MASLOW’UN İHTİYAÇ HİYERARŞİSİ

 

 

Ayşe BAŞEL

 

Hümanistik (insancıl) yaklaşımın öncülerinden Abraham Maslow’un insanın birtakım ihtiyaçlar hiyerarşisi çerçevesinde kişilik gelişimi sergilediğine ilişkin kişilik kuramını yıllardır öğrencilerimize öğretmekteyiz. Bu hafta psikoloji bölümü 1. sınıf öğrencileri ile konumuz bu idi. Belki ülkede yaşanan olayların bana toplum psikolojimizi daha fazla düşündürmesinden kaynaklı belki de bu güne kadar algısal anlamda bu denli detaylı bakmadığım bir konu olmasından ötürüdür bilemiyorum ama bu konu ilk kez bana hem bireysel olarak hangi noktada durduğumu hem de toplumsal olarak hangi noktaya geldiğimizi daha detaylı düşündürdü. Önce kısaca Maslow bilim dünyasında ne kazandırmıştır, ondan bahsetmek istiyorum.

Maslow’un teorisi, insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamalarıyla, kendi içlerinde bir hiyerarşi oluşturan daha 'üst ihtiyaçlar'ı tatmin etme arayışına girdiklerini ve bireyin kişilik gelişiminin, o an için baskın olan ihtiyaç kategorisinin niteliği tarafından belirlendiğini sözkonusu etmektedir. Maslow'un kişilik kategorileri kendi aralarında bir dizilim oluştururlar ve her ihtiyaç kategorisine bir kişilik gelişme düzeyi karşılık gelir. Birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemez. Maslow, gereksinimleri şu şekilde kategorize etmektedir.

1.    Fizyolojik gereksinimler (nefes, besin, su, cinsellik, uyku, denge, boşaltım)

2.    Güvenlik gereksinimi (vücut, iş, kaynak, etik, aile, sağlık, mülkiyet güvenliği)

3.    Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık)

4.    Saygınlık gereksinimi (kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı)

5.    Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erdem, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, önyargısız olma, gerçeklerin kabulü)

Maslow'a göre birey için o an baskın olan gereksinimler hangi kategoriye ait gereksinimler ise, diğer deyişle günlük etkinlikleri ağırlıklı olarak hangi gereksinimleri doyurmaya yöneliyorsa, kişilik gelişmişlik düzeyi de onun istencinden ya da seçiminden bağımsız olarak bu gereksinim kategorisine karşılık gelen düzeyde bulunacaktır.Belirli bir kategorideki gereksinimler tam olarak karşılanmadan kişi bir üst düzeydeki kategorinin gereksinimlerini algılamaz, böyle gereksinimleri yoktur. Örnek olarak günlük olarak karnını doyurabilen fakat güvenlik içinde bulunmayan, kendini sürekli olarak olası bir tehdit altında algılayan bir insanın, dünya görüşünü geliştirmek için kitap okumak gibi bir gereksinimi yoktur. Belirli bir gereksinim kategorisindeki gereksinimlerin karşılanması durumunda kişi, bir üst kategorideki gereksinimleri karşılamaya yönelecektir. Bu durum kişilik gelişme düzeyini de bir üst düzeye sürükleyecektir.

Aşağıda, yazdıklarımın kaynağı olarak belirttiğim kitapta, bireyleri olduğu gibi toplumları da bu teori kapsamında değerlendirebilir ve toplum yapısını bir kişilik oluşumuna benzeterek ele alabiliriz. Bizim toplumumuza baktığımızda ben bizi, yukarıdaki sıralamanın 2. basamağında eksikleri olmasına rağmen 3. aşamaya geçtiğini zanneden fakat 3. aşamadan öteye varolan mevcut durum ile gidemeyecek olan bir toplum olarak nitelendiriyorum. Neden diye soracak olursanız? Bizim olmayan bir evde, bizim olmayan kara parçaları satın alarak, bizim olmayan ve başkaları tarafından bizlere atfedilen yaptırımlara uymaya çalışan bir toplum olarak yaşamaya çalıştığımız ve tüm negatiflikler çerçevesinde bu unsurlara çözüm üretmek yerine, aksine bu durumu kabullenip kolayı seçme ve ‘bana birşey olmasın  da gerisinden bana ne’ felsefesi ile ya da ‘öğrenilmiş çaresizlik’ dediğimiz sendrom dan muzdarip bir şekilde birbirine yaklaşım sergileyen bireylerin oluşturduğu bir toplum olarak, toplumun en küçük yapıtaşını oluşturan ‘aile’ olgusu içerisinde dahi yaşanan sorunlara çözümler üretemiyoruz,. Mülkiyet duygumuz gelişmemiş. Ve bu sebeple, çevreye, doğaya, hayvanlara çeşitli şekillerde zarar veriyoruz. Kendimizi ait hissedemiyoruz. Çünkü bunu sağlayacak alt dinamiklerimizde ciddi eksiklikler ve sorunlar var. Vücut bütünlüğümüzü doğru şekilde sağlayamıyor ve koruyamıyoruz. Kendimize zarar verecek her türlü davranışta hiç düşünmeden bulunuyoruz. Ülkemizde 2 yıl önce sağlık bakanlığı tarafından KADEM’e yaptırılan araştırmaya göre ülke nüfusunun %38.6’sı sigara kullanıyor. Ve sigara kullananların %60’ı sigaraya 18 yaşından önce başlamışlar. Sigara içmenin en yüksek oranda yaygın olduğu yaş gurubu 30-39 yaş arası bireyler olarak saptanmış. Yani bir bireyin kişilik gelişimini genellikle, ergenlikte tamamladığını düşünürsek ve bu yaş grubunu da ‘yetişkin olarak nitelendirirsek burada ciddi bir sorun ve yanlış ya da eksik  bir gelişim süreci var demektir. Yediden yetmişe trafikte riskli davranışlar sergiliyoruz. Ve adeta kendimizi sevmiyoruz. Sevmediğimiz için de korumuyoruz. Belki çok iddialı olacak ama toplum olarak sadece duvardaki takvimden bir yaprak daha sökmekten daha başka amacımız yokmuş gibi davranıyoruz. Ne dedik az önce, bir evrede bize gereken ihtiyaçlarımızı karşılamaktır ve eğer kerşılanmazsa  ilerleyen evrelere sağlıklı bir şekilde geçemeyiz ya da hiç geçemeyiz. Bu evrelerin sağlıklı olarak atlatılmasında toplumun, yakın sosyal çevrenin, ebeveyn yaklaşımının da ciddi etkileri vardır. Bunlar bir birey için, aynı bilgileri bir de topluma uyarlayarak düşünün. Sizce biz bu piramidin neresindeyiz? Sanki hiçbir zaman kendimizi gerçekleştiremeyeceğiz gibi...

 


Kaynak: Maslow, A. H. (1970). Motivation and Personality, 2nd. ed., New York, Harper Row. ISBN 0-06-041987-3.

 

 

 

 

 

 

 

Leave a Reply