Karanlıkta yıldız gibi parlayan bir hekim

Yıl 1978. Almanya’da bir lise, öğrencilerini İsviçre gezisine götürüyor. Öğrencilerin bilgi ve görgülerini artıracak bu gezinin en ilginç bölümlerinden birisi de büyük bilim adamı Erich Fromm’un bir konferansı.

Erich Fromm psikiyatri, sosyal psikoloji, sosyoloji, felsefe alanındaki çalışmaları ve kitaplarıyla, bütün dünyada saygı uyandırmış, çeşitli noktalarda Sigmund Freud’u eleştirmiş dev bir isim. Türkçede de birçok okuru bulunan, özellikle de “Özgürlükten Kaçış”la tanınan Fromm’un o sıralarda çıkmış olan kitabı “Sahip Olmak ya da Olmamak” adını taşıyor.

Öğrenciler bu büyük beyinden ne alabiliyor, söylediklerinin ne kadarını algılıyor bilinmez ama aralarından biri konferansın sonunda Fromm’a bir soru yöneltiyor. “Sahip Olmak ya da Olmamak adlı kitabınızda, bildiğimiz anlamda varlık ve yokluğu mu anlatıyorsunuz yoksa bu isim daha çok yaratıcılıkla mı ilgili. Mesela erkek güçlü görünür ama yaratan, doğuran, dolayısıyla türün devamını sağlayan kadındır. Bunu mu anlatmak istediniz?”

Filozof bilim adamı bu ufak tefek öğrenciyi dikkatli gözlerle süzüyor ve “Herkes gittikten sonra biraz kalır mısın benimle!” diyor.

Ve öyle de oluyor. Öğrenci ile Erich Fromm kütüphane salonunda baş başa kalıyorlar. Fromm onun merak ettiği konuları cevapladıktan sonra; “Belli ki sen düşünen bir insansın. Hayatın boyunca hiç unutmaman gereken bir şey söyleyeceğim sana. İleride zaman zaman kendini yalnız hissedeceksin, bunalacaksın. O zaman gökyüzüne bak. Göreceksin ki ışık saçan yıldızlar tek tektir, gökyüzüne serpiştirilmiştir, yalnız başınadır, örgütsüzdür. Buna karşılık karanlık örgütlüdür, bütündür, her yeri kaplar. Umutsuzluğa düşme ama bu gerçeği de hiç unutma.”

Sonra delikanlıya soruyor: “Şimdi söyle bakalım. Kimsin, nesin?”

Genç adam “İsmim Hüseyin!” diyor. “Almanya’ya göçmüş bir ailenin çocuğuyum.”

Erich Fromm ayrılırken Hüseyin’e diyor ki “Bak delikanlı. Bundan sonraki öğrenimini ben karşılayacağım. Erich Fromm bursuyla okuyacaksın.”

Böylece Hüseyin, İsviçre’den hayatını etkileyecek bir bursla dönüyor. Liseyi bitirdikten sonra Almanya’da elektronik mühendisliği okuyor. EKG gibi tıbbi cihazlar üzerinde çalışıyor. Onu son derece yetenekli bulan profesörleri diyorlar ki: “Bir de tıp oku. Elektroniği ve tıbbı birleştirerek büyük buluşlara imza atabilirsin.”

Bu öneri üzerine Hüseyin, tıp fakültesini bitiriyor ama tıbbı o kadar seviyor ki hayatına hekim olarak devam etmeye karar veriyor, ihtisas yapıyor, profesörlüğe yükseliyor.

Giessen Üniversitesi’nde “Neural Therapy” bölümünde ünlü Profesör Ludwig’in yanında yetişiyor. Modern Batı tıbbını reddetmeyen ama “henüz” kanıtlanmadığı öne sürülen geleneksel metotları da ihmal etmeyen bütüncül bir tıp anlayışı geliştiriyor.

Basit bir check-up için en az 21 ayrı doktor görmek gereken bir “uzmanlaşma” ortamında, insanı bütün olarak kavrayan bir anlayış bu. Sadece bedeni değil, psikolojisiyle de bir bütün.

Daha sonra bu yetenekli genç profesör, Batı’daki kürsüsünü, olanaklarını, klinik şefliğini bırakıp, Dr. Hüseyin Nazlıkul olarak memleketine dönüyor, İstanbul’da Nişantaşı’nda bir klinik açıyor, binlerce hastaya şifa dağıtıyor, bir yandan da 500 Türk doktorunu “tamamlayıcı tıp ve neural therapy” alanında yetiştiriyor.

***

Beni Hüseyin Nazlıkul kardeşimle Bahattin Yücel tanıştırdı. 2009 yılıydı, müthiş bağırsak sancıları çekiyordum. Harvard’tan, Şikago’dan doktorlar durumumu izliyor ve bazı oluşumlardan kuşkulandıklarından biyopsi yaptırmam için ısrar ediyorlardı. O günlerden birinde Bahattin’le buluştuk. Hasta olduğumu görünce beni Hüseyin Nazlıkul’a götürdü. Meğer bu ilginç hekim bana meraklıymış. Beni hemen Doktor Tijen Hanım‘a teslim etti. Bazı elektronik cihazlarla testler yaptılar. Sonra Hüseyin bu testleri önüne koydu ve “Zülfü abi sizde barsak iltihabı var” dedi.

“İltihap olduğundan emin misin? Birçok büyük hekim biyopsi için ısrar ediyor” dedim.

“Kesinlikle eminim” dedi. Elindeki grafiği gösterdi ve bana açıklamalar yaptı.

“Yani riski göze alıyor ve biyopsi yaptırma diyorsun.”

“Kesinlikle!” dedi. “Ben seninle büyüdüm abi, canını tehlikeye atar mıyım?”

Bu ısrarımı dört gün sürdürdüm. Hep aynı şeyi söyledi. Sonunda ameliyat olmak zorunda kaldığımda Hüseyin Nazlıkul haklı çıktı. Lenfoma sanılan oluşum iltihaptı, kanser değildi.

***

Evet! Fromm’un dediği gibi; karanlık örgütlü, kötülük ve cehalet her yeri kaplamış durumda ama arada Hüseyin Nazlıkul gibi yıldızlar da çıkıyor ve Fromm’dan, Ludwig’den aldığı ışığı yansıtmaya devam ediyor.

Leave a Reply