Dün geceyi hatırlamıyorum!

Dün geceki parti bir harikaydı. Her şey yolunda gitti, müzik harikuladeydi, alkol su gibi aktı, herkes çok eğlendi. Ama gecenin bir kısmı biraz karanlıktı. Acaba partiden ne zaman ayrıldınız? Yanınızda kim vardı? Daha da tuhafı, o şapkanın sizde ne işi var ve internete yüklenen fotoğrafın çekildiğini neden hiç hatırlamıyorsunuz? 

Çok fazla miktarda alkol tüketimi uzun süreli hafızayı olumsuz etkiler. Blackout yahut bilinç kararması olarak adlandırılan bu durum çok fazla içerek bayılacak hale gelmek değildir. Alkole bağlı bilinç kararmasında kişi yürüyebilir, konuşabilir ve diğer insanlarla rahatlıkla etkileşime girebilir. Ancak yaşadıklarına dair hatıra oluşturamazlar. Vücuttaki alkol oranı hızlı şekilde ve çok arttığında hafıza işlevleri zarar görür. Bilgileri kısa süreli hafızadan uzun süreli hafızaya geçiren hipokampus ancak hücresel bir düzeyde çalışmaya devam edebilir. Ortaya çıkan amnezi (hafıza kaybı) ya blok şeklindedir (Kişi hiçbir şey hatırlayamaz) yahut parçalıdır (Birtakım hatırlatmalarla kişi olanları anımsayabilir).

Bilimsel araştırmalar alkole bağlı bilinç kararmalarının kadınları erkeklere oranla daha fazla etkilediğini gösterir nitelikte. Sebep, kadınların vücut ağırlıklarının erkeklere oranla daha az olması ve alkolü seyreltmek için daha az miktarda suya sahip olmaları. Bununla birlikte alkolün vücuda karışmadan önce daha küçük parçalara ayrılmasını, diğer bir deyişle alkolün daha az etkili olmasını sağlayan alkol dehidrojenaz enziminin kadınlarda erkeklere oranla daha az olması. Bir diğer sebepse kadınların erkeklere oranla daha fazla diyet yapmaları ve öğün atlamaları, dolayısıyla alkol tüketimi sırasında midede alkolü emebilecek daha az gıdanın bulunması. Sonuç olarak erkeklere oranla, kadınların tükettiği alkol vücuda daha etkili şekilde giriyor ve hafıza ve duyu işlevlerinin olumsuz etkilenmesine neden oluyor.

 

AŞIRI EBEVEYN OLMAK!

 

Bugünün anne babaları önceki nesillere göre doğru ve etkili ebeveynlik konusunda çok daha bilinçli. Eskinin ‘Aman çocuktur ne olacak büyür bir şekilde.’ yaklaşımı yerini, sağlıklı çocuk yetiştirmenin yolunun sağlıklı ebeveynlik yapmaktan geçtiğinin bilincinde olan, merak eden, okuyan, araştıran anne babalara bıraktı. Bilgiye erişimin kolaylaşmasıyla ebeveynler çocuk gelişimi ile ilgili pek çok farklı yöntem ve teoriden haberdar oldular. Ancak buna paralel olarak, kafa karışıklığı da arttı. Sağlıklı ebeveynlik ne demek?

Ailelerin son dönemde çocuklarıyla yaşadıkları sıkıntılar birkaç ana başlıkta yoğunlaşıyor. İhtiyaçlarını karşılayabilme becerileri düşük, kendine yetebilmekte zorlanan, kurallara uymayı reddeden çocuklar ve bu durumla baş etmekte zorlanan ebeveynler. Hiç söz dinlemediğinden, okulda kurallara uymadığından, hiçbir şeyden mutlu olamadığından, okul çağına geldiği halde hala ağzına beslendiğinden, tek başına asla oynamadığından yakınılan pek çok çocuk var etrafta. Bu dertlerden muzdarip ailelerle sık sık karşılaşan bir psikolog ve yeni nesil bir anne olarak bazen düşünüyorum… Acaba bir dönemin kendi halinde büyümüş, bazen ihmal edilmiş çocukları olarak, ebeveynliğimizde ilgi ve alakanın dozunu biraz kaçırıyor olabilir miyiz?

Helikopter ebeveynlik kavramı, ilk olarak 1969 yılında Haim Ginott’un ergen-ebeveyn ilişkilerini ele aldığı kitabında karşımıza çıkıyor. Genç bir öğrencinin ‘Annem bir helikopter gibi üzerimde geziyor.’ ifadesinden esinlene Ginott, aşırı ilgili ve korumacı anne babaları böyle tanımlamış. 2000’li yılların başında Amerikan üniversitelerinde bu ifadenin yaygınlaşması ise, çocuklarını her sabah arayıp derse gitmesi için uyandıran, onun adına ders seçen, hatta kötü not aldığında hocaları arayıp hesap soran bir ebeveyn kesiminin ortaya çıkmasıyla eşzamanlı. İlk ortaya atıldığında, lise ve üniversite çağındaki gençlerin kendileri yapabileceği işleri onlar adına halleden aileleri için kullanılmış. Ancak günümüzde, helikopter anne babalığın her yaş çocuğa uygulandığı görüşü kabul görüyor.

Bu tarz bir ebeveynlik tarzını benimsemenin altında yatan kaygıları, nedenleri ve amaçlarını bir sonraki yazıda bulabilirsiniz.

