Deprem ve ruh sağlığı: 1999’da ne olmuştu?

Güncelleme. Erciş ve Van/Edremit depremlerine ilişkin ilk yazımın devamı olarak 2000 yılı baharında yazıp yayımladığım bir makaleyi tekrar sunmaya karar verdim. Yazıda aktardığım temel bilgiler günümüzdeki bilgilerle önemli ölçüde örtüşüyor. Uygulamaların ilk 6-7 ayında karşılaştığımız sorunlar da neredeyse bugün alanda emek veren arkadaşlarımızla aynı.

Ruh sağlığını doğrudan etkileyen barınma, ısınma, güvenlik temel ihtiyaçların karşılanmasını zorlaştıran birçok koşulun varlığı Erciş ve Van/Edremit depremleri sonrasındaki yardım girişimlerini şekillendirdi. Doktorlar, psikiyatri, psikoloji, çocuk psikiyatrisi, psikolojik danışmanlar ve sosyal hizmet uzmanları meslek örgütleri ve derneklerinin oluşturduğu platformlarda gönüllülerin büyük özveri ile yürüttüğü ruh sağlığı çalışmaları devam ediyor. Kızılay’ın bu çabalara katkısı oluyor. Gönüllülük dışında görevlendirme ile bölgeye gönderilen Sağlık Bakanlığı kurumlarında çalışan uzmanlar da var. 1999 depremi ve sonrasındaki 4 yıl içindeki çalışmalardaki deneyimlere dayalı diğer yazı ve bilgiler için www.yankiyazgan.com’u inceleyebilirsiniz.

17 Ağustos ve 12 Ekim 1999 tarihlerinde Türkiye'yi vuran iki büyük deprem, yalnızca büyük can ve mal kaybına değil, bu tür felaketlerin ardından toplum ruh sağlığı alanında değerlendirme ve müdahalede bulunabilecek ulusal kurumların eksikliği yüzünden katastrofik ruhsal sonuçlara da yol açtı. Hem bu kadar geniş ölçekli felaketlere karşı hazırlıksız oluşumuz, hem de bu anlamda en çok yardıma ihtiyaç duyan çocuklara yönelik ruh sağlığı hizmetlerinde çalışan profesyonel sayısının yetersizliği, doğru müdahale stratejilerini belirlemeyi ayrıca güçleştirdi.

TRAVMA NEDİR?

Ruhsal travma, ‘dış kaynaklı bir felaketin yarattığı zihinsel durumun sonucu olarak, bireyin kendini geçici olarak çaresiz hissetmesi ve daha önceleri işe yarayan savunma ve başa çıkma mekanizmalarının işlemez hale gelmesi’ olarak tanımlanabilir. Depremin kendisi ve sonrasında olanlar başlı başına anormal bir durumdur. Bu anormal duruma karşı gelişen tepkiler normaldir. Bunların neler olduğunu bilmek ise, olayın psikolojik etkilerini anlamayı ve bunlarla başa çıkmayı kolaylaştırabilir. Şiddetli bir depremden hemen sonra, en sık görülen durum şoktur. Hatta bazı insanlarda şok o derece ağırdır ki, duyguları ifade etmek çok zorlaşır. Bir donukluk ortaya çıkar. Bu durum, aslında yoğun sıkıntıya karşı organizmanın verdiği normal bir tepkidir. Bir süre için kişi kendini uyuşmuş, yaşamdan kopmuş gibi hissedebilir.

