Mutsuzluk Sebebi Vitrin Benlik

Bilimsellik ve tasavvufu harmanladığı tespitleriyle, kişilerin iç dünyasına yönelen Üner’e göre, kendisine yabancılaşan ve özdeki benden uzaklaşan insanın  kendine  oluşturduğu ‘vitrin benlik’, aynı zamanda mutsuzluğunun nedeni oldu.

Günlük yaşamın akışına baktığımızda zorunluluklarla örülü bir sistemin içinde çırpınıp duruyoruz.  Her şey önceden planlanmış bir şekilde hareket ediyoruz. Okul, iş, sosyal yaşam, aile yaşamı, arkadaşlar, hobiler, sağlığımız, kişisel-manevi gelişim, maddi durumumuz, evliliğimiz, çocuk sahibi olmamız, kariyerimiz… İçinde yaşadığımız bu sistem, bize madde boyutunda birçok şey kazandırırken, manen kendimizden uzaklaştırıyor. Özdeki benliğimize yabancılaşıyoruz ve farklı benlikle  hayatımıza devam ediyoruz.

İstanbul Kongre Merkezi’nde geçen hafta düzenlenen  Zihin-Ruh-Beden  festivalinde  ‘Nefs İlmi ile Ruhunuzu İyileştirin”  Semineri’nde nefs’inin farkına varmak isteyenlerle  buluşan Spiritüel Yaşam Uzmanı Gülden Üner,  kendisine yabancılaşan ve özdeki benden uzaklaşan insanın  kendine  oluşturduğu ‘vitrin benlik’  yüzünden mutsuz olduğunu ve hep arayış içinde olduğunu söylüyor. Gülden Üner’e göre arayışın tek nedeni özdeki beni bulmak içindir. Gidecek hiç bir yeri kalmadığında en doğru yere, 'kendine' gitmeye başlar insan.  O andan itibaren de huzur ve mutluluğa kavuşur. Bilimsellik ile tasavvufu harmanladığı “Nefs İlmi ile Ruhunuzu İyileştirin” adlı  seminerinde, Nefs yapısı, bilinç ve bilinçdışı, ego, alt kişilikler, insan potansiyeli ve Rabbi Has Hal psikolojisi ile nefsi emareden başlayan hallere açıklık getiren Gülden Üner, vitrin benliğin gerçek benin önüne geçerek
bizi nasıl mutsuz ettiğini şöyle anlattı:

“Vitrin benlik”in  bir çok maskesi o var.  Durum, koşullar ve karşımızdaki kişilere göre uygun olan maskelerimizi kullanıyoruz. O kadar çok maskelerimiz oluyor ki, bir süre sonra asıl benliğimizi unutuyoruz. Tüm çabamızı vitrine çıkardığımız benliğimizi  ayakta tutacak maddi donanımlar için harcıyoruz. Bunu yaparken Yunus Emre’nin tek cümleyle ‘Bir ben var bende benden içeri’ diye işaret ettiği  içte yaşayan, örtülü, gizli olan tüm ben olmayan benlerin ötesindeki gerçek beni gözden ve gönülden kaçırıyoruz. Ruhen çok yoruluyoruz.”

Psikoloji bilimi insan ruhunu anlamaya yetmiyor

İnsan psikolojisini anlamak ve çözmenin yanında bunun bir de manevi boyutu olduğunu anlatan  Gülden Üner, konuşmasına şöyle devam etti: “Bu ikisi yani psikoloji ve maneviyat  bir araya nasıl gelir diye bir arayıştayken,  ‘ben ötesi’ psikolojisi, maneviyat psikolojisiyle tanıştım. Nefs yapısını öğrenmeye başladım. ‘Ey insan! Sen
görünüşte küçük bir alemsin, fakat manen en büyük alem sensin.’ diyor Mevlana. Bu koskoca manevi alemi bir bedene sığdırmaya kalkarsan hem psikolojik hem  fiziksel olarak hastalanmaya başlarsın. Yaşadığımız tüm sıkıntı ve mutsuzluklarımızın sebebi ise bizi özdeki benden uzaklaştıran “vitrin benlik”… İçteki benden  uzaklaşan insan; hiç bitmeyen huzursuzluk , geleceğe dair kaygılar ve geçmişin pişmanlıklarının rahat bırakmadığı bir zihinle yaşar.

