Kadının Özgürleşmediği Bir Toplum…


Gürgen Öz, Nevrotik’te psikolojik ve ortak noktası kadın-erkek ilişkileri olan öyküler anlatıyor. Öz: “Kadın-erkek ilişkisini çözemeyen bir toplum, hiçbir şekilde olgunlaşabilmiş bir toplum olamaz.”

Gürgen Öz, kitabı Nevrotik ’te dört farklı öyküye yer veriyor. Psikolojik temalı bu öykülerin başka bir ortak noktası da kadın-erkek ilişkileri üzerine olmaları. Öz ile psikolojiyi, öykülerini ve elbette oyunculuğu konuştuk.

Öykülerinizin hepsinde psikolojik ağırlıklı betimlemeler ve olaylar görüyoruz. Ortak tema insan psikolojisi. Bu psikoloji merakının sebebi ne?

Benim yüksek lisans tezim oyuncu psikolojisi üzerineydi; oyuncunun genel psikolojisi, oyuncu-seyirci ilişkisi, sanatçı psikolojisi ile ilgili. Araştırmam çok uzun sürdü ve o dönem yoğun bir şekilde psikoloji okumaya başladım. Okudukça da insan psikolojisinin derinliklerine girdim. Labirent gibi bir şey bu, hiç bitmiyor. Çok da eğlenceli aynı zamanda.

Mesleki açıdan başladınız yani?

Evet. İnsan doğası, tavırları, bunların nedenleri vs. oyunculukla alakalı şeyler. O yüzden psikoloji okudukça insan doğasını keşfetmeyi çok sevdim. Bunu yaparken aynı zamanda kendinizi ve başkalarını da keşfediyorsunuz. Bütün bunlar oynadığınız karakterlere yansıyor. Yani başlangıçta tezime yardımcı olsun diye okumalar yapıyordum ama sonra oradan çıktı olay. Bir hobiye dönüştü. Hâlâ da devam ediyor psikoloji merakım.

İlk kitabınızda bir konsept yaratma fikri nereden geldi?

Yazmaya başladığımda çıkan tablonun birbirini tamamlayan bir bütüne hizmet ettiğini gördüm. Psikoloji ağırlıklıydı genelde yazdıklarım. Bir dönem yaptığım tüm okumalar böyle bir sonuç doğurmuş, süreç kendini yaratmıştı. Konular ne kadar değişirse değişsin, o dört öykü özgürlük kavramı, insan ruhu, insan doğası ile alakalı, bu temalar üstüne kurulu.

Öykülerinizde genellikle kadın-erkek ilişkileri üzerinde durmuşsunuz. Buradaki en büyük sıkıntı sizce nedir?

Bu çok temel bir mesele. Kadın-erkek ilişkisini çözemeyen bir toplum, olgunlaşabilmiş, büyüyebilmiş olamaz. Ve ileri de gidemez. Çünkü bu ilişkiyi çözmediğiniz müddetçe, ana-babayla olan ilişkinizi de çözemiyorsunuz. Kendinizi ana-babadan özgürleştirip bağımsız bireyler haline de getiremiyorsunuz. Ana-babayla kurduğunuz ilişki de aslında toplumun gelenekleri-görenekleri ile kurduğunuz ilişki oluyor. Çünkü onlar sizi bu kurallarla büyütüyor. Sonuçta, buradaki çarpıklık bütün topluma yayılıyor; bilimi, sanatı, mühendisliği her şeyi etkiliyor. Dolayısıyla büyüyemeyen, ileriye gidilemeyen, birey olamamış bir toplum haline geliyorsunuz. Ne bilime odaklanabiliyorsunuz, ne de sanata. Her şey yarım yarım oluyor. Çünkü siz yarım yarımsınız.

