Kötü Sonuçlanan 5 Psikoloji Deneyi


Deneysel psikoloji, psikolojiye doğa bilimleri gözlüğüyle bakar ve bilimsel yöntem yardımıyla anlamaya çalışır. Deneysel psikolojinin odaklandığı konular davranışı belirleyen süreçler ve zihinsel yaşamın doğasıdır. Bu dal, psikolojik bilgi birikimini günlük yaşamda karşılaşılan sorunları çözmekte kullanan uygulamalı psikoloji ve zihinsel hastalıkları terapi yoluyla ortadan kaldırmayı amaçlayan klinik psikolojiden ayrılır.

Bu konuda yapılan deneylerden bazıları denekler üzerinde bıraktığı izlerle ve ya deneyi yapan kişilerin etiğe uymayan davranışlarından dolayı hala konuşulmaktadır. Çoğu ölümle sonuçlanan bu deneylerin günümüzde kapalı kapılar ardında hala kullanılıp kullanılmadığı maalesef bilinmiyor. İnsan ve ya hayvan, herhangi bir canlının üzerinde uygulanan bu tür deneylerin gerçekten çok rahatsız edici olması nedeniyle beş tanesini yazabildim.

‘’Kültürel doğrularımızla sağlanan bilginin tümü arasında doğruluğu en az kanıtlanabilmiş unsurlar, tam da bizim için en fazla önem taşıması gereken ve evrenin bilmecelerini çözme, yaşamın acılarına katlanmamızı sağlama görevi üstlenmiş unsurlardır.’’ – Sigismund Schlomo Freud

Deney 1 – Stanford Hapishane Deneyi

1971’de sosyal psikoloji alanında araştırmalar yapan Philip Zimbardo; bir grup erkek üniversite öğrencisinin yer aldığı ve insanların sosyal rollere nasıl uyum sağladığını araştırma amacı taşıyan, kapalı bir hapishanede mahkûm ve gardiyan rolündeki katılımcıların 2 hafta süreyle bir arada yaşamak zorunda olduğu bir deney düzeneği oluşturdu. Yetmiş kişi arasından yirmi dört lisans öğrencisi gardiyan ya da mahkûm rollerini oynamak üzere seçildiler. Seçilen öğrenciler Stanford psikoloji binasının bodrum katındaki sahte hapishaneye yerleştirildiler.

Fakat katılımcıları seçerken, Zimbardo hangi katılımcının hangi rolde olacağını katılımcılara önceden söylemedi ve mahkûm olan gruptaki insanlar beklenmedik bir anda yaşadıkları yerden alınarak hapishaneye götürüldü. Sonuçlar rahatsız ediciydi. Kendi halinde öğrenciler olan grup üyeleri, birden bire sadist gardiyanlara ve gittikçe durumları daha da ağırlaşan, azılı suçlulara dönüştüler. Oynadıkları role bir anda kendilerini kaptırdılar ve deney faciayla sonuçlandı. Deney başladıktan sadece 6 gün sonra üzücü sonuçlar doğuran “hapsedilme” gerçeği yüzünden Zimbardo, deneyi sonlandıramadan bitirme kararı aldı.

Bu konuyla alakalı iki film çekilmiş. Birisi 2001 Alman yapımı ”Das Experiment“. Bir diğeri de 2010 Hollywood yapımı ”The Experiment“. İkisini de izlemiş biri olarak Alman yapımı filmi öncelikli tavsiye ederim.

Deney 2 – Canavar Çalışma

1939’da başlatılan bu çalışmada, 10 tanesinde kekemelik bulunan 22 kimsesiz çocuk, eşit sayılarda olmak üzere 2 gruba ayrıldı. 1. gruptaki çocuklar, çocukların gelişimini ve konuşmalarının akıcılığını pozitif yönde destekleyen bir konuşma terapistiyle; 2. gruptaki çocuklar ise hata yaptıklarında onları azarlayan ve aşağılayan bir konuşma terapistiyle beraber çalıştı. Sonuçlar, ikinci gruptaki olumsuz geri bildirim alan çocukların ruh sağlıklarında ciddi problemler yaşandığını gösterdi. Daha da kötüsü, deneyin üstünden biraz zaman geçtikten sonra, konuşma terapistinden olumsuz geri bildirimler alan çocuklarda, konuşma bozukluklarının daha da ilerlediği gözlemlendi. Asıl mesele deneyin olumsuz yönleriyle alakalı. deneyin bilinen olumsuz ya da etik açıdan sorun oluşturan yanları şöyle:

