Barış Sürecinin Psikolojik Boyutu Ve Gezi Parkı Direnişi

Recai Yahyaoğlu

Tıp Doktoru, Psikoloji Uzmanı

https://twitter.com/dryahyaoglu

Barış süreci hakkında pek çok açıdan farklı değerlendirmeler
yapıldı/yapılmaktadır. Akil insanlar, Ak Parti, Cumhuriyet Halk Partisi,
Milliyetçi Hareket Partisi, BDP, sağ-sol ideolojilere bağlı kesimler,
cemaatler, PKK, sivil toplum örgütleri, gazeteci-yazar ve vakıflar gibi pek çok
farklı kesim ve kuruluş bu olay hakkında halen değerlendirmelerde bulunmaktadır.

Barış süreci ile ülkemizdeki terör faaliyetlerinin
sonlandırılarak bu alanda mücadele eden kişilerin Demokratik Mücadeleye geçecek
olmaları ve hatta bazılarının bu süreçten sonra gazetecilik, yazarlık yaparak mücadele
etmeyi düşündüklerini açıklamaları dikkate değerdir. Deklare edilen bu
ifadeler; kalemin, fikrin ve düşüncenin gücünü göstermesi bakımından sürecin ne
kadar anlamlı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Bireysel olarak her insan kendine has orijinal bir psikolojik
yapıya sahiptir. Bireylerin psikolojik yapıları olduğu gibi grupların da
psikolojik özellikleri vardır. Birey grubun içine girdiğinde kendi psikolojik
özelliklerinden sıyrılarak grubun bir bütün olarak verdiği tepkiler
doğrultusunda çok farklı bir psikolojik yapıya sahip olur. Birey yalnızken
başka, grup ya da daha büyük olan topluluklar içinde daha başka psikolojik özelliklere
sahiptir (Kağıtçıbaşı, 2012). Süreç grupların oluşturduğu toplulukları,
toplulukların oluşturduğu geniş kitleleri psikolojik tutumlar bakımından olumlu
etkileyecektir.

Sosyal psikoloji; birey, grup ve toplumsal psikoloji ile
algısal özellikler üzerinde çalışırken asıl odak noktasını oluşturan kitle
psikolojisinin nasıl ve ne şekilde etkilendiği üzerinde hassasiyetle durur. Bu
yüzden tüm siyasi liderlerin sosyolog danışmanları vardır ve bu danışmanlar
toplumsal algının doğru ve anlamlı yönlendirilmesi konusunda liderlerle bilgi
paylaşımında bulunurlar. Özellikle kitle psikolojisi siyasi liderlerin en
öncelik verdikleri konuların başında gelir. Çünkü ‘kitle psikolojisi bir bakıma
iktidar olmanın lokomotifidir’ (Yahyaoğlu, 2011).

“Tutumun davranışsal yönü değiştirilirse, bilişsel yönün
zaman içinde davranışa uyacak biçimde değiştiği bilinmektedir (Bilişsel Çelişki
Kuramı). Çelişki durumunun varlığı, bireyin bundan kurtulmaya çaba sarf etmesi
için yeterli bir güdüdür. Çelişki giderildikten sonra bilişsel uyum oluşur bireyin
o konudaki gerginliği ortadan kalkar ve huzura kavuşur” (Sosyal Psikoloji Ders
Notları). Bilişsel çelişki sadece bireyler tarafından yaşanmaz toplumlar
tarafından da yaşanır. Barış süreci bu topraklarda yaşayanlara geçmişte zorla
dikte ettirilen bu çelişkinin giderilmesidir…

İnsan ister Japonya’da isterse Danimarka’da nerede yaşarsa
yaşasın geçmiş kuşaklardan kendisine miras kalan bir genetik özellikler
kombinasyonuna sahiptir. Dünyanın her yerinde insanlar sevinirlerken ya da
üzülürlerken aynı hormonal mekanizmaların etkisi altında kalırlar. Örneğin kızgınlık
ve nefret dolu saldırganlık durumunda beyin Noradrenalin adlı hormonun etkisi
altındadır. Nitekim aynı kişi korku ve panik yaşamaya başladığında
Noradrenaline çok benzeyen fakat ondan bazı özellikleri bakımından farklı bir
başka hormonun etkinliği altına girer. Bu hormon hepimizin sıkça duyduğu
adrenalindir...

