HKÜ’de psikoloji konuşuldu

Hasan Kalyoncu Üniversitesi (HKÜ), ‘Psikoloji Gündemi 3’ Sempozyumu’na ev sahipliği yaptı. Gaziantep ve çevre illerden psikologlar, psikolojik danışman ve rehber öğretmenlerin katıldığı Sempozyumda ‘Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’ tüm detaylarıyla ele alındı.

Hasan Kalyoncu Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün organize ettiği ‘Psikoloji Gündemi 3’ Sempozyum’una; Şahinbey Kaymakamı Uğur Turan, Mütevelli Heyeti Üyesi Dr. Songül Kalyoncu, HKÜ Rektörü Prof. Dr. Tamer Yılmaz, HKÜ Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Zerrin Pelin ve Prof. Dr. M. Hanifi Aslan, akademisyenler, Gaziantep ve çevre illerden psikologlar, psikolojik danışman ve rehber öğretmenler katıldı.

Sempozyum’un açılış konuşmasını yapan HKÜ Rektörü Prof. Dr. Tamer Yılmaz, “Katılımcı profilindeki çeşitlilik, yoğun katılımcı sayısı ve doyurucu bilimsel içeriği ile ‘Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu’ temalı bu etkinlikle şehrimize yeni bir soluk gelmiştir. Son yıllarda her yerde duymaya alıştığımız Hiperaktivite, ne yazık ki modern çağın en yaygın psikolojik sorunlarından biridir. Daha çok çocukların yaşadığı psikolojik bir rahatsızlık olarak duymaya alıştığımız hiperaktivite, sık görülen ciddi bir psikolojik rahatsızlıktır. Bir sonraki toplantıda sizlerle tekrar görüşmek üzere saygı ve sevgilerimi sunuyorum” dedi.

DEBH NEDİR? NASIL BİLİNİR?

Sempozyumda konuşma yapan Prof. Dr. Mücahit Öztürk, “Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHP), başta bireyin kendisi olmak üzere aileyi ve toplumu ilgilendiren yönleriyle çocukluk çağının en önemli psikiyatrik sorunlarından biridir. Erken teşhis edildiğinde tedaviden elde edilen sonuçların yüz güldürücü olması, DEHB’nin, başta sağlık ve eğitim alanında çalışanlar olmak üzere, çocuk ile ilgili tüm profesyoneller ve aileler tarafından mutlak bilinmesi gerekir. DEHB; aşırı hareketlilik, dikkat eksikliği ve dürtüsellik olarak sınıflandırılabilen üç temel belirti kümesinden oluşur. Günümüzde çoğumuzun hiperaktivite olarak işittiği bu klinik tablo aslında ilk olarak 1900’lü yılların başında tanımlanmıştı. Ancak son 30 yılda yapılan birçok sayıda bilimsel çalışma, DEHB’nin nedenlerinin biyolojik kökenli yapısal bir bozukluk olduğunu ortaya çıkarmıştır. DEHB’nin 3 temel belirtisi vardır. Bunlar; Aşırı Hareketlilik (Hiperaktivite), Dikkat Eksikliği ve Dürtüselliktir” diye konuştu.

DEHB konusunda yanlış bilgilenme ve inanışlara değinen Öztürk, açıklamasını şöyle sürdürdü:

“DEHB modern çağın hastalığı değildir. DEHB’li çocuğun davranışlarını normal kabul ederek ‘çocuktur yapar, zamanla düzelir’ demek, çocuk üzerine kumar oynamak gibidir. DEHB oluşumunda suçlu, aile değildir. DEHB biyolojik temeli olan bir bozukluktur. Dolayısıyla DEHB bir terbiye edebilme sorunu değildir. DEHB tedavisinde kullanılan ilaçlar bağımlılık yapmazlar. Bedensel olarak kalıcı yan etkileri yoktur. DEHB tanısını mutlaka bir Çocuk Psikiyatrisi koymalıdır. DEHB’nin bilimsel tedavisi dışında ailenin ilgisini çekecek alternatif bazı yöntem uygulayanlar az sayıda olsa da vardır. Bilimsel olmayan bu yöntemlere ailelerin itibar etmemesi gerekir.”