Denek olarak kullanılan çocuklar -çocuk bile olsalar- deneyden haberdar edilmeden deneye alınırlar. deney, tamamlanmasının üzerinden 60 yıl geçtikten sonra ancak, basına sızar.

Yetimhâne görevlileri deneyden haberdar edilmeden, çocukları deney yürütücülerine teslim eder. Deney yürütücüleri, “çocuklara konuşma üzerine bir takım tavsiyeler verilecek.” denilip kandırılır. ardından bir üniversite (iowa state univercity) adını kullanan deney yürütücüleri ellerini kollarını sallaya sallaya deneyi yaparlar.

Deney, hiçbir zaman kâğıda basılmaz. zirâ, deneyin etik sorunlar doğuracağını deney yürütücüleri de bilir ama, deneyi yine de yaparlar. deney için alacakları tepkiden korkarlar ve hatta halkın ve aydınların, deneyin naziler için yürütüldüğünü öne süreceklerini düşünürler. kısacası, tepkilerden korkarlar.

2007 yılında bu çocuklardan zarar gören 6 tanesine, 6 aylık çalışmanın sonucunda yaşadıkları duygusal hasarı telafi etmek amacıyla 925.000$ tazminat ödendi.”Iowa State University”, deney sonuçlandıktan yıllar sonra, yazılı bir açıklama yapıp olay için tüm herkesten özür diler.

Deney 3 – Mk-Ultra

CIA, 50’li ve 60’lı yıllarda, MK-ULTRA adını verdikleri proje kapsamında; etik olmayan, zihinsel kontrol ve psikoloji alanlarını kapsayan bir çok deney gerçekleştirdi. Amerika ve Kanada vatandaşları kullanıldı Theodore Kaczynski, diğer adıyla Unabomber, CIA’in deneylerinin kurbanlarından biriydi ve deney sonucunda zihinsel dengesizlikle yaşamına devam etmek zorunda kaldı. Bu deneylerin başka bir parçası olan “LSD’nin Amerikan ordusuna karşı biyolojik silah olarak kullanılması” deneyinde, uzman Frank Olson’ın vicdan azabı yüzünden tüm dünyaya bu deneyleri açıkladığı düşünülüyor. Yetkililer Olson’ın intihar ettiğini, bir otel odasının 13. katının penceresinden aşağı atladığını duyursalar da, Olson’ın itirafları sebebiyle öldürüldüğü söyleniyor. Tabi Olson’ın nasıl öldüğü, deneyler sonucu akıl sağlığını yitirmiş olan binlerce insan için pek bir anlam ifade etmiyor.

1950-1960 arasında Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı (CIA) altında görev alan Bilimsel İstihbarat Birimi (SID), “zihin kontrolü” ve insanların davranışsal mühendisliği üzerine birçok deney yapmıştır. Bunların hepsi önemli veriler elde edilmesini sağlasa da, tamamı başarısızlıkla sonuçlanmıştır; hatta bazıları, denekler üzerinde ciddi psikolojik sorunlar yaratmıştır. MK-Ultra Projesi, bu deneylerin genel adı olarak bilinmektedir. Proje kapsamında sayısız yasadışı deney yapılmış ve suç işlenmiştir. 1953′te yasal olarak tanınmamaya başlanan programın 1964′te alanı daraltılmış, 1967′de iyice yavaşlatılmış ve 1973′te tamamen durdurulmuştur. Deneyler süresince denekler özellikle Liserjik Asit Dietilamid (LSD) gibi halüsinojenlerin aşırı dozda kullanılmak haricinde hipnoz, duyusal yetersizlikler, izolasyon, sözel ve cinsel istismar ve hatta işkence gibi yöntemlere maruz kalmıştır.

