Direnişin Politik Psikolojisi: Kalabalıklar ve Kitleler

Gezi Direnişi, politik psikoloji açısından nasıl yorumlanabilir?

Bu soruyu yanıtlamak için, politik psikolojinin çeşitli boyutlarını açmak gerekiyor. Birinci tür politik psikolojiler, psikolojinin politik ya da yeterince politik olmadığını ileri sürerek, psikolojiye politik bir bakış eklemliyor. İkinci tür politik psikolojiler, psikolojinin politik olduğunu ancak kendini politik değilmiş gibi sunduğunu; bunun yerine kendi politik görünmezlerinin farkında olan bir psikolojinin gerekli olduğunu ileri sürüyor. Üçüncü tür politik psikolojiler, yöntem ya da kuram eleştirisi yapmak yerine, seçimler, liderlik vb. politik konulara psikolojik yöntemle yaklaşıyor (bu açıdan, bu türün politik psikoloji yerine psikolojik siyasetbilim olarak adlandırılması, daha doğru olabilir). Dördüncü tür politik psikolojiler ise, siyasetbilim alanındaki kimi kuram ve modelleri psikoloji konularına giydirmekten yana.

Böylece, Gezi’nin politik psikolojisi, en az dört sürüme karşılık geliyor.

1-

Birinci açıdan, Gezi Direnişi, eleştirel psikoloji için bir olanak sunuyor. Anaakım psikolojinin akademi ve klinik ile gerçek dünya arasında ördüğü aşılmaz duvar, eleştiri konusu ediliyor. Öte yandan, bu politik olan dışarısı ve apolitik olan içerisi ayrımı, çok da doğru değil. Anaakım psikologlar, araştırmalarında politik olmamaya çalışıyorlar ve politik olmadıklarını iddia ediyorlarsa da, bağlı oldukları kurumlar dolayısıyla, politikanın mikro ve makro boyutlarında varlar. İktidarın olduğu heryerde politika varsa, psikologlar da meslektaşlarıyla ve meslekdışı kişilerle ilişkilerde politika yapmış oluyorlar.

“Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı, aslında, bu iktidarın her yerde oluşunun ve iktidarın olduğu her yerde siyasetin de olduğundan hareketle, her yerin siyaset alanı olduğu biçimindeki gerçekliğin bir özeti olarak okunabilir. Geniş anlamıyla, her şey, politik; dar anlamıyla ise, yalnızca, seçim sandıkları, meclis, bakanlar kurulu vb. politik. Egemenler, politikanın dar tanımından yana; onlar, sandığın onlara her tür yetkiyi verdiğini iddia ediyor ve iddia etmekle kalmayıp bu yöndeki çeşitli uygulamaları hayata geçiriyor. Gezi Direnişi, bu açıdan, politikanın dar anlamından geniş anlamına geçişi ifade ediyor. Gezi, politikanın anlamını derinleştiriyor. Böylece, politik psikologlar, psikoloji bilgisindeki ve hizmetindeki politik olmadığı iddia olunup da aslında politik olan öğelerin avına çıkıyor.

2-

İkinci açıdan, Gezi Direnişi, yukarıda anılan dış bağlamı geri plana alarak, psikologların bilgi ve hizmet üretiminde iddia ettikleri politika-üstülüğü sorguluyor. İkinci tür politik psikoloji, psikologlardan, kendi kör noktalarının farkında olmalarını, sınıfsal, politik, cinsel vb. özelliklerinin psikolojik bilgi ve hizmet üstündeki etkileri üstüne dikkatli olmalarını talep ediyor. Öte yandan, her psikolojinin politik olduğu biçiminde özetlenebilecek bu tez, ters yönden bakılarak, “her politikanın psikolojisi olur mu; olursa nasıl olur?” sorusunu daha fazla irdelemeyi gerektiriyor. Değişik politik görüşlerden psikologların Gezi’yi farklı farklı yorumlamaları, tam da bu soruyla ilintili. Yorumcular, açık ya da örtük politik görüşlerine göre, Gezi Direnişi’ni özneleştiren ve nesneleştiren açıklamalar yapıyorlar. Birinci tür açıklamalarda, direniş, daha çok özgür iradeyle açıklanırken; nesneleştiren açıklamalarda belirlenimcilik varsayımı var.

Bu iki açı, daha çok muhalif psikologlar ya da psikolojiye muhalif bir noktadan bakanlar tarafından benimsenirken; bundan sonraki iki açı, daha çok, Amerikancı bakışlarda görülüyor.