Issız bir ormanda, yolunu kaybetmiş, nereye nasıl gideceğini bilmeyen küçük bir çocuğa dönüşür . Gidecek hiç bir yeri kalmadığında en doğru yere, 'kendine' gitmeye başlar insan. Ben diye tanımladığımız her ne varsa onların tek tek farkına varır. Tam da burada psikoloji biliminin sınırlarını aşan ve kişiyi madde boyutunun ötesine taşıyan maneviyat gerekiyor.  Psikoloji bilimi tek başına insan ruhunu anlamaya ve iyileştirmeye yetmiyor. Kişinin, ona bu huzursuzlukları, buhranları yaşatan alt bilinçdışının karanlığı ile değerlendirmeyip, onu ben ötesine geçiren,  psiko-spirituel yanını keşfetmesine sebep olan maneviyat ve mana alemi ile tanışması gerekir. Gerçek benle tanışmak ve kendini bilmek isteyen insanın,  bunun için kendi nefsinin tüm boyutlarını deneyimlemeye ihtiyacı var.  İnsan bedensel varlığının ötesindeki nefsini idrak edemediği sürece, beden onun için ruhun ve dolayısıyla nefsin içine sıkışıp kaldığı bir  yer olmanın ötesine ne yazık ki geçemiyor.”

Değersiz olsaydık burada işimiz yoktu

İnsanın psikolojik ve ruhsal sıkıntılarının temelinde “özsevgi, özsaygı, özdeğer ve özgüven eksikliğinin yattığını  belirten Üner’e göre, herhangi birinin eksikliğini hisseden bir insan kendinde bulamadığı bir şeyi dış dünyasında ne bulabilir ne de yansıtabilir. Üner konuşmasını şöyle sürdürdü:  “Kişi nefsini bildiğinde, özünü keşfetmiş oluyor ve özündekilerle buluşuyor. Buluştuğunda ise aradığı herşeyle, yani  özgüven, özsevgi, özsaygı ve  özdeğerle karşılaşıyor.  Egoyu biraz aşmış, onun ötesindeki beni keşfetmiş oluyor.  İnsanların birçoğu kendini değersiz bulduğu ve bu nedenle de hak ettiği değeri bulamadığı  için mutsuz. Oysa ki yaratılmaya değer olduğumuz için yani varoluşsal olarak zaten değerliyiz. Değersiz olsaydık burada işimiz yoktu.”

Verdiğini alırsın

Sevginin yaşamın bir armağanı olduğunu belirtin Üner, “Sevildiğini bilmek çok önemli bir şey. Yaşamın kaynağı olan aşkı idrak edebilmek ve bunu sevgi boyutunda yaşayabilmek için kendinin farkında olmak, kendini bilmek, kendini sevmek çok önemlidir. Biz sevgiyi hep dışarıda arıyoruz. Annemiz, babamız, eşimiz, sevgilimiz, arkadaşımıza kadar herkesin bizi sevmesini istiyoruz.

Kaynağı sende olan bir şeyi başkası veremez. Ancak kendini tanıyan, kendi kişilik yapısının ötesindeki “öz ile bir olmuş” insan içten bir sevgiden bahsedebilir. İnsanın iç dünyasında ne varsa dışa da yansıyan odur. Bu sefer sevgiyi veren oluyor, verdikçe de almaya başlıyor. Neyi verirseniz onu alırsınız.   Bu nedenle kişinin kendisiyle ilgili ne düşündüğü, kendisini ne kadar tanıdığı yaşamın her alanıyla kuracağı ilişkiyi belirler” görüşünü dile getiriyor.

Zihin en büyük engel

Sevginin önündeki en büyük engelin “zihinsel sınırlarımız” olduğunu belirten Gülden Üner şöyle devam ediyor: “Zihin bizi daima dışarıya odaklama ve andan uzaklaştırma eğilimindedir. Bu nedenle öz benliğimizden uzaklaşarak yaşamaya başladığımız andan itibaren sevgiyi hissedemeden huzursuz oluruz. Daha agresif ve tepkisel davranışlar gösteririz. Kendini zihnin olumsuzluğuna hapseden kişi, sevmeyi bilemediği gibi verilen sevgiyi de alamayacak haldedir ve ilişkilerinde çoğunlukla hayal kırıklığı yaşar. Zihnin esaretinden kurtarmış ve özbenliğiyle hareket eden insan ise yaşayan insandır. Seven ve sevilendir.”

Leave a Reply