44′ü üniversite olmak üzere toplamda 80 enstitünün ortak olarak yürüttüğü bu projede, CIA’in toplam bütçesinin %6′sı kullanılmıştır. Uzun bir süre gizli tutulmaya çalışılan bu proje, 1977 senesinde Bilgilendirilme Özgürlüğü Yasası’nın çıkarılmasıyla toplamda 20.000 belgenin açığa çıkarılması sayesinde öğrenilmiştir. Temmuz 2001′de ise deneylerle ilgili gizli kalmış tüm bilgiler halka arz edilmiştir.

Deneyler süresince sayısız alanda araştırma yapılmış, insan ve diğer hayvan denekler üzerinde yasadışı, bilimdışı ve akıldışı sayısız uygulamada bulunulmuştur. Örneğin sorgulamaların kolaylaştırılması için geliştirilmeye çalışılan dürüstlük hapı sırasında birçok hayvan ve insana sayısız halüsinojen madde ve diğer kimyasallar verilmiştir.

1955′te yazılmış bir belgede, deneylerin amaçları şu şekilde sıralanmaktadır:

Halkın gözünden düşülmesine neden olacak kadar mantıksız düşünmeyi ve düşüncesizliği tetikleyen maddelerin geliştirilmesi.

Mantıklama ve algılama süreçlerini yavaşlatan maddelerin geliştirilmesi.

Kullanıcının daha hızlı veya yavaş yaşlanmasına neden olacak maddelerin geliştirilmesi.

Alkolün etkilerini tamamen silecek bir ilacın geliştirilmesi.

Kamuflaj ve taktik amaçlı, bilinen hastalıkların tüm belirtilerini yaratan; ancak istendiği zaman durdurulup bu etkilerin geri dönebilmesine neden olan ilaçların geliştirilmesi.

Geçici veya kalıcı beyin hasarı ve hafıza kaybı sağlayan ilaçların geliştirilmesi.

Baskı, işkence ve hayati ihtiyaçlara olan direnci arttırıcı ilaçların geliştirilmesi.

Kullananın o anda ve öncesinde olan olayları kalıcı ya da geçici olarak unutmasına neden olacak maddelerin geliştirilmesi.

Şok ve kafa karışıklığını geçici ya da kalıcı, kısa ya da uzun vadede yaratabilecek maddelerin ve fiziksel yöntemlerin geliştirilmesi.

Bacakların felç olması veya akut kan yetmezliği gibi fiziksel yetersizlikleri anlık olarak yaratabilecek ilaçların geliştirilmesi.

Vücutta su kabarcıkları yaratabilecek kimyasalların geliştirilmesi.

Bireyin davranışlarını, arzu edilen bir diğer bireye bağımlı kılacak şekilde değiştirecek ilaçların geliştirilmesi.

Sorgulama mekanizmalarını iptal edecek, mantıksal düşünmeyi engelleyecek ilaçların geliştirilmesi.

Hırsı azaltacak ve genel çalışma verimliliğini düşürecek ilaçların geliştirilmesi.

Görüş, duyma, vb. duyusal becerileri köreltecek ilaçların geliştirilmesi.

Sonrasında kalıcı hafıza kaybı yaratan, ani bayıltma işlemini yapabilecek ve yiyeceklere, içeceklere, havaya karıştırılabilecek bir ilaç geliştirilmesi.

Belirli bir fiziksel aktivitenin yapılmasını tamamen engelleyecek bir ilacın geliştirilmesi.

Tüm bunları test etmek ve geliştirebilmek için CIA deneylerinde yüksek dozda LSD, barbiturat IV, amfetamin IV, temazepam, eroin, morfin, MDMA, meskalin, psilocybin, scopolamin, marijuana, alkol, sodyum pentotal ve ergin gibi sayısız bağımlılık yapıcı, halüsinojen ve uyuşturucu madde kullanmıştır. Denek olaraksa zihinsel hastalıklı olan insanlar, mahkumlar, ilaç bağımlıları ve fahişeler kullanılmış, bunlar durumları veya mesleklerinden ötürü tehdit edilerek karşı koymaları engellenmiştir. Deneyde görev alan bir memur, şu sözleri sarf etmektedir:

“Deneylerde, bize karşı koyamayacak herkesi kullandık.”