İlk şoktan sonraki tepkiler kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Korku, endişe, suçluluk, pişmanlık, öfke, karamsarlık, panik, çaresizlik ve utanç gibi duygular çok derin ve yoğun yaşanır. Bu duygularda ani iniş-çıkışlar olur. Karamsarlık ve kaygı bakış açılarını etkileyebilir. Travmatik olayla birlikte ya da olaydan bir süre sonra başlayıp, müdahale edilmediği takdirde aylarca sürmesi muhtemel olan diğer belirtiler ise; insanlardan uzaklaşma ve yabancılaşma, psikosomatik şikâyetler (karın ağrısı, döküntü gibi), disosiyatif belirtiler (rüyada gibi hissetme, çevreyi ve bedeni değişmiş gibi algılama), yorgunluk/ bitkinlik, konsantrasyon bozukluğu, travmatik olayı tekrar tekrar yaşıyormuş hissi, sürekli ‘teyakkuz’ halinde olma ve kendi kendine zarar verici davranışlarda bulunma olarak özetlenebilir.

DURUM NASIL SEYREDER?

Bazı insanlar hemen tepki gösterir, bazılarının tepkileri ise aylar, hatta yıllar sonra, gecikmeli olarak ortaya çıkabilir. Ortaya çıkan rahatsızlık verici tepkiler uzun zaman sürebileceği gibi, bunların kısa zaman içinde  yatışması da mümkündür. Travmaya maruz kalmış kimi kişiler, olayın yaşandığı sırada çok enerjiktirler ve sanki bu enerji sayesinde, olayla daha kolay baş ediyor gibi gözükebilirler. Ama bir süre sonra umutsuzluk ve karamsarlık yaşarlar. Şiddetli ve yıkım yaratan büyük bir deprem felaketini yaşayan herkesin ağır ya da hafif psikolojik rahatsızlıklar yaşaması normaldir. Fakat, bunun normal ya da beklenen bir süreç olması, müdahale edilmeyeceği anlamına gelmemelidir.

BÖLGEDEN BULGULAR...

Marmara Üniversitesi Hastanesi ve Gölcük/Adapazarı'ndaki çeşitli geçici yerleşimlerde, travmatik durumlarla ilişkili stres bozukluklarına en yatkın popülasyon olan çocuklar üzerinde sürdürülen klinik ve alan çalışmalarından elde ettiğimiz deneyim, yaşadığımız depremin psikolojik sonuçlarının, çeşitli felaketler geçiren farklı ülkelerdeki  afetzede çocuklarda saptananlarla benzerlik gösterdiğini ortaya koymaktadır. Çocuklar kendilerini yetişkinler kadar kolayca doğrudan ve sözel bir biçimde ifade edemezlerse de, yaşadıkları korku veya çaresizliği davranışlarındaki bozukluklarla ya da yaşanan kötü olayı konu alan oyunları sıkça tekrarlayarak dışa vurabilirler. En sık rastlanan belirtiler arasında; yaşından küçük davranışlar ve daha önce öğrenilen becerilerin kaybolması (altına kaçırma, bebeksi konuşma vs.), ayrılık anksiyetesi (anneden babadan uzak kalmamak için her yolu deneme), hiperaktivite (özellikle çocuğun anne-babada gözlemlediği çaresizlikle provoke olan), empati kurma güçlüğü, yıkıcı ve öfkeli davranışlar, iştahta artma veya azalma, uyku bozuklukları, kabuslar ve geleceğe yönelik umutsuzluk sayılabilir. Bu tür ‘travma sonrası stres’ belirtileri çocukların yaklaşık yüzde 50'sinde mevcuttur. Bölgede 6. ayda yapılan değerlendirmeler bu oranın aşağı yukarı sabit kaldığını göstermektedir. Ayrılığa dayanıksızlık, duyguların donuklaşması, gerçeklikten kopma, şaşkınlık ya da hayalperestlikte artış, üzüntü, yaşamın çok zor olacağına dair bir inanç ve karamsarlık gibi belirtiler uzun vadeli ve klinik düzeydeki problemlerin ortaya çıkma olasılığını arttıran işaretlerdir. (Mayıs 2000’de kaleme alınmıştır; benzeri yazılar için www.yankiyazgan.com veya facebook.com/yankiyazgancom).

birgun.net

Leave a Reply