Güldalı Coşkun

 

‘Kürtlerin duymak istediği şey kardeşlik ve sevgi değil, eşitlik ve saygı... Ya da şöyle: Türk’ün Kürt’le kardeşliği ancak eşitlik ve saygı ile birlikte anlam kazanabilir. Aksi takdirde hiç telaffuz edilmese daha iyi, çünkü bu haliyle artık Kürtleri sinirlendirmekten başka bir sonuç doğurmuyor” diyor Alper Görmüş, Serbestiyet yazısında.

Ayrıca; Fadime Özkan ve Halime Kökçe’nin Star gazetesinde üç gün süreyle yayınlanan “Diyarbakır Notları” adlı çalışmalarından alıntılarla, bu düşüncesini pekiştirirken, Halime Kökçe’nin bununla ilgili makalesindeki şu cümlenin de altını iki kez kullanarak çiziyordu, Görmüş:

“Bütün hakları garanti altına alsanız da ezilmiş bir halkın psikolojisini dikkate almadığınızda o haklar kaynaşmanıza değil hasımlaşmamıza zemin olabilir.”

Evet; Psikoloji. Bölgeye gittiğimde fark ettiğim, bazen iletişimde tıkanmaya neden olan bir konu. Kürt Sorunu’nda aslında bir süredir gözlemlediğimiz, bir takım gelişmelere rağmen hâla aşmakta zorlandığımız asıl mesele de bu. Öncelikle bu psikolojiyi değiştirmekle, süreç daha kolay ilerleyecek gibi görülüyor.

Bu psikolojinin, sürece ve gidişata nasıl ket vuracağını, ilk 7 Haziran seçimlerinde gördük. Kürt oylarının, ciddi bir oranda AK Parti’den gitmesini, bir çok nedene bağladık. Seçimin ertesi günü Diyarbakırlı bir taksi şoförüyle yaptığım görüşmeyi yazmıştım. Orada da aslında karşıma çıkan somut verilerden ziyade psikolojinin yansımasıydı.

 

“Artık Kürt Sorunu yoktur” İfadesine verilen tepki de ağırlıklı olarak mevcut psikolojiydi. Dolmabahçe Mutabakatı’nın tanınmaması da yine böyleydi. Çünkü; kimse Dolmabahçe’deki o maddeleri konuşmuyor ve ne olduğunu bilen de azdı. Masanın devrilmesi, semboldü ve yine bunun gerekçelerinden çok, bu hareketin, “yeniden yok sayılma” olarak algılanması söz konusuydu. Elbette böyle algılanmasının ve bu psikolojinin çok haklı bir arka planı var. Devletin, geçmiş yıllardaki red ve inkar politikalarının yarattığı travmalardan sonra başka ne bekleniyordu ki.

Taksi şoförüne de bu politikaların sürüp sürmediğini sorduğumda; “Yok, Allah razı olsun Erdoğan’dan, çok iyi şeyler yapıldı” demişti ama buna rağmen Cumhurbaşkanı olarak (devleti temsil ediyor) HDP’yi eleştirmesi, güçlünün zayıfı ezmesi gibi algılanıp, asabiyet bağını sağlamlaştırıyordu. Böyle bir hafıza ve psikoloji varken, on adım gidip, bir adım geri dönülse, derhal kaygı ve güvensizliğe neden oluyor.

 

Kürt Sorunu’nda yapılması gereken teknik şeyler, aynı zamanda Türkiye’nin demokratikleşmesinde önemli adımlar olduğundan tartışılmamalı ve bunun için gerekenlerin yapılması artık mevzubahis bile olmamalı. Ancak; işte asıl sorun, psikoloji. Bunu nasıl aşacağız, buna yoğunlaşmalı ve fikirler üretmeliyiz.

Çünkü; bu psikoloji, aynı zamanda kötü niyetli iç-dış unsurlar için de oldukça kullanışlı. Bakınız son olaylarda, hendekler, mayınlar, yakmalar, yıkmalar ortadayken, halkın bir kesimi hâla bunların bir kısmını eski JİTEM türü yapıların üstüne atabiliyor.  Diyarbakır, Suruç ve Ankara patlamaları için de aynı şeyler geçerli. Tabi burada, bu insanları kullanan maalesef, HDP’yi unutmamak lazım. Onlar öyle bir çizgideler ki; ne kadar insan ölürse, bundan o kadar yararlanacaklar. Şimdiye kadar, bu konuda en çok adım atmış AK Parti hükümetleri, onların bir numaralı düşmanı. Çünkü; aslında atılan her adım, onların şiddetten beslenmesine engel oluyor. Bu yüzden de ortamı terörize edip, adım atılmasına engel oluyorlar.

Tekrar psikolojiye dönecek olursak; bu konuda atılan adımlar vardı elbette. Kimliğin yetkili bir ağızdan tanınması; Erdoğan, Barzani ve Perver’in Diyarbakır’da verdikleri ortak mesaj ve Kürtçe Türküler, bu adımlardandı. Erdoğan’ın sıkça kullandığı “kardeşim” sözcüğü, Kürtlerin psikolojisinde çok olumlu izler bıraktı. Ancak; bir noktadan sonra beklentilerin karşılanamaması ve bu çözümden rahatsızlık duyanların çeşitli oyunları ile süreç yavaşlayınca, yerini tekrar eski kaygılar almaya başladı. 7 Haziran bunun bir yansımasıydı.

Gelinen noktada, ezilmiş insanın psikolojisi de dikkate alınarak bölgenin akil adamları, diğer parti ve STK’ların desteğiyle süreç yeniden canlandırılabilir. Bu üstelik, hem şiddet severlere bir tokat olur, hem de, halkı istismar eden “yalancılar”dan kurtarmış oluruz.

Maalesef, genel olarak da gittikçe içi boşalan ve öylesine kullandığımız sözcüklerimiz var. “Dostum”, “kardeşim” “arkadaşım” vb. gibi sözcüklerle hitap ettiğimiz herkese, bu duyguları beslediğimiz anlamına gelmiyor ve nezaketen kullanıma dönüşüyor.

Siyaseten de durum böyle. O halde, vatandaşlık tanımında anlaştıktan sonra, istiyorsak karşılıklı olarak yine kullanmaya devam edelim.

Gerçekle yüzleşmeden, psikoloji aşılamıyor…

 

Leave a Reply