Amerika’da patlak veren Watergate skandalı sırasında MK-Ultra’ya ait tüm belgelerin yok edilmesi emredilmiş ve 20.000 belge haricinde kalan hepsi yok edilmiştir. Bu yüzden MK-Ultra’nın tüm detaylarını bilmek imkansızdır. Ancak var olan belgelerden bile, deneyler sırasında onlarca deneğin öldüğü, birçoğunun suikaste kurban edildiği, bazılarının ise eskiden var olmayan zihinsel sorunlar geliştirdiği bilinmektedir ve belgelenmiştir. Milyonlarca dolarlık projenin sadece bir ayağı olan Pont-Saint-Espirit ayağında meydana gelen deneysel hatalardan ötürü 32 denek akıl hastanesine kaldırılmış ve en az 7 denek ölmüştür. Bu deneylerin başka bir parçası olan “LSD’nin Amerikan ordusuna karşı biyolojik silah olarak kullanılması” deneyinde, uzman Frank Olson’ın vicdan azabı yüzünden tüm dünyaya bu deneyleri açıkladığı düşünülüyor. Yetkililer Olson’ın intihar ettiğini, bir otel odasının 13. katının penceresinden aşağı atladığını duyursalar da, Olson’ın itirafları sebebiyle öldürüldüğü söyleniyor.

Deney 4 – Milgram Deneyi

Yale Üniversitesi’nden psikolog Dr. Stanley Milgram tarafından yapılan bu deney, insanların ororiteye nasıl boyun eğdiklerini anlamak amacıyla 1961 senesinin Temmuz ayında yapılmıştır. Deneyin kilit noktası, deneklerin şahsi vicdanlarıyla çelişen unsurların varlığına karşı otoriteye nasıl boyun eğdiklerini gösterebilmektir.

Deney, Kudüs’te görülen bir Nazi savaş suçlusu olan Adolf Eichmann’ın davasının başlangıcından 3 ay sonra yapılmıştır. Milgram’ın deneyine ilham veren soru şudur:

Soykırımın sonuçları, Eichmann ve benzerleri tarafından da benimsenmekte miydi, yoksa bu kişiler, otoriteye boyun eğdikleri için mi soykırım yaptılar?

Bir diğer deyişle Milgram’ın deneyi, kişilerin şahsi görüş, düşünce ve vicdanlarına rağmen otoritenin emirlerini yerine getirmeye olan yatkınlıklarını analiz etmek amacıyla yapılmıştır.

Deney içerisinde 3 kişi bulunmaktadır: denek (T ile gösterilmiştir), aktör (L ile gösterilmiştir) ve araştırmacı (E ile gösterilmiştir). Araştırmacı, otoriteyi temsil etmektedir ve emirleri veren taraftır. Denek, öğretmeni temsil etmektedir ve otoriteden gelen emirleri uygulayan konumundadır. Aktör ise öğrenci rolündedir ve öğretmenden gelen uyarılara maruz kalan taraftır. Burada, “aktör” denmektedir, çünkü esasında öğrenci konumunda olacak kişi, deneyi düzenleyen araştırmacı tarafından önceden bilgilendirilmiştir ve rol yapacaktır. Ancak bunu denek bilmez.

Deneyden önce, denek ve aktör olan kişiye, rollerini belirlemek üzere, sanki rastgele belirleniyormuş etkisi yaratmak için üzerinde roller yazılı iki kağıttan birini rastgele seçmeleri istenir. Esasında iki kağıtta da, “öğretmen” yazmaktadır, dolayısıyla denek olacak kişi kesinlikle öğretmen olacak, önceden ayarlanmış aktör ise öğrenci konumunda kalacaktır. Bundan sonra öğretmen ile öğrenci birbirinden ayrı odalara konur.