Özellikle bu topraklarda kadın-erkek arasındaki sorunu çözmek epey sıkıntılı…

Sıkıntılı çünkü çok dogma, çok yaptırım var. Çok mahalle baskısı var. Kadınların özgürlüğüne izin yok. Çünkü bir topluma gücünü veren aslında kadının özgürlüğüdür. Kadının özgür olduğu yerde bireyler daha güçlü, daha yaratıcıdır. Bir erkeğin güçlenmesini de kadının özgürlüğü sağlar. Kadını özgürleştirememiş bir toplum güvensizdir. Bu yüzden baskıya gider. Haliyle cinselliğini, kadın özgürlüğü halledememiş bir toplum nevrozlu bir toplum oluyor. Ve Türkiye’nin nevrozu da bence budur. Mesela bu kızlı erkekli söylemi bile çok absürt bir şey. Düşünün bu toplum hâlâ bunu aşamamış, bununla uğraşıyor. Hâlâ bu noktadasınız ve ilerleyemiyorsunuz.

Aşmaya da niyetimiz yok galiba.

Yok. Hâlbuki bugün bizim sanatla ilgili ürettiklerimizi tartışıyor olmamız gerekirdi. Dünyayla bir filmimizi paylaşmamız gerekirdi. Kendi arabamızı yapmanın gururunu yaşıyor olmamız gerekirdi. Ama bunlara takılı kaldığımız için buralara gelemiyoruz. Bu büyük bir nevroz.

İlk öykünüzde karakter tahlillerine rastlıyoruz. Bu karakterlerin sıkıntılarından konuşacak olursak, onay alma – kabullenme herkesin ortak derdi diyebilir miyiz?

Evet aslında bu bütün dünyada ortak sıkıntı. Ama onay mevzusu Türkiye’de iki katı. Siz onay almak zorundasınız fakat kimse kimsenin farklılıklarını onaylamıyor. İş, eş, saç rengi konusunda bile en ufak bir farklılık, özgürlük hemen mahalle baskısına takılıyor. Bunları da Nevrotik öyküsündeki anne ve baba problemiyle gelen iki kişi üzerinden anlatmaya çalıştım.

Aslında “Her şey ailede başlar” çok doğru bir saptama…

Evet. Mesela bir anne, küçük bir kızken babasından alamadığı o ilgiyi, etraftan gördüğü o baskıyı oğlundan çıkartıyor. Ve öyle dominant annelerle büyüyen adamlar, büyüdüklerinde maçolaşıyor. Kadından korktukları, ezildikleri için maçolaşıyor. Ve bunu eşlerine yansıtıyorlar. Gerçekten Türkiye’de kadına karşı çok büyük bir şiddet var. Hem psikolojik hem de fiziksel. Kadın hep gözlem altında, yargılanıyor, eleştiriliyor. Bu Anadolu’ya gittikçe daha da artıyor. Çocuk gelinler, dayaklar, tecavüzler… Büyük problem bu. Bence kadının özgürleşmediği bir toplum yarım bir toplumdur.

“Oyunculuğu da hikâyecilik olarak görüyorum”

Yeni projelerinizden bahsedelim biraz. Yazmaya devam mı?

Aslında ben öykü olarak devam etmek istiyorum. Öyküye özel bir ilgim var. Ortaokul, lisede yazardım hep. Oyuncu olarak da size çok şey öğreten bir şey yazmak. Bir karakter yaratıp onu konuşturuyorsunuz. Bir süre sonra o kendi kendine konuşuyor zaten. Bir hikâye yakaladığımda çok hoşuma gidiyor. Ben oyunculuğu da hikâyecilik olarak görüyorum. Şimdi notlar alıyorum yeni bir kitap için.

Oyunculuktan öyküye kayma durumu var mı?

Yok, ben bunların hepsi bir bütün olarak görüyorum. Oynamak, yazmak, çizmek, okumak bir bütün. Okumaya âşığım mesela. Sadece okuyarak ve gezerek yaşayabilirim.

Radikal

Haberin Tamamı İçin: http://kitap.radikal.com.tr/Makale/kadinin-ozgurle…


Leave a Reply