Bu hormonal özellikler farklı milletlere, farklı ilkim ve
kültürlere göre bazı nüans farklılıklarla birlikte standart olarak işler. İnsanlığın
genetik kodları bize insan olmanın orijinal bazı özelliklerini tıpkısının
aynısı olmamakla birlikte evrensel boyutta vermiştir. Her insan acıkınca yemek
yeme ihtiyacı, uykusuz kaldığında uyumak ihtiyacı hisseder ve her insan
kendisine yönelen bir tehdit durumunda savunmaya geçerek içindeki saldırganlık
duygularının uyanmasına neden olur. Barış süreci bireysel ve toplumsal hormonal
mekanizmaların, bozulmuş kimyaların onarılmasıdır…

Bu süreç; yeni bir zihin ve paradigmayla birlikte
karşılıklı oturulup konuşularak dertlerin ortaya dökülmesini sağlayan terapi ve
iyileşme sürecidir. Zira bu iyileşme sadece bir bölgeye ya da etnik bir kesime
yönelik yapılan iyileştirme değildir. Türkiye yüzölçümü içinde yaşamakta olan
milyonlarca insanı ilgilendirmektedir. Bu süreç panik ve korku yerine emniyet,
huzur ve güven hissinin yaygınlaştırılıp olumsuz duygu hassas sinir uçlarının duyarsızlaştırma
çabasıdır.

Türkiye’de ‘Devlet Yönetme Aklı’; ağır da olsa tahriklere
aldanacak, aklın önüne duyguları geçirecek kadar bayağı olmadığını kendisine
uygulanan testlerde gösterdi. Sürekli yapılan saldırı ve tahriklere rağmen
istikrarlı bir ilerleyiş devam etmektedir. Unutmamak gerekir ki muhalefette
bulunanların önemli bir kısmı iyi niyetlidir. Bu kesimler tutum, ortam,
alışkanlık ve beklenilen davranış arasındaki çelişkiden kurtulduklarında daha
sağlıklı kararlar vereceklerdir. ‘Devlet Yönetme Aklı’; tüm yaşananlara rağmen
savunmaya geçip, eleştirerek küçümsemekten değil anlamaktan geçer…

Bu süreç; Tutum
Ortam-Alışkanlık-Beklenti Davranış İlişkisi (Kağıtçıbaşı, 1977) arasında
yaşanan kafa karışıklığı içinde ciddi fayda sağlayacaktır. Zira kafa
karışıklığı direkt ruhları etkilemektedir. Süreç bedenlerimizdeki yaraların
sarılmasından ziyade ruhlarımızdaki yaraların sarıldığı, tamir edildiği bir
süreçtir. Bilişsel harita ve zihinsel çerçevelerimiz değişmektedir. Geçmişte
bizlere öğretilen zihinlerimize kazınmış olumsuz değer yargılarımız küresel
ısınmaya maruz kalan okyanustaki aysbergler gibi erimeye başlamıştır.

Kalıp yargılar, ötekileştirmeler,
ret ve inkar politikalarıyla ülkemizde milyonlarca insan geçmiş yıllarda kendisini
değersiz ve işe yaramaz hissetti. Barış ya da çözüm süreci bu kalıp yargıların
ve itip kakmaların son bulduğu, aklımıza ve kalbimize atılan düğümlerin
çözüldüğü bir süreçtir. Bedenlerdeki yaraların tedavi edilmesi kolaydır. Asıl
tedavi ruhlar üzerinde yapılan tedavidir. Çünkü ruhlar riskli alanlardır. Bu
yüzden Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a gelene kadar hiçbir lider haliyle ve biraz
da haklı olarak bu riske girmeye cesaret edememiştir.