Öğretmen rolündeki deneğe, deney öncesinde bir şok verilir ve kendisi, deney sırasında öğrenciye şok verdiğinde öğrencinin deneyimleyeceği acıyı deneyimlemesi sağlanır. Sonrasında, kendisine birkaç çift kelime verilir ve öğrenciye bu kelimeleri öğretmesi istenir. Öncelikle, elindeki listedeki sözcükleri aktöre, yani öğrenciye okur. Sonrasında, bir kelime ve o kelimeyle eşleşebilecek 4 şık okur. Eğer ki öğrenci, hatalı şıkkı seçerse, öğretmenin kendi eliyle elektrik şoku vermesi gerekmektedir. Her bir hatalı cevaptan sonra elektrik şokunun şiddeti 15 volttan başlayarak, her sefer 15 volt arttırılacaktır. Eğer ki öğrenci doğru cevap verirse, öğretmen bir sonraki soruya geçecektir.

Denek konumunda olan ve öğretmen rolündeki şahıslar, öğrenci konumundaki aktörlerin gerçekten de şok aldığını sanmaktadırlar. Halbuki, herhangi bir şok uygulanmamaktadır. Aktörün bulunduğu ayrı odada bulunan bir ses kayıt cihazı sayesinde, her bir elektrik şoku seviyesi için ayrı bir ses verilir ve aktör, sanki gerçekten acı çekiyormuş gibi inler.

Deneyin can alıcı noktası burada başlar. Kimi denemede, aktör, rollerin belirlenmesi sırasında deneği, kendisinde bir kalp sorunu bulunduğuna ikna ederek duygusal bir koşul oluşturur. Kimi denemede ise bu yapılmamıştır. İki durumda da, her yanlış cevaptan sonra verilen şoktan ötürü aktörün verdiği tepkiler (bağırma, inleme, ağlama, vs.) artar ve bir noktadan sonra aktör, duvarlara vurarak acıyı iyice anlatmaya çalışır.

Denek konumunda olan öğretmen, eğer ki bunlara dayanamayarak deneyi durdurmak isterse, ona her talebinden sonra araştırmacı tarafından kendisine şu cümleler söylenir:

Lütfen devam edin.

Deney gereği devam etmeniz gerekmektedir.

Devam etmeniz gerçekten çok önemlidir.

Başka seçeneğiniz bulunmuyor, devam etmek zorundasınız.

Eğer ki bu dört durdurma denemesi sonrasında, denek halen durdurmak isterse, deney gerçekten de durdurulur. Eğer ki otoritenin bu emirlerine boyun eğecek olursa, deney her yanlış cevapta 15 volt arttırılacak şekilde şokların denek tarafından, kendi elleriyle uygulanmasıyla devam eder.

Ayrıca deneyde, deneğin, aktörün durumuna yönelik sorularına karşı da ön cümleler belirlenmiştir. Örneğin, eğer ki denek, öğrencide kalıcı hasar olup olmayacağını soracak olursa, kendisine şu söylenir:

Her ne kadar şoklar acı verici olsa da, kalıcı bir doku hasarı oluşturmayacaktır, lütfen devam edin.

Benzer şekilde, eğer ki aktör, içerideki odadan deneyin durdurulması için yalvaracak olursa ve denek de bunu bahane ederek deneyi durdurmak isterse, şu söylenmektedir:

Öğrencinin hoşuna gitse de, gitmese de, her bir kelime çiftini öğrenene kadar devam etmek zorundasınız, dolayısıyla lütfen devam edin.

Eğer ki denek, bu emirlere boyun eğerek şok vermeyi sürdürürse, art arda 3 defa 450 voltluk şok verdikten sonra (ki bu, neredeyse kesin olarak her insanı öldürecektir), deney durdurulur.