 

HİÇ HATA YAPMAYAN KIZ

 

Okul öncesi çocukların çok zorlandığı bir konu hata yapmak. Rekabet ve yeterlilikler konusunun önplanda olduğu 3-5 yaş döneminde, ters giden en ufak bir şey onları hayalkırıklığı ve öfke nöbetlerine sürükleyebilir. Hiç hata yapmayan kız, benzer sıkıntıları yaşadığınız çocuğunuzla birlikte okuyabileceğiniz bir kitap. Hata yapmamak konusunda uzman olan Betül ve hata yapmakla çok barışık kardeşi Kaan’ın hikayesi çocuğunuza bu konuda farklı bir bakış açısı kazandıracak. (Yazan: Mark Pett, Resimleyen: Gary Rubinstein)

 

POZİTİF PSİKOLOJİ (?)

Son on yılda psikoloji biliminin insan doğasına dair mutluluk, psikolojik dayanıklılık, empati gibi pozitif konulara giderek daha çok eğildiğini görüyoruz. Pozitif psikoloji akımının savunucuları psikoloji biliminin bugüne kadar yalnızca ruhsal bozukluklara ve akıl sağlığına kafa yorduğu eleştirisini getiriyorlar. Pozitif psikolojinin bugünkü tarzda olmasa da psikoloji tarihindeki ilk temsilcisi İhtiyaçlar Teorisi ile Abraham Maslow ve Öğrenme Teorisi ile Martin Seligman’dır. Son yıllarda duygusal zekâ ile ilgili çalışmaları ile Daniel Goleman da bu alana katkı sunmuştur. 

Pozitif psikoloji akımlarının dışında, bireye ruhsal bozukluk çerçevesi dışından bakan bir diğer çalışma alanı da Ruhsal Esneklik ve Dayanıklılık (Resilience) araştırmalarıdır. Bu teoriye göre bazılarımız travmalar ve olumsuz yaşam olayları karşısında daha hassas ve kırılgan iken bazılarımız daha dayanıklı ve esnek olmamızı sağlayan özellikler taşırız. Örneğin korkutucu olaylar, deprem ve sel gibi doğal afetler, savaşlar gibi travmatik olaylara maruz kalan insanların yaklaşık %70 i travma sonrası stres bozukluğu geliştirmiyor.  Resilience araştırmalarının en büyük katkılarından biri bu farkı araştırarak, travmaya karşı dayanıklı olmayı sağlayan özellikleri ortaya koymuş olmalarıdır.

Ancak modern pozitif psikoloji akımlarına eleştirel bir gözle baktığımızda, bu yaklaşımların her bireye uygun olduğu ve iyi geleceği anlayışının doğru olmadığını söyleyebiliriz. Bireysel farklılıkları göz önünde bulundurmayan basmakalıp teknikler genellediğinde, yardımcı olmamanın dışında, zarar dahi verebilir. Örneğin, travmatik yaşantıları olan birine olumlama tekniği ile yaklaşmak travma ile başa çıkmasını sağlamaz, aksine zorlaştıracaktır.

Waterloo Üniversitesi’nden Joanne Wood ve arkadaşları Psychological Science dergisinde yayınlanan araştırmalarında, pozitif olumlamanın duyguduruma etkisini araştırmışlar. Bu araştırmada katılımcılardan ‘ben sevilen biriyim ya da  ‘başarılıyım’ gibi olumlama cümlelerini tekrarlamaları istenmiş. Kendilik saygısı ve özgüveni yüksek katılımcıların, pozitif olumlama cümlelerini tekrarlamaları normalde olduklarından bir miktar daha iyi hissetmelerini sağlamış, ancak anlamlı bir fark yaratmamış. Özgüveni ve özsaygısı düşük olan katılımcıların pozitif olumlama cümlelerini tekrarlamaları ise normalde olduklarından daha da kötü hissetmelerine sebep olmuş. Bu olumlamalar onları daha iyi hissettirmediği gibi, sadece ne kadar sevilmez hissettiklerini hatırlatmış.

Psikolog Julie Norem ise Negatif Düşünmenin Pozitif Gücü isimli kitabında, sınavın kötü geçtiğinden şikâyet edip hep en yüksek notları alan karamsar savunmacılardan bahsediyor. Bunun çoğu kişi için işlevsel bir savunma mekanizması olduğunu ve kişinin yaşamını olumsuz yönde etkilemediği takdirde, karamsar da olsa işe yarar başa çıkma mekanizmaları kullanabildiğini söylüyor.  Bu bakış açısının koruyucu bir işlevi olduğunu belirten Norem, bu kişilerin pozitif bakmaya yönlendirilmeleri durumunda performanslarının düştüğünü ortaya koyan araştırmalardan bahsediyor.

Bu sonuçlar göz önünde bulundurularak, pozitif psikoloji yaklaşımlarından faydalanabilecek kişiler olsa da bu yaklaşımların sınırlılıkları olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hatta birçok kişi için bu yöntemlerin geri teptiğini söyleyebiliriz. Bireysel farklılıkları göz önünde bulundurmaksızın kalıp yöntemler sunan modern psikoloji akımları, hızla tüketilmekte ve genellikle kalıcı etkilere bırakmamaktadır.

Kaynak: Wood, J. Positive Self-Statements Power for Some, Peril for Others, Psychological Science July 2009 vol. 20 no. 7 860-866

Leave a Reply