"Dalgın Sular"da Çizgiyle İsyan Çizgiyle Terapi

EYÜP TATLIPINAR / Akşam


İskender Savaşır, İstanbul Karaköy'deki muayenehanesinde mesleğini sürdürürken aynı zamanda deprem, kentsel dönüşüm gibi travmatik olaylar geçirmiş 'risk grubundaki' kişilere psikolojik destek veren, epey aktif, 'yerinde duramayan' bir psikolog. 

Destek çalışmalarını yürüttüğü yerlerden biri Adapazarı. 17 Ağustos depreminde ailelerini kaybetmiş çocuklar için kurulan atölyelere katılan Savaşır, yaklaşık iki yıl  önce çocukları rehabilite etmek için bir çizgi roman çalışmasının işe yarayabileceğini düşünmüş. 50'ye yakın öğrencinin katıldığı çalışmalar kısa zaman sonra lokal bir proje olamaktan çıkıp genişleyerek önemli bir iddia edinmiş; Türkiye'nin farklı yerlerindeki risk gruplarına açılmak, projeyi olabildiğince geniş katılımla devam ettirmek... 

Metris Cezaevi'ndeki mahkûmlar ve İstanbul Ayazama'daki kentsel dönüşümün mağdurları, 'Derin Sular' adlı çizgi romanın bugüne kadar çıkan üç bölümünde bizzat emeği geçenler. Manisa'daki bir yurtta kalan kimsesiz çocuklara ve Van depreminin mağdurlarına ulaşmak projenin önümüzdeki dönemde görünen hedefleri arasında. 
Gelelim çizgi romana... 

1980'LERDE BİR GÜN OLAYLAR BAŞLAR... 
 
Aslında 'Derin Sular'ın bir fikir olarak Savaşır'ın aklına düştüğü tarih 1980'ler; İstanbul'daki kentsel dönüşüm projelerinde yerlerinden olan insanları gördüğü ilk zamanlar... 
Çizgi romanın ana hikâyesi de 1980'lerde açılıyor. Yer: Haliç'teki temizleme çalışmaları... Dipten çamurlar çıkaran makineler hassas bir şeye dokunuyor ve zamanda bir 'yırtılma' meydana geliyor. Çoktan ölmüş olması gerekenler, o eski zamanda yaşayanlar İstanbul sokaklarında görülmeye başlanıyor... Yetkililer durumun bir akıl hastalığı salgınından kaynaklandığını söylüyorlar. Fakat devletin durumun ciddiyetini anlaması da, ölülerin belirsiz nedenlerle canlanıp hayata karışmaları da fazla zaman almıyor. Geçmişten gelenlerin hikâyeleri bugün yaşayan insanlarınkine karışıyor, yeni kahramanlar çıkıyor, aksiyon, dayanışma ve sistemle mücadele böylece başlıyor...  

Burada bahsettiğimiz geçmiş, hikâyeye göre değişen farklı zamanlara ait. Kimi yerde Bizans ve Osmanlı dönemlerinden, kimi yerde 17 Ağustos depreminin hemen öncesinden, kimi yerdeyse 100 yıl öncesindeki Balkan göçlerinden günümüze geliyorlar… 

YAŞANMIŞ HİKÂYELER

Koordinatörlüğünü Savaşır'ın yürttüğü projede 'mağdurların' yanı sıra profesyonel çizer, yazar, tarihçi ve psikoterapistlerden kurulu 50 kişiyi aşkın bir ekip çalışıyor. 12 – 60 yaş arasındaki kişiler her hafta düzenli biçimde bir araya geliyor, hikâyeyi nasıl oluşturacaklarını, nasıl sürdüreceklerini konuşuyorlar. Ardından işin geri kalan kısmını profesyonel çizerler üstleniyor.
"Atölye çalışmalarında söz alanlar kendi başlarından geçen ya da çevrelerinde duyduğu olayları anlatıp, bunların çizgi romanda işlenmesini istiyorlar, bu hikâyeler senaryoya dönüştürülüyor" diyor Savaşır.  

Her sayıda diğerlerinden farklı hikâyeler anlatılsa da, bütün sayıları birbirine bağlayan karakter ve kimi olaylarran 24 sayılık büyük bir anlatı ortaya çıkaracak. Böylelikle bir cilt tamamlanıp diğer cilde geçilecek. 

SPONSOR ARANIYOR

Çizgi romanın periyodu başlangıçta haftalık olarak öngörülmüş fakat sponsor bulma işi halen çözülemediği için gecikmeler yaşanmış. Savaşır, sonraki sayılar için aylık periyotta çıkabileceklerini söylüyor. 

FANTASTİK ÇİZGİ ROMANIN AVANTAJI 

Çizgi roman projesi için neden fantastik konular seçtiklerini soruyoruz, nedeninin basit oduğunu söylüyor Savaşır; "İnsanların geçmişleriyle kurduğu ilişki Türkiye'de yeterince sağlıklı değil. Göç edenleri, ailesini bir depremde kaybedenleri, evi yıkılanları, kimsesiz büyüyenleri, hüküm giyenleri düşünürsek bu ilişkinin geçiştirilmeden, sağlıklı biçimde kurulması, bir hesaplaşmanın yapılması gerekir. Bunun için fantastik türün avantajı büyük."

AİLEYE BİR BAKIŞ 

Savaşır'a, bunca yıllık deneyimine karşın bütün bu çalışmalar boyunca kendisini şaşırtan bir durumla karşılaşıp karşılaşmadığını sorduğumuzda, 'dikenli' bir konuyu açıyor; "Adapazarı'ndaki çocukların daha önce rastlamadığım kadar yetenekli olduklarını söyleyebilirim. Ailelerini, yakınlarını kaybetmeleri elbette kötü; bunun anlaşılmayacak bir yanı yok. Fakat o çocuklar aile kurumuna eleştirel bir gözle bakmayı unuttuğumuzu hatırlattı bana. Çünkü yeteneklerini geliştirmelerinin önemli bir nedeni de kendilerini kısıtlayacak bir aile ilişkisi içinde bulunmamalarıydı. Ailenin kutsal sayıldığı bir dönemde yaşıyoruz ama yine de bunu tartışmaktan çekinmemeliyiz." 

Leave a Reply