Deneyden önce Milgram, insanların genel olarak kendileri böyle bir deneye tabi tutulsalardı, nasıl tepki vereceklerini anlamak için Yale Üniversitesi öğrencilerine ve akademisyenlerine bir dizi anket uygulamıştır. Anket uyguladığı kişilere, 450 voltluk maksimum şoku, böyle bir deneyde uygulama ihtimallerini 0′dan 4′e kadar 5 kademeli bir puan değeri üzerinden değerlendirmelerini istemiştir. Ankete katılan 100 öğrenciden hepsi 0 ile 3 arasında puanlar vermiş, genel ortalama ise 1.2 çıkmıştır. Yani neredeyse kimse, bu kadar yüksek bir dozu sadece emirler öyle söylüyor diye uygulamayacağını iddia etmiştir. Milgram, 40 psikiyatrist üzerinde yaptığı ankette de, bu araştırmacıların neredeyse tamamının 10. şoktan sonra deneyden kesinlikle vazgeçeceklerini ve bu kadar yüksek dozajda hiçbir otoriteye boyun eğmeyecekleri cevabını almıştır. Hatta psikiyatristler, kimsenin bu dozu vermeyi sürdürmeyeceğini ileri sürmüşlerdir.

Milgram’ın deney sonuçları ise tam tersi bir tablo göstermiştir. Her ne kadar hemen hepsi bundan rahatsızlık duyduğunu belirtse de, deneklerin %65′i, yani 40 denekten 26 tanesi emirlere uyarak 450 voltluk inanılmaz yüksek şiddetteki elektriği öğrenci konumundaki aktöre uygulamıştır. Deneklerin istisnasız her biri, sonuca ulaşmadan önce herhangi bir noktada deneyi durdurup ne yapılmak istendiğini sorgulamıştır. Hatta bazıları, deneyin durdurulması halinde kendilerine deneye katılmaları halinde ödenecek parayı iade edeceklerini söylemiştir. Deney boyunca denekler, birçok farklı stres ve korku tepkisi göstermiştir: terlemişlerdir, mırıldanmışlardır, kekelemişlerdir, dudaklarını ısırmışlardır, mızmızlanmışlardır, inlemişlerdir, tırnaklarını yemişlerdir ve hatta kimisi, gergin kahkahalar atmış ve hafif gerginlik nöbetleri geçirmiştir.

Milgram, bu deneyden yola çıkarak iki sonuca varmış, iki teori geliştirmiştir:

Törecilik Teorisi: Bir birey ve ait olduğu grupla ilgili bir teoridir. Eğer ki birey, karar alma konusunda uzman ve kabiliyetli değilse, karar vermeyi gruba ve hiyerarşik düzene bırakacaktır. Grup, bireyin davranışsal modeli olacaktır.

Aracılı Durum Teorisi: Boyun eğmenin ana unsuru, bireyin başkasının dileklerini yerine getirmesinden ötürü, kendini yaptığı davranışlardan sorumlu görmemesidir. Eğer ki biri bu görüşü benimseyecek olursa, boyunduruğun tüm gereklilikleri yerine getirilmiş olur.

Milgram’ın ünlü ‘İtaat Deneyi’ni, yaklaşık 50 yıl sonra Santa Clara Üniversitesi’nden bilim adamı Jerry Burger küçük değişikliklerle tekrarladı. Bu değişikliklerden biri, ‘öğrenci’ye verilen maksimum voltun orijinal deneydeki gibi 450 değil, 150 volt olarak belirlenmesiydi. Burger bu değişikliği şöyle açıklıyor: “Deneyde, öğrencinin bağırmaya ya da ağlamaya başladığı düzey olan 150 voltta elektroşok uygulayan deneklerin yüzde 79’u, 450 volta kadar çıktı. Dolayısıyla kırılma noktası olan 150 voltta deneyi sonlandırmakta bir sorun görmedim.”

Burger tekrar deneyinin sonuçlarını, “sürpriz ve hayalkırıklığı” olarak nitelendiriyor. “Zira” diyor, “Tekrar deneyinine katılanların yüzde 63’ü, tanımadıkları bir kişiye, deneydeki son nokta olan 150 volt elektroşok uygulayabiliyor.” “Deney sırasında katılımcılarda olağandışı ya da yanlış bir şey yoktu” diyen Burger, 1960’larda otoriteye daha fazla itaat ettiğini düşündüğümüz kuşakla günümüz insanlarının bir biçimde benzer karakteristikler taşıdığının görüldüğünü açıkladı.