ÇOCUKLARDA DEBH’Lİ BİRİ İLE YAŞAMAK: AİLELER, ÖĞRETMENLER, EŞLER NELER YAPMALI?

Sempozyum’da konuşma yapan Prof. Dr. Bengi Semerci ise ‘Öğretmenlere, Ailelere ve Erişkinlere Öneriler’ konusunu ele aldı.

Semerci, şunları söyledi:

“Aşırı hareketliliğin ve dikkat dağınıklığının en belirgin olduğu ortam sınıftır. Bu nedenle, öğretmenler tedavinin önemli bir öğesidir ve onların işbirliği olmadan başarıya ulaşmak güçtür. Öğretmenin başarılı olabilmesi için, öncelikle DEHB hakkında yeterince bilgisi olması gerekir. Öğretmenin en önemli görevi, kendine saygısı ve güveni azalan çocuğun başarılı olduğu alanları bularak desteklemek ve yeniden bunları sağlamaktır. DEHB tanısı almış bir çocuğu olması, ailenin ve çocuğun yaşamını zorlaştırır. Anne baba olmak, sadece çocuk sahibi olmakla açıklanamaz. Bilmeniz ve inanmanız gereken en önemli şey çocuğunuzun bir sorunu olduğudur. Bu sorunun oluşması sizin bir kusurunuz değildir. Devamlı dalgın, dikkatli dinlemeyen, öfkeli, tepkisel ve kendine ilişkin işleri yapmayan, unutan, zaman kavramı olmayan, aşırı dağınık bir eşle yaşamak zordur. Aile, eş ve hatta çalışma arkadaşlarına sorunun anlatılması, DEHB olan kişinin gerekli organizasyonları yapması için destek olmalarını sağlar. Ayrıca olumlu geri bildirimler, davranışları pekiştirir. Bulguların kontrol edilebilmesi ve düzelmeler; iş performansını, eş, aile ve arkadaş ilişkilerini olumlu etkileyecektir. Erişkin eğitimi ve destek tedavisi, DEHB olan erişkinin sorunu kontrol etmesini ve yaşam kalitesini yükseltmesini sağlar.”

DEPH’NİN BİLİŞSEL DAVRANIŞÇI İLE TEDAVİSİ

Sempozyumda söz alan Prof. Dr. M. Hakan Türkçapar da şu açıklamalarda bulundu:

“DEHB’nin Bilişsel Davranışçı psikoterapisinde davranış yönetimi, en önemli kısmı oluşturur. Davranışçı terapinin temeli, uygun davranışlar gösterme yönünde çocuğu motive etmektir. Olumlu ebeveyn-çocuk ilişkisi, öncelik ve ödül gibi olumlu sonuç getiren davranışlar, bu durumun iki önemli bileşenidir. DEHB’li bireyler süregelen içsel, yerinde duramama ve dürtüsellik yaşarlar. Yetişkin olguların da bazılarında tek başına ilaç tedavisi, belirti düzeyinde tedavide yeterli olabilmektedir. Bazı olgularda ise belirtilerin rahatlamasına katkı sağlarken, her zaman işlevsel açıdan olumlu sonuç alınamamaktadır. Yetişkin DEHB tedavisinde uzun vadede sonuç alınabilmesi için kombine tedavilere ihtiyaç duyulmaktadır. Psikososyal tedavilerde ise, daha önce de belirtildiği gibi çocuklarda olduğu gibi yetişkinlerde de Bilişsel-davranışçı terapiler (BDT) öne çıkmaktadır. BDT’de amaçlar; başa çıkma stratejilerinin kullanımını artırmak, uyumsuz bilişleri değiştirmek ve DEHB’ ye eşlik edebilen duygu, durum ve kaygı bozukluklarını azaltmak ve benlik saygısındaki azalma konularını ele almaktır. BDT’nin içeriğinde, gerçekçi beklentiler ve net hedeflerin belirlenmesi önemlidir.”

Sempozyum, serisinin üçüncüsü, katılım belgelerinin verilmesiyle sona erdi.

Leave a Reply