İktidar ve Kürtlerin siyasal psikolojisi

Siyaset psikolojisinin amacı, toplumların politikacılarla olan ilişkilerini incelemek ve sağlıklı yöneten-yönetilen ilişkisinin sağlanması adına gerekli yaklaşımların ne olabileceğine yoğunlaşmaktır. İktidar ve Kürt siyasî hareketinde birbirine tamamen zıt iki psikoloji oluşuyor. Biri mağrur ve güçlünün diğeri mağdur ve ezilenin psikolojisidir ve bu diyalektiği çözmedikçe barışa varmak mümkün değildir. İktidarın Kürt sorununa yaklaşımı IŞİD’in Kobani saldırısından sonra ciddi bir eksen kaymasına uğradı. Devletin eski reflekslerini yeniden benimseyen muktedirlerin “kışkırtıcı siyasi demeçleri” çözüm sürecini sekteye uğrattı. Kürt sorunu yeniden vahim bir uzlaşmazlık ve çatışma ortamına sürükleniyor. Hâlbuki ortak hedeflerin korunabilmesi lazımdı. Bu hassas dönemde iktidarın Kürt siyasi hareketine “politik diplomatik suhulet” içeren bir temkinle yaklaşması gerekirdi. Hükümet etmek, her siyasi oluşumun psikolojisini derinlemesine kavrayıp feraset dolu yeni söylemler üretmekten geçer. Bunun adı yönetme sanatıdır. Tam tersine, son olaylara çarpık yaklaşarak “bu bir darbe girişimidir” vaveylasını yayarsanız ve asıl darbe günlerini andıran sıkıyönetim hukukunu devreye sokarsanız ülkeyi kaosa sürüklersiniz, dünyada da ülkenin iyi yönetilemediği yönünde bir algıya sebep olursunuz.

Kobani saldırısının Kürtler tarafından nasıl algılandığını, iktidarın IŞİD’e yaklaşımının Kürtler tarafından ne şekilde yorumlandığını hesaba katmadan siyaset yapmak basiretli bir yaklaşım gibi durmuyor. Kürtlerin algısını görmezden gelmek sürece yardımcı olmaz. Üstelik Kürtler çözüm sürecinde anlamlı bir kazanım elde edemediklerini düşünüyor ve muktedirlerin kendilerini oyaladığı psikolojisiyle acı çekiyor. Yeni eğitim öğretim yılında MEB’in sadece 17 tane Kürtçe öğretmen ataması anlaşılır gibi değil. Elbette Kürt siyasetinin yer yer boykotçu tavrının da sürece katkısı olmadı. Ama insanları anlamak zorundasınız. Hükümetiz diyenler bu maharete, bu profesyonelliğe sahip olmalı. Ne yapıp edip en uygun biçimde eğitimle ilgili yasal düzenlemeleri hayata geçirmek gerekiyordu. 2015’e yaklaşıyoruz ve bu ülkede halen daha Kürtler kendi anadillerinde eğitim alamıyorlar. Yine de Suriye’de oluşan kanton yönetimine karşı sert bir söylem geliştirilmediğini düşünüp Kürt siyasi hareketi bir derece teselli buluyordu. Ama örgütünüz bizim için IŞİD’le aynıdır diyerek üstlerine gittiğiniz andan itibaren çözüm sürecinde sonun başlangıcına girmişsiniz demektir. Çatışma ve uzlaşmazlık çözümü dünyanın her yerinde temkinli bir diplomatik tavırla sürdürüldü. Bu dikkatli dili terk etmek ülkeyi şiddete dayalı kısır döngüye hapseder.