Deney 5 – Üçüncü Dalga

Milgram Deneyi ile benzer özellikler taşıyan bu deney, California, Palo Alto’da bulunan Cubberley Lisesi’nde, tarih dersi kapsamında gerçekleştirilmiştir. “Nazi Almanyası” konusu kapsamında gerçekleştirilen uygulamanın amacı demokratik toplumların dahi faşizme meyilli olduklarını anlatmayı amaçlamış, ve aslında deneyin sahibi, tarih öğretmeni Ron Jones bir bakıma bunu kanıtlamıştır da.

Jones ilk gün bir kaç basit kural getirmiştir: Ders zili çalmasıyla birlikte öğrenciler 30 saniyede yerlerini alacak, söz almadan ve ayağa kalkmadan konuşmayacak, söz alırsa söyleyecekleri üç beş kelimeyi geçmeyecek ve her cümlelerinin sonunu “Bay Jones” diye bitireceklerdir.

İkinci gün Jones mevcut sınıfın özel olduğunu belirtmiş, diğerlerinden ayırmış ve disiplinin sağlanmasından sorumlu kılmıştır. Onlara “Üçüncü Dalga” adını veren Jones, bir okyanusun en güçlü dalgasının üçüncü dalga olduğu gibi sahte bir efsane uydurarak ismi anlamlandırmıştır. Bu gruba Nazi selamını öğreten Jones, bu grup öğrencilerinin sadece sınıfta değil, dışarıda dahi birbirlerini bu şekilde selamlamalarını emretmiştir. Öğrenciler bu kurala istisnasız uymuşlardır.

Üçüncü gün Jones deneyin kapsamını büyüterek okula yaymıştır. Gün başında 30 öğrencilik sınıf, 13 katılımcıyla beraber 43′e yükselmiştir. Öğrencilerin hepsi derslerine hevesle sarılmaya başlamış, katılımlarında artış olmuştur. Ron Jones’un konuyla ilgili kendisinin kaleme almış olduğu makalede belirttiğine göre, kimi öğrenciler “İlk defa adam akıllı bir şeyler öğrendiklerini” beyan etmişler ve hatta “Bay Jones, niçin diğer konuları da bize böyle öğretmiyorsunuz?” şeklinde sitem etmişlerdir

Kendilerine bir üye kartı düzenleyen öğrenciler, bir de logo tasarlayarak kurumsallaşmışlardır ve grup üyesi olmayan öğrencileri sınıfa sokmamışlardır. Yeni üye bulma koşul ve kurallarının da belirlendiği üçüncü günün sonunda toplam katılımcı sayısı 200′ü bulmuştur. Gün içerisinde bazı grup üyeleri diğer grup üyelerini kurallara uymadıkları gerekçesiyle dışlamaya başlamışlardır.

Dördüncü gün Jones, öğrencilerin projeye haddinden fazla dahil olduklarını, disiplin kurallarına görülmemiş bir liyakatle bağlandıklarını farkedince, olayların kontrolden çıkacağını sezerek deneyi durdurmuştur ancak bunu yaparken, bu hareketin ulusal bir hareket olduğunu, ertesi gün, yani cuma günü başbakanlıktan bir açıklama yapılacağını belirterek yapmıştır. Ertesi gün vaat ettiği gibi sınıfa bir televizyon getiren Jones, bir kaç dakika karıncalı ekran izlettikten sonra gerçeği açıklamış, bunun Nazi Rejimi dersi kapsamında faşizmi anlatmak için yaptığını belirtmiş, hemen ardından bir Nazi belgeseli izleterek amacını doğrulamıştır.

En nihayetinde deney sonlanmış ve deneyin okul yönetimince duyulmasından 3 yıl sonra okulla ilişiği kesildi ve başka hiç bir kamu lisesinde öğretmenlik için kadro bulamadı. Ron Jones’un Üçüncü Dalga deneyi, 2008 yılında Alman yapımı “Die Welle” adlı filmde işlenerek beyaz perdeye aktarılmıştır.

Haberin Tamamı İçin: http://www.vuub.net/14/10/2013/kotu-sonuclanan-5-p…


Leave a Reply