3-

Üçüncü sürümde, politik psikoloji, anaakım psikolojinin politik öğeleriyle hesaplaşmadan ve hatta özellikle hesaplaşılmamış bir psikolojiye bilimsellik payesi vererek, dar anlamıyla politik olarak görülen seçimler, liderlik vb. konulara odaklanıyor. Politikayı anlamak için, psikolojiden medet ummanın nedenlerinden biri de, gerçek yaşamda, siyaseti, siyasetbilim okumuşların yapmıyor oluşu. Psikoloji, politika yorumcularına bir bilimsellik zırhı giydirerek; onların daha fazla dikkate alınır olması gibi bir işleve sahip oluyor. Bunun klasik örneklerinden biri, ulusal çatışmaları seçilmiş travmalarla (bu travmaları genellikle bu uluslar değil, yazarların kendisi seçiyor; bu nedenle, bilimsel yönleri çok tartışmalı; ideolojik işlevleri olduğu ileri sürülüyor) açıklayan Vamık Volkan ve benzeri psikodinamik psikologlar. Bu yaklaşımların, politik olanı diğer sosyal bilim alanlarını dışarıda bırakacak bir biçimde psikolojikleştirmesi, çok tartışma yaratıyor. Ezenlerin bakışı, kimi çözümlemelerde açıkça gözlemlenebiliyor. Gezi Direnişi’yle ilgili psikodinamik yorumların bir bölümü (babaya isyan, anneye kendini kanıtlama vb.), bu üçüncü tür altında değerlendirilebilir.  

4-

Dördüncü tür politik psikolojiye örnekler ise, siyasal değer araştırmaları üzerinden ya da uygarlıklar çatışması gibi tezlerden psikolojik sonuçlar çıkaran ve hatta bu yönde çeşitli bulgulara da ulaşan çalışmalar. Bu tür çalışmalarda, direnişi kültürel bir çatışma gibi görme eğilimi var.

* * *

Bunların dışında, bu dörtlünün altında değerlendirilemeyecek, yine de, politik olanı açıklamak için kullanışlı olabilecek çeşitli sosyal psikoloji bilgi ve bulguları var. Bunlardan biri, kimlik kuramı. Bu kurama göre, bireysel kimlik, ‘ben’in diğerlerine göre hangi noktalarda farklılaştığına odaklanırken; toplumsal kimlik, ‘ben’in diğerleriyle hangi noktalarda benzeştiğine eğiliyor. Direniş’in her iki süreci de harekete geçirdiği görülüyor. Birçok örnekte, sosyal psikolojiyle politik psikoloji, içiçe geçiyor. Sosyal olmayan bir psikolojinin politik olanı açıklaması zor. Psikolojiye ezenlerin açısından bakan; insanların biraraya geldiğinde bir kitle değil kalabalık olduğunu; insanların toplu halde olduklarında hayvanlaştıklarını ileri süren LeBon’un erken dönem sosyal psikolojinin olduğu gibi politik psikolojinin de önemli bir ismi olması, bu içiçe geçmeye bir diğer örnek. Psikologların, biraraya gelmiş insanları kötücül ya da iyicil olarak yorumlamasının politik bakışlarına ve biraraya gelenlerle özdeşlik kurup kurmamalarına dayandığı rahatlıkla söylenebilir.

Politik psikoloji tartışmalarında, psikolojinin yardımcı disiplin olarak seçtiği alanın psikolojik bakışın türünde belirleyici olduğu anlaşılıyor. Sosyolojiye yaslanan politik psikoloji, daha çok sosyal psikolojideki grup süreçleri gibi kavramlara odaklanıyor. Antropolojiye ve mitolojiye yaslanan politik psikoloji ise, daha çok topluma genellenmiş bireysel ilişkilenme biçimleri ve çocukluk yaşantıları gibi konular üzerinden psikodinamik açıklamalar getiriyor. Bilinç ve bilinçdışı da, bu iki tür bakış için önemli bir kırılma noktası. Psikodinamik yaklaşımla, insan, dürtülerinden kaçamayan bir kader mahkumuna dönüşürken; sosyal psikolojik açıklamalar, bilinçli davranışların çalışılmasına da açık. Bu ayrım, yukarıda anılan nesneleştirme-özneleştirme ayrımıyla da bir ölçüde çakışıyor. Politik psikoloji, nadir olarak, felsefe, coğrafya, dilbilim vb. alanları kendisine destek olarak kullanıyor. Doğa bilimlerine yaslanan politik psikoloji çalışmaları ise, politikayı sayısal bir bulmaca olarak tarifliyor. Politik psikolojiyi yazınla buluşturan alan, politikacıların psikobiyografileri, hatta psikodinamik yaklaşımla açımlanmış psikanalizleri.

3. ve 4. türden birçok politik psikoloji araştırması, duygu, davranış ve biliş (ABC modeli) üçgenine dayanıyor. Burada, duygu, akıllı mantıklı olmayan tutumlar ve önyargılar gibi düşünsel öğelere karşılık geliyor. Davranış, bir konuyla ilgili algıya değil olana odaklanıyor. Biliş ise, daha derin düşünmeye dayanan, bilinçlilikle daha yakın ilişkide olan düşünsel öğeler. Bu üçlemenin en az iki ayağına dokunan yaygın konular, algılanan neden-sonuç ilişkileri (yüklemleme, güdülenme vb.), karar verme süreçleri, ve izlenim yönetimi, ikna (‘kandırma’ olarak da okuyabiliriz), propaganda ve tanıtımla ilişkili politik stratejilerin psikolojik boyutları.

