Biz nasıl bir vali severiz?…

Vali Bektaş dün bir basın toplantısı yaptı…

Vali Bektaş’ın basın toplantısında ifade ettiklerinin kaburgasını oluşturan Kastamonu’nun geri kalmışlığı, ilerisinde de pek aydınlık bir geleceğe niyetlenmemesi üzerine yaptığı psikoloji ve felsefe tabanlı analizlerini bugün değil, Allah ömür verirse yarın ferah ferah yapayım diyorum. 

Çünkü öyle bi günde geçilecek tespitler değil Vali Bektaş’ın ağzından dökülenler…

Bugün akşamın dar vakti bu yazdıklarım sadece bir perdah anlayacağınız. Mevzunun kalın ve ince sıvası yarın. 

Vali Erdoğan Bektaş, göreve başladığının ilk günlerinde beş ay sonunda yapacağını  kaydettiği Kastamonu ile ilgili geniş çaplı basın toplantısını  dün itibarıyla iki çarpı beş ay sonunda yaparak…

Bi bakıma benim yukarıda sorduğum soruya aslına bakarsanız henüz kendisinin de tam anlamıyla cevap bulamadığını bana kalırsa ifade etmiş oldu.

Beş ay üzerine bi beş  ay ilavesi ile daha bi nevi “çifte kavrulmuş” olması beklenen basın toplantısı da zaten…

Sırf bu yukarıda altını çizmeye çalıştığım durumdan dolayı, Vali Bektaş’ın söyleyip bizim dinleyeceğimiz bir basın toplantısı olmaktan çok; gazetecilerin sorup Vali Bektaş’ın cevapladığı bir basın toplantısına oldu.

Niye mi öyle oldu?...

Niye olacak, biz Vali Bektaş’ı  ardında bi kamyon kurmayı ile koltuk altlarında bi dolu dosya ile beklerken, Vali Bektaş yalınkılıç, üstelik elinde çiziktirdiği ufak bi not kağıdı bile olmadan geliverdi brifing odasına.

Zaten dobra ya…

Peşin peşin de söyledi baştan, “Hiçbir gündemim yok; siz sorun, ben cevaplayayım” diyerek.

Dedi demesine ama…

Soru-cevap maratonundan önce, şimdiye kadar sanırım hiçbir ilde hiçbir valinin kolayına soyunamayacağı, daha doğrusu gerek görmeyeceği bir “psikoloji” seansına girişti.

Hiçbir ilde hiçbir vali yapmaz diyorum…

Çünkü adama deli derler.

Rahatını bozmak pahasına…

Memleketin gelişimini tıkayan tüm o köhnemiş kafa yapısını ortaya koyuveriyorsun.

Söylediklerinin işine gelmeyeceği bir kamyon kodamanın kimyasını bozmaya ne gerek var oysa…

Sırt okşayarak paşa paşa geçinip gitmek varken milletle.

Çomak sokuyorsun sonra…

Memleketin başına senelerdir çorap örmekle meşgul makus kaderin tekerine.

Böyle gelmiş böyle gidiyorun suyu çıkmış sanki…

Bırak, nasıl gelmişse dembül dümbül, bırak aynı viteste gitsin.

Kural üstelik…

Yokuşu kaçıncı vitesle çıkmışsan, o vitesle ineceksin.

Birinci vitesle, motor su kaynata kaynata zor bela yokuşa tırmanıyoruz işte…

Eller aya, biz yaya.

Rahatımızı bozuyorsun düpedüz, ayaklarımızı boylu boyunca uzatıp, gününü uyuklaya uyuklaya gün ederken...

Hem çalışıp n’olacak, nasılsa biz uyurken bankadaki mevduatlarımız habire yavrulamıyor mu?

Tersini çevirmeye niyetleniyorsun ki bi bakıma, yaprak kımıldatmayacaklayın minnacık cüsseli rüzgarımızı...

Açık söyleyim hiç  affedilir bi kabahat değil bu.
 

Ceddimizin ne anlı, ne şanlı  büyük olduğunu kendi yazdığımız kendi okuduğumuz tarih kitaplarımızı  elimizden alıp…

İçinde yarının aydınlık dünyasının yol haritasının olduğu envai mühendislik kitabını rahlemize koyuyorsun ki, açık söyleyim bu da affedilir gibi değil.

Öte yandan…

Bi de eleştirin beni diyorsunuz ki, ezelden beri çoğu valinin sorduğu “Kavakta nar yetişir mi” sorusuna, hep bir ağızdan “Yetişmez mi, hem de kafam gibi” diyen bir şehirden çok ama çok şey istiyorsunuz.

Perdahı, başlıkta kendi sorduğum soruyu kendim cevaplayarak bitireyim de hiç yoktan kalın sıvanın altına zemin atmış olalım…

Biz okuyan vali sevmeyiz, lafına laf bulmakta zorlanacağımız için. Çalışkan vali sevmeyiz, yanında koşmak gerekeceği için rahatımız bozulacağından. Habire üstüne örttüğümüz gerçeklerimizi uluorta yüzümüze vuran vali sevmeyiz, kurduğumuz kartondan kuleleri her yerinde tespiti ile yerle bir edeceği için. Kalkınan bir dünyanın kapısını ağzına kadar açan vali istemeyiz, sahte olduğunu bile bile içinde yaşadığımız kendi küçücük dünyamızı başımıza yıkacağı için.

Uzun lafın kısası…

Tatlıya tuzluya karışmayan vali isteriz biz.

Güle oynaya görev yapsın…

Her daim siz ne büyüksünüz  filan desin.

Anlayacağınız…

Ne o bizim kafamızı  bozsun, ne de bizim kafamıza bakıp bakıp o tırlatsın.  

Leave a Reply