacaktır. Başka bir deyişle anavatandaki durum, özellikle Kürtlerde, savaş, kaçış, hapis, işkence, vs., diasporadaki Kürtleri şiddetle etkilemeye devam edecektir.

‘BİR KÜRT DİASPORA STRATEJİSİ YOK’

* Aynı zamanda Almanya'da yaşayan Kürtlerle ilgili de çalışmalarınız var. Göçün 50. yılına bakıldığına Kürtler nerede duruyor?

- Bu çok kompleks bir soru. Ancak özetle bunun hem intern hem de extern politik ve ekonomik nedenlerinin olduğunu söyleyebilirim. Kürtlerin kendi ulusal kimlikleri dışında, resmi olarak farklı ülkelerin kimliklere mensup gösterildikleri bir gerçek. Türkiye’nin NATO üyeliği, uluslararası platformlardaki gücü ve Ortadoğu´da oynadığı malum rolün öneminin yanı sıra Almanya-Türkiye arşındaki uzun yıllardır süregelen yakın işbirliği Kürt kimliğinin kabul edilmemesi önündeki bazı engellerdendir. Reel politikada, Almanya’nın Kürt kimliğinin kabulü konusundaki pasif duruşu tamamen kendi çıkarlarından ötürüdür.

* Türkiye’nin de Almanya’da özel bir çabası olmadı mı?

- Türklerin sağ politik organizasyonları, örneğin konsolosluklar da Kürtlerin Almanya´da bağımsız bir grup olarak kabul görmelerini engellemek için büyük çaba sarf ettiler. Kürtlerin varlığı korkusu Türkiye’den Almanya´ya ithal edilmiştir ve çok yönlü olarak yerleştirilmiştir.

Aslında son dönemlerde dünya konjonktürsel değişimden ve elbette Kürtlerin verdiği uzun mücadele döneminin getirilerinden dolayı hem Türkiye hem de Almanya’da Kürt kimliğinin kabul ettirilebilmesi fırsatları doğmuştur.

Ancak Kürtler de son 50 yılda kendi diasporaları konusuna yeterince önem vermemişlerdir. Bu durum son 15 yılda olumlu yönde değişmeye başlamıştır. Fakat hala gerçek anlamda bir Kürt diaspora politikası ve stratejisi yoktur. Tahminlerimize göre sadece Almanya’da 1 milyonun üzerinde Kürt yaşıyor ve bunlar yok sayılıyor. Bu durum acilen değişmeli ve Kürtler bu konuda aktif, demokratik çaba göstermelidirler.

* Peki Kürt kuruluşları neler yapmalı? Şimdiye kadarki çalışmalar yeterli mi?

- Kürt kimliğinin kabul edilmesi özellikle önemlidir ve Kürt milliyetçiliğinin bir ülke vatandaşlığı bağlamında tanımlanmasından ayrılmalıdır. Almanya´da demokratik-plüralist prensiplere uygun olarak siyasi, sosyal ve kültürel iştirak önemlidir. Eyalet meclislerindeki Kürt milletvekillerinin, kürt işadamlarının, akademisyenlerinin ve bilim adamlarının sayısının yüksekliği olumlu başlangıçlardır ve geliştirilmelidir. Kürtlerin büyük kısmı 4. nesilden fazladır Almanya´da yaşıyor ve hayatlarını bu ülkede devam ettirmeye karar vermişlerdir. Bu nedenle Kürtlerin, ülkesini unutmayan ancak geçmişi, şimdiki zamanın bir parçası yapan bir sentez geliştirebilen, yeni bir ruha sahip, yeni bir Kürt diasporasına ihtiyacı vardır.

Burada da, küçük yapılanmalardan, büyük organizasyonlara kadar geniş bir kesimi içeren bir ağ oluşturabilmek önemlidir. Bunu hayata geçirebilmek için, somut projelerde (anadilde eğitim, Kürt kültürü, edebiyatı, psiko sosyal sorunlar vb.) çeşitli Avrupalı kurumlar ile birlikte hareket etmek gerekir. Kürt kitlesi aslında güçlü bir potansiyele sahip, ancak bunu diasporaya yönelik çalışmalarda yeterince kendilerini ifade edememektedirler ve kamuoyundaki Kürt imajının da farklı nedenlerden zayıf olduğunu düşünüyorum. Bu durumun da muhakkak değiştirilmesi gerekir.

ANF NEWS AGENCY

Leave a Reply