Aslında boşa konuştuğumuzu düşünüyorum. Çünkü iktidar da şunu çok iyi biliyor ki; terör tartışması başkadır, Kürt halkının örgütle kurduğu psikolojik ilişki başkadır. Kürtlerin siyasi psikolojisi tümüyle göz ardı edilerek siyaset yapılamaz. İktidar zaten bu zihniyete sahip olarak çözüm sürecini yürütüyordu. İşte şimdi ne oldu da iktidar bu farkındalığına rağmen topuzu tercih etmeye başladı? Bu basitçe Kobani meselesi değildir. İktidarda düşman boşluğu oluşmaya başladı. Paralel iftirası artık tutmuyor. Kendine yeniden bir düşman üretiyor ki otoriter bir rejim kurmanın gerekçelerini ortaya koyabilsin. Bahane de Kürt siyasi hareketi olacak gibi gözüküyor. Yeniden Kürt hareketi düşmanlaştırılsın ki istibdat hukukunu tesis etmek için güçlü bir mazeret elde edilsin. Böylece geçmişteki tüm partizan illegalitenin üstü sıkıyönetim koşulları altında örtülsün. Zira son yargı paketine Kürt hareketine karşı polis devleti uygulamalarına ilave olarak, sadece bir hâkim ve savcı kararı ile yandaş olmayan işadamlarının mal varlığına el koymak gibi birçok madde eklemenin başka bir izahı bulunmuyor. Bir taşla çok kuş ve bu oldukça tehlikeli bir oyun. Kısa bir süre önce iktidar medyasının köşe yazarları artık PKK’ya terörist demeyin retoriğini kullanıyordu, bazı siyasetçiler Öcalan’ın bütün Kürtlerin lideri olduğunu, süreci çok iyi okuduğunu dile getiriyordu. Şimdi birden ortaya çıkmış IŞİD terör örgütünü Öcalan tarafından kurulmuş ve 1978’den beri var olan Kürt örgütüyle eşitlemek siyaseten anlamlı olmadığı gibi Kobani meselesiyle de açıklanamaz. Carl Schmittçi politika üretim merkezi yeniden devrede. Stratejiyi hatırlayalım: “Hep bir düşman üret ki siyasalın gücünü artırasın. Siyasal demek istibdat hukuku oluşturmak amacıyla varoluşsal bir düşman üretmek demektir.” İşte bu zararlı politik teoloji muktedir bünyeyi sarmış durumda.

Sıkça dile getirildiği gibi 52. hükümet şu anda devletin baskıcı yaklaşımını bizzat kendisi yeniden üretmeye başladı. Fakat önemli bir fark var. Kürt sorununa ilişkin yaklaşımda geçmişe dönülmesi eskisinden daha tehlikeli bir ortama yol açabilir. Zira eskiden Kürt sorunu TSK’nın uhdesindeydi ve sivil iktidara güçlü bir vesayet yöntemiyle ne yapması gerektiği empoze edilirdi. Demokratik bir çözüm üretmek neredeyse imkânsızdı. (İlk defa farklı bir yaklaşım geliştiren Özal’ın şaibeli ölümü siyasi hafızamızda hâlâ taptaze duruyor.) ANAP’tan sonra AK Parti’nin aldığından daha düşük oylarla hükümet eden zayıf partiler ise militer endoktrinasyona boyun eğmekten başka bir çıkış yolu bulamazlardı. Dolayısıyla Kürt sorununda askerî yaklaşım sivil siyaseti egemenliği altına alırdı. Mevcut iktidar ise tersine, vesayet rejimini sona erdirdiğini söyleyen güçlü bir hükümet olma iddiasıyla politika yapıyor. Üstelik bu politik propagandayla oylarını yükseltiyor. İktidar medyası da kendine övünç payı çıkarıyor, hatta hükümete yakın bazı kalemler muhafazakâr bir hükümetin üst üste seçim kazanmasını eski vesayet karşısında bir halk ihtilali olarak görüyor. İşte Kobani saldırısından sonra içine girdiğimiz sürecin daha tehlikeli görünmesinin sebebi baskı ve şiddet kullanmaya yönelik eski resmî politikanın sivil bir politikaya dönüşmesidir. Kürt tarafında resmî ideolojinin bugün sivil İslamcı bir ideoloji tarafından benimsendiği yönünde algı oluşuyor. Zira vururuz, kırarız, dünyayı başınıza yıkarız, size misliyle karşılık veririz, TOMA’ları bire on yaparız, Kobani’yle bizim ne işimiz olur dedikçe Kürt sorunu içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

