Ciddiye Alınması ve Alınmaması Gerekenleri Birbirinden Ayırmak …

“Traumata”, doğal felaketler, savaşlar, işkenceler, rehin alınmalar, ırza geçmeler, büyük kazalar vb. olayların insanlarda açtığı ruhsal yaralara psikoloji biliminde verilen addır.

Kısacası, beklenmedik bir anda insanın tüm varlığını tehdit eden ve o olay karşısında daha önce yaşamadığınca büyük bir korkuya kapıldığı, kendisini çok aciz hissettiği, hiçbir kurtuluş ve kaçış yolu göremediği durumlardır söz konusu olan. Bu tür derin ruhsal yaralar açabilen dehşet verici olaylar arasında, ırzına geçilmek, işkence görmek gibi olayların, doğal felaketler, kazalar vb olaylardan çok daha ağır sonuçları olduğunu da bilmekte yarar var.

Böylesi olayları yaşayan insanlarda beynin normal işlevleri bloke oluyor. Biraz daha bilimselleştireyim: Olay sırasında vücuttaki aşırı yoğunluktaki Nörohormon üretimi hipokampus işlevinde bozukluklara neden oluyor. Bunun sonucunda yer ve zamanla ilgili algılar bozuluyor. Duygusal algılar birleştirilerek kategoriler halinde hafızaya kaydedilemiyor. Akustik, görsel vb. her türde etki birbirinden bağımsız olarak algılanıyor. Sonuçta duygu ve düşünceler hipokampal hafıza olarak bilince yansımıyor. Birbirinden bağımsız parçalar (fragmanlar) halinde hafıza içinde dağılıyor.

Bu nedenle, traumata göstergeleri olaydan aylar, hatta yıllar geçtikten sonra (örneğin, bellekte dağınık olarak bulunan parçalardan birini tetikleyen bir olayla) da açığa çıkabiliyor ve bu insanların tüm yaşamlarını derinden etkiliyor. Bazen bellek söz konusu olayla ilgili tüm verileri çok derinlere atarak unuturken, bazen de olayın geçmişte kaldığını kabullenemiyor; hasta o olayı her seferinde yeni baştan yaşıyor. İnsanların duygusal yapıları da allak bullak oluyor. Sevinmek, üzülmek, sevmek yetisi gibi duygusallıkla ilgili yetenekler dumura uğruyor. Panik ataklar, sürekli korku içinde yaşamak, önemsiz şeylerden aşırı korkuya ya da öfke nöbetlerine kapılmak, aynı olayı yaşamamak için içine kapanmak, toplumdan uzaklaşmak gibi sonuçları da oluyor. Ve tabii tüm bunlar, gerçeği kavramada çarpıklıklara ve sapmalara; hatta, kendinden nefret etmek, olay karşısında asıl suçlunun kendisi olduğunu düşünmek gibi kişilik bozukluklarına da yol açıyor. Genel olan bir şey de, bu insanların psikolojik hastalıklarını tümden inkarı.

Bu nedenle, modern dünyada bırakın büyük felaketleri, ağır trafik kazalarından sonra bile, kazayı yaşamış insanlar acil tedavi altına alınıyor. Olaydan geriye ağır ruhsal yaralar kalması engellenmeye çalışılıyor.

Ben psikolog muyum? Hayır. Peki, neden herkesin bildiği sıradan bilgilerle dolduruyorum bu yazıyı? Gayet basit: Asıl amacım, bu yazıya konu olan bazı insanlardaki beklenmedik dönüşümleri, davranış bozukluklarını, algı çarpıklıklarını daha kolay anlayabilmek için bir hatırlatma yapmaktan ibaret.

Şimdi gelelim yazımın özüne:

Geçende çok eski bir dostum, bir mektup göndermiş. “Bunlara yanıt vermek gerekir” diyerek mektuba bir dizi de yazı iliştirmiş. Önce ciddiye aldım ve yazıları dikkatle, altını çizerek okumaya giriştim. Teker teker gözümü tırmalayan, beni hayretler içinde bırakan, kimi zaman üzüntüyle dudak bükmeme, kimi zaman da alayla gülümsememe neden olan kavramları parantez içine aldım, saptamaların altını çizdim.

Marksist ekonomi bilimi günümüzün krizlerini kavrayamıyor(muş)... “Artan getiriler ekonomisi” ve “açık kaynak ekonomisi” gibi yepyeni olgular ekonomiye nüfuz ediyor(muş)... Sürdürülebilir bir ekonomi için “dışsallıkların içselleştirmesi” gibi zorunluluklarla yüz yüze geliniyor(muş)... “Ortak mallar” ya da “kamu malları” konusuna yepyeni tarzlarda yaklaşılıyor(muş)... ve daha bir dizi saptama (safsata).

Yazılar öylesine kavram kargaşalarıyla doluydu ki, her bir cümle kendi başına öylesine şaşkınlık yaratacak kadar çarpık bir kavrayışın ürünüydü ki, bir yazı değil, bunların her birini teker teker ele alan bir yazı dizisi hazırlamaya karar verdim. Ama nereden başlayacağımı da bilemedim. Her alıntının altına düştüğüm notlara bir kez daha göz atmak istedim. Bir alıntı gözüme takıldı: “dünya iktisadın bunalımını tartışıyor”(muş). Hemen not düşmüşüm: “Hayır” demişim “iktisadın değil, Kapitalizmin bunalımını tartışıyor...” gerisini okuyamadan bir sözcük beynimde şimşek gibi çaktı: “Bunalım!” Evet burada kuşkusuz bir bunalım söz konusuydu.