Kitlesel terapi sürecinde en önemli aşama; insanların kendilerini
ifade edememe sorunundan, gerginlik, kızgınlık ve nefret duygularından
kurtulmaya başlamaları ve bu ülkenin ortak paydasına sahip birey görmeye başlamaları
aşamasıdır. Bu süreç; öfke ve nefret duyarak ezildiğini, itildiğini,
ötekileştirildiğini hissedenler ile korku içinde bekleşenlerin kaynaşacağı bir
süreçtir.

Gezi Parkı direnişi; pek çok farklı açıdan olduğu gibi
özellikle barış sürecinin daha geniş kitlelere yaygınlaştırılmasının
gerekliliğini ortaya koyması bakımından da kayda değer bir gelişme olarak
değerlendirilmelidir. Her ne kadar arka planında yasa dışı örgütlerin ve dış
güçlerin varlığı ispatlanmış olsa da ‘Devlet Yönetme Aklı’ her zaman makul olmayı
gerektirir. Sert demeçler ve küçümseyici tavırlar kimseye fayda sağlamaz. Demokrasiyi
ilerletelim fakat bunu zamana yayarak yapalım. Her kesimin ve her meslek
örgütünün sinir uçlarına dikkat edelim.

Demokrasilerde seçim kaybetmek/kazanmak her şeyin
sonu/başlangıcı değildir. Parti disiplini toplumsal disiplinle
karıştırılmamalıdır. Gezi Parkı direnişi insanımızın daha sık balkon konuşması
dinlemeye ihtiyacı olduğunu açıkça göstermektedir. Balkon konuşmaları sadece
seçimlerden sonra yapılan konuşmalar olmaktan çıkmalıdır. Genç kuşaklar son
yıllarda muhalif ruhlar olarak yetişiyorlar. Bu çok kötü bir şey değildir.
Artık soran, sorgulayan ve dünyayı algılamaya çalışırken kendisine karşı
takınılan söyleme dikkat eden bir gençlik var. Bu gençlere kulak verilmeli ve
onlar anlaşılmaya çalışılmalı…

Türkiye’nin her yerinde artan miktarlarda destek görmeye
devam eden barış süreci toplumsal pozitif algı, bu topraklara aidiyet hissi ve
moralleri tarihimizde hiç olmadığı kadar üst düzeylere çıkarma yönünde
ilerlemektedir. Gezi Parkı direnişi bu moral yükselmesine vurulmak istenen en son
darbe oldu. Dış güçler açıkça yapamasalar da gizliden gizliye farklı
manipülasyonlar yaparak Türkiye’de artan moralleri bozma çabası içindedirler. Reyhanlı
saldırısı bu çabanın eseridir. Bundan sonra her an olabilecek korku ve karmaşa
yaratmak amacına yönelik tüm girişimlere karşı uyanık olunmalıdır. Kötümser
olmaya hiç gerek yok ‘güzel günler göreceğiz çocuklar güneşli günler göreceğiz’
(Hikmet, 1930)…


Kaynaklar:

Çiğdem Kağıtçıbaşı, Günümüzde İnsan ve İnsanlar,
Sosyal Psikolojiye Giriş, 11. Basım 2012, Evrim Yayınları, İstanbul, Sayfa: 476

Recai Yahyaoğlu, Moral FM / Kitle Psikolojisi

Festinger’in Bilişsel Çelişki Kuramı: Bu kurama göre bireyin
sahip olduğu bir inanç, bilgi ya da tutum yine o bireyin sahip olduğu bir başka
inanç, bilgi ya da tutumun tersini gerektirirse, bu iki inanç, bilgi ya da
tutum arasında çelişki yaratır. Bu bilişsel çelişki, bireyin sürekli düşünme
araştırma ve değişmesinin temelinde yatan ana güdüdür.

Nazım Hikmet, Nikbinlik 1930, (Şiir) http://www.siir.gen.tr/siir/n/nazim_hikmet/nikbinlik.htm

Leave a Reply