Eskisinden daha tehlikeli günlerden geçiyoruz çünkü seçmenin yarıya yakın kısmından oy almış bir hükümet sahip olduğu (adeta sınırsız gibi gördüğü) sivil kudreti eski güvenlikçi yaklaşıma dönüştürürse ortaya çıkabilecek karşılıklı “sivil şiddet potansiyelinin” önüne geçmek zor olur. İç çatışmaları engelleyemezsiniz. İşte bu negatif durum yeni olur Türkiye’de. Şiddet sivilleşir. Hükümet her şeyden önce bu samimi eleştiri ve endişelere karşı geliştirdiği tümüyle “itimatsız psikolojiden” kendini kurtarmalı. Hakikatperver sivil toplumdan yükselen sese biraz olsun kulak vermeli. Kimsenin fikrine, tavsiyesine ihtiyacımız yok gibi düşünmemeli. Zira bu konu ülke meselesidir, basitçe AK Parti meselesi değildir. “Rica ederiz, bir an olsun şu paranoya tavrınızı bir kenara bırakın ve partinizden olsun olmasın ülke için en az sizin kadar kaygılanan insanlar olduğuna inanın” diyen samimi seslere kulak vermek iktidarın lehinedir. Bu basiret ve feraseti göstermemek fayda getirmez. Ülkedeki huzur ve saadeti düşünen insanların tavsiyelerini bile teröre destek vermek gibi bir iftirayla karşılamak, tekrar darbeden söz edip çatışma ortamından “politik rant” devşirmeye kalkışmak Kürt sorununda gelinen noktayı çok daha çözümsüz hale getirir. Bu sağırlık hali, kuvvetin psikolojisidir. Aksine hak ve hukukun psikolojisine dönmeye ihtiyaç var. Buna rağmen, tam ters yönden bir gece yarısı Meclis’e sunulan istibdat içeren hukuk paketiyle darbe dönemlerini andıran düzenlemeler yapmak ülkeyi daha da karanlığa sokar. Üstelik tasarıyı Meclis’e getiren bir AK Parti milletvekili bile “Maalesef kantarın topuzunu biraz fazla kaçırmışız… ölçülü davranmamız gerekirdi” diye özeleştiri yapıyor. Son yasa teklifi bir muktedire böyle görünürse hadiselerin mağdurlarına nasıl görünür varın siz hesap edin.   

İktidarın demokratik eksenden otoriter eksene kayması anayasa referandumundan sonra yavaş yavaş başladı. Hükümet, iktidar oldular ama muktedir olamadılar söylemine karşı yeni bir duruş geliştirdi ve kendi gücünü sivil ve siyasal bütün oluşumlara karşı ispatlamak istedi. Fakat iktidarın haktan çok kuvvetin psikolojisiyle hareket etmeye başlaması Gezi hadisesiyle tam bir dönüm noktası elde etti. Hükümet Gezi direnişçilerine karşı son derece provokatif bir dil üretmenin siyasi avantaja dönüşeceğini ve kendi seçmen kitlesini bu şekilde konsolide edebileceğini fark ettiği andan itibaren yangına körükle gitme yolunu denedi. Maalesef gençlerin ölümüne yol açan bu vahim strateji bugün Kürt siyasi hareketine karşı kullanılıyor. Yine darbe girişimidir deniliyor fakat darbe dönemlerini andıran baskılar tesis ediliyor. Bu yol çıkmaz sokak diyen dürüst insanlara terörist damgası yapıştırılıyor. “Kürtlerin gelinen noktada nasıl bir algı geliştirdiğini kavramaya çalışmak gerekir” diyenlere vatan haini muamelesi yapılıyor. Algı diyorum çünkü Kürtler kendini aldatılmış hissediyor. Kısa bir sürede 40 kişi öldü. KCK yer yer serhildan (isyan) çağrısında bulunuyor. Kılıçlar çekilmişken havayı yumuşatacak bir siyaset psikolojisi aranır. Kürtlerin gönlüne girebilecek, onlara yumuşaklıkla yaklaşan bir söyleme her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Niye daha temkinli ve tedbirli bir dilin kullanılmadığını, ekimin ilk haftasından itibaren neden ateşin üstüne benzin döküldüğünü sorgulamak gerekiyor. Fakat hatırlamakta fayda var: Dünya üzerindeki bütün otoriter rejimler toplumsal hadiselerin insanî boyutlarını hesaba katarak hareket etmezler. Güçlerini tahkim etmek için her yola başvururlar. Otoriter rejimlerin kendilerini sürdürebilmeleri için sürekli negatif ve provokatif açıklamalara ihtiyaçları vardır. Nitekim Kobani kuşatma altına alındıktan itibaren, iktidarın Kürt örgütü hakkında gerçek düşüncesini gösteren beyanları Kürt asabiyesinde adeta sırtından bıçaklanmış gibi bir hissin oluşmasına yol açtı. Kürt hareketini IŞİD’le eşitlemek hafızalardan kolay kolay silinmeyecektir. Öcalan’ın eylemcilere yönelik evinize dönün çağrısı olmasaydı iktidar içine düştüğü acziyetten kurtulamayacaktı. Altı şehirde sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. Daha doğrusu ancak Öcalan sayesinde Kobani eylemlerinin durması başlı başına bir acziyete işaret etti. Ancak iktidar Öcalan kartını ikinci defa kullanamaz. Şengal ve Kobani zulmünden sonra Türkiye’deki Kürtlerin halet-i ruhiyesi ciddiyetle ele alınmaz ve PKK’ya karşı IŞİD tehdidi gündemde tutulursa ülke yeniden çatışma ortamına sürüklenir.

*Doç. Dr., Süleyman Şah Üniversitesi

Leave a Reply