12 Eylül darbesiyle birlikte, on binlerce insanın hapislerde, işkence zindanlarında dehşet verici olaylar yaşadığı, aktif politik yaşamla yakın-uzak ilişkisi olan milyonlarca insanın yaşamının derinden etkilendiği, hatta tüm toplumun bir trauma içine düştüğü çok kez söylendi, yazıldı, tartışıldı. Bu konuda derin bilimsel araştırmalar oldu mu bilmiyorum. Ama bildiğim ve birçok insanın üzerinde durduğu bir şey var: Türkiye toplumunun bugün içinde bulunduğu psikolojik durumda bu “12 Eylül trauması”nın rolü çok büyük.

Genel olarak bir toplumun traumasından bahsediyoruz da neden tek tek insanların bu taraumata etkisiyle dengesini kaybettiğini düşünmüyoruz? Sayısını bilmediğimiz kadar çok insanın bu altüst oluşla birlikte davranışlarının bozulduğunu, kimilerin sonsuz bir kötümserliğe düştüğünü, kimilerin alkolün batağına saplandığını, arkasına dönüp geçmişine lanet okuduğunu... Kısacası psikolojik tedavi konusu haline geldiklerini bilmiyor muyuz? Onlar öyle de, şurada burada yazı yazarak, söyleşi yaparak dolaşan bazıları bunlardan ayrı mı? Bu sözümona “eski” Solcuların söyledikleri ve yazdıklarının, ortaya attıkları iddiaların, öne sürdükleri teorilerin değerlendirmesini yaparken neden onlara “herhangi bir trauma etkisinde kalmamış, psikolojik yapısı sapasağlam insan” muamelesi ediyoruz?

Dostumun gönderdiği yazılar sanki parlak bir zekaya, boşlukları olmayan derin bir hafızaya, sağlıklı bir duygusal yapıya sahip birine ait. Sanki bunlar zamanı, mekanı ve olayları bütünlüğü içinde algılayabilen biri tarafından, sağlam bir mantık süzgecinden geçirerek yazılmış... Sanki bu kişi derin toplumsal teorik birikimlerinden ve geçmişin deneylerinden de yararlanarak, geleceğin aydınlık ufuklarına doğru yeni imajlar oluşturuyor. Ve bunları sözcüklere dökerek bizlerle paylaşıyor. Benim de, onu ciddiye alıp, yorumlar yapmam; söylediklerinden bazılarına katılıp, bazılarına da karşı çıkmam gerekiyor.

Hayır! Öyle yapmayacağım. Önce, “Sosyalizm’den kurtulalım”, “Marksizm’den kurtulalım” diye bayrak açan bu türden (eski) Komünistlere olsa olsa, en yakın psikologa giderek bir trauma analizi ve tedavisi yaptırmalarını önerebilirim. Onlar yaşadıkları derin sarsıntılarla bunu gerçekten hak etmiş bulunuyorlar. Ve hem kendilerine hem de topluma daha fazla zarar vermeden, bir an önce bu önerimi yerine getirmelidirler.

Bu tür insanların geçmişlerini gözönünde bulundurarak gevezeliklerini okuyanlara ve dinleyenlere ise önerim başka: Bu tür söylemler belki bir süre bazı entelektüel saçmalara konu olsa bile, kısa zamanda çöplüğe atılacak. Ve en önemlisi, sizlere zaman kaybettirmekten başka işe yaramayacak. Onun için, ciddiye alınacak laflarla alınmayacakları hızla birbirinden ayırmaya dikkat edip, vakit ve enerji kaybetmekten sakının!

Bu toplum, bütün olumsuzluklara kaşın parlak bir zekaya, boşlukları olmayan bir hafızaya, sağlıklı bir duygusal yapıya sahip insanlar yetiştiriyor. Zamanı, mekanı ve olayları bütünlüğü içinde algılayabilen, bunları sağlam bir mantık süzgecinden geçirebilen, teorik birikimlerinden ve geçmişin deneylerinden de yararlanarak, geleceğin aydınlık ufuklarına doğru yeni imajlar oluşturan insanlar yetişiyor bu toplumda. Ve işte bunlar her türden sömürünün, baskının, savaşlar, açlık ve sefalet gibi insanlığın üstüne çöken kötülüklerin en temel kaynağının Kapitalist üretim ilişkilerinde yattığını kavrıyorlar. Onlar, insanoğlunun kendi eliyle yarattığı bu kötülükleri yine kendi eliyle Sosyalist sistemde sonlandırabileceğini biliyorlar. Bu amaçla da mücadele ediyorlar. Hedefledikleri Sosyalizm üzerine yazdıkları, söyledikleri, tartışmaya açtıkları ve yaptıkları o kadar çok şey var ki... Benim diğerlerine ayıracak vaktim yok. Ya sizin?

Bana bu ödevi veren dostumdan özür dileyerek...

Cemil Fuat Hendek

Leave a Reply