Bu 3. ve 4. türden politik psikoloji araştırmalarında, ‘büyük-adamcı politika yanılgısı’, sık sık görülebiliyor. Toplumsal ve topluluksal etmenler gözardı edilip siyaset, liderin özelliklerine indirgeniyor. En otoriter liderin bile toplumsal ya da topluluksal kabul edilebilirlik ekseninde hareket etmek durumunda olduğu unutuluyor. Sosyal psikologlar, çevresel etmenleri gözden kaçırarak bir bireye olduğundan fazla öznelik (yaşamını kontrol edebilme düzeyi anlamında) atfetmeyi ‘temel yüklemleme yanlışı’ olarak adlandırıyor. Öte yandan, toplumsal ve topluluksal etmenleri gözardı etmeden, bir liderin kişisel özelliklerini incelemek, olası ve hatta politik psikoloji, hangi tür kişilik özelliklerinin bir kişiyi liderliğe taşıyabileceği üstüne dikkate değer birçok çalışmayı da kapsıyor.

Psikodinamik yaklaşımla sosyal psikolojiyi birleştiren görece az sayıdaki çalışmadan biri, Frankfurt Okulu düşünürü Adorno’nun ‘otoriteryen kişilik’ kavramı. Adorno, çalışmasını bilimsel bulgulara dayandırırken, psikanalitik kavramlardan da vazgeçmiyor ve faşizmin gücünü kişilik yapısına bağlıyor. Bu yönde çalışmalar yürütmüş olan Wilhelm Reich’ı ve Erich Fromm’u anmak gerekiyor. Psikoloji kökenli olduğu unutulan Foucault’yu da, politik psikolojinin önemli isimlerinden biri olarak sayabiliriz; çünkü o, hem psikolojinin ve genel olarak toplumsal bilimlerin ezenlerin elindeki gerçek işlevlerini açığa çıkarmak gibi bir çaba içine giriyor; hem de politikanın geniş tanımını görünür kılmakla alanın kapsamını da geliştirmiş oluyor.

İlk dönem araştırmacıların paylaşım savaşlarından ve faşizmden büyük oranda etkilendiğini; ikinci dönem araştırmacılarınsa, 68 hareketi gibi toplumsal olaylarla içiçe olduğunu anımsamak, kitleye/kalabalıklara bakıştaki farkları daha iyi anlamamızı sağlıyor. İlk dönem politik psikologların sağcı olanlarının da solcu olanlarının da bireyi yücelttiği, kitleyi sürü gibi gördüğü anlaşılıyor. İkinci dönem politik psikologlar ise, siyasal konumlanışlarına göre, daha kitle dostu açıklamalar ve yorumlar yapıyorlar.

Gezi Direnişi’nden önce, Türkiye’de politik psikolojik birçok yorum, “bu halktan birşey olmaz” gibi bir altyapıya dayanıyor; bu nedenle, itaatle ilgili çalışmalar öne çıkıyordu. Şimdi itaatsizlikle ilgili çalışmalar gündemde. Yani faşizmi çözümlemek için kullanılan araçlar, Gezi’yi açıklamak için yetersiz kaldı. Zaten gündelik olanın politikleşmesi olarak adlandırılan süreç, politikanın dar anlamına hapsolmuş en muhalif politik psikolojinin bile açıklayamayacağı bir gerçeklik olarak ortaya çıktı.

Politik psikolojinin, pratik bir bilgi olarak, iyiye kullanımından çok, kötüye kullanımı göze çarpıyor: Seçmen nasıl kandırılır; psikoloji bilgisi, içeride tutulan muhaliften bilgi almak ya da onu yıldırmak için nasıl kullanılabilir; skandallarla sarsılan devlet görevlisi imgeleri nasıl düzeltilir; gündem nasıl değiştirilir; psikolojik savaş yöntemleri nasıl kullanılır; psikolojinin baskıcı yöntemleri, tutsak edilen muhaliflerin üstünde nasıl denenir; linç kültürü aşılanarak, kitleler, nasıl devletten daha devletçi duruma getirilir vb. sorular, ilk öne çıkanlar...

Gezi Direnişi, yalnızca falanca disiplin tarafından yorumlanacak bir olay değil; aynı zamanda, falanca disiplinleri dönüştürecek bir araç. Diğer bir deyişle, etki, iki yönlü: Direniş, toplumsal bilimleri; toplumsal bilimler de, direnişi etkiliyor. Dolayısıyla, direnişi yorumlayan politik psikologların, sözün ilk iki anlamıyla, “ben bu süreçte nasıl dönüştüm/dönüşüyorum?” diye sorması gerekiyor... (UBG/HK)

Leave a Reply