Akın Olgun

İktidar fabrika ayarlarına geri döndü ve zihniyetini artık açık bir biçimde ortaya koydu. Meseleyi Başbakan’ın psikolojik çözümlemelerine indirgeyerek, Başbakan’ın psikolojisi düzelirse her şeyin düzeleceği varsayımına çıkan tespitlerin bir karşılığı olmadığını, Nuray Mert “Psikoloji değil, zihniyet meselesi” adlı makalesinde çok güzel ortaya koymuştu.

Öyle ya, Hitler ve benzerleri için de “deli” oldukları kılıfıyla faşizmin ideolojisi ve onu iktidara taşıyan kesimlerin ideolojik birlikteliği aklanmaya çalışılmış ve çok uzun dönemler “deli” propagandası ile durum kotarılmaya çalışılmıştı. Elbette ki karşımızda bir Hitler, bir Mussolini yok. Lakin faşizmin alt metinleri ve propaganda yöntemleri ıslah edilmiş ve günümüze uyarlanmış haliyle sağın kodları arasında diri olarak duruyor.

Yalan ve demagoji bunun en bariz örneğidir. Gezi direnişinin başlangıcından bugüne kadar geçen süre içinde iktidarın ve onun siyasi çevre örgütü olarak faaliyet gösteren yazarların, tek merkezden çerçevesi çizilmiş propaganda etrafında oynattıkları kalemleri, manşetleri kimsenin dikkatinden kaçmamıştır.
Her biri komünizme karşı mücadele el kitapçığını yutmuşçasına şakıyorlar... Bilindik bir Goebbels taktiği ile bir yalanı defalarca söyleyip, acaba arkasında bir şey mi var, doğru olabilir mi şüphesini gıdıklıyor ve yine bize olmayan olayı sorgulatıyorlar. Goobbels’in iyi öğrencileri olduklarını kanıtlıyorlar. Kendilerine bravo diyoruz!

“Camide içki içtiler”, “Türbanlı kadını dövdüler, üstüne pislediler”, “Polisi köprüden aşağıya attılar” gibi hiç bitmeyen tekrarların birer tekerlemeye dönüşmesi bu yüzden. 28 Şubat’ın çıkardığı Fadime vakasının bir başka versiyonunu piyasaya sürmekten hiç ama hiç gocunmuyorlar.

Dolmabahçe Camisi İmamı’nın “Ben din adamıyım yalan söyleyemem, içki içen kimseyi görmedim” diyerek “kalpsiz dünyanın kalbi” olan cevabını elbette ki unutmayacağız. Antikapitalist Müslümanların adaletten ve Hak’tan yana koydukları dik duruşları da oyunu bozan önemli bir etken oldu. Aynı zamanda iktidar ile tüm Müslümanları aynı kefeye koyup başka bir uca savrulan yönlendirilmiş densizlikleri de boşa çıkardı.
Küçük adamların önünde herkes eğildiğinde onlar kendilerini aynada heybetli görür.

Sokağın mücadelesi, sağın siyasi kodlamasını ve reflekslerini bir anda gözümüze soktu. Sanırım hiç kimse bu derece açık edebileceklerini düşünmüyordu. Çeşitli politik atraksiyonlarla durumu kotaracakları sanılırken onlar aksine korkunç bir vurdumduymazlık ile fabrika ayarlarına dönüp saldırmaya başladılar. Gezi direnişi öncesi o kadar heybetli görünüyorlardı ki, birden herkes diklenince ne kadar ufak olduklarını fark ettiler. Ama bunu kendilerine yediremediler. Büyü bozuldu ve gerçek karşılarına çıktı.

Sonuç olarak Başbakan inandırıcılığını kaybetti. Yüzünün sertliği gittikçe nasır bağladı. “Müjde” paketleri ve yeni açılım sürümleriyle siyaset kotarımı artık heyecan vermiyor. Heyecan ölünce ruh gibi dolaşırsınız ortalıkta. Kendi kendinize “ayaklar baş olamaz” tekrarıyla küplere binersiniz. Tarihin çarkını ayakların isyanının değiştirdiğini kulağınıza kimse fısıldayamaz. Fısıltılardan bile pirelenirsiniz. Bu arada birisinin Başbakan’a kendisinin aristokrat bir aileden gelmediğini söylemesi gerekiyor. Çünkü Başbakan kendisini aristokrat sanıyor...

Yaver Egemen Bağış’ın, Başbakan taklidi çenesi ile AB’ye kafa atması ve arkasından kem küm etmesi, AB büyükelçilerini toplayıp “dış mihrak”lara utanmadan Gezi’nin yıllardır planlanan bir dış mihrak senaryosu olduğunu ilkokul çocukları tavrıyla anlatmaya kalkması utandırmıyorsa Türkiye siyasetini, diyecek bir şey yok demektir. Yırtık dondan fırlamışlığı siyaset modası sanan bir düşüklük ile karşı karşıyayız maalesef. Ve bu düşüklük, siyasetin en üstünden aşağıya doğru makbul kabul ediliyor. Bu kafa, hiçbir şey vermeden nasıl bitirebiliriz anlayışıyla barışı da yokuşa sürüyor. Hak ve özgürlükleri nasıl oldubittiye getirip “yem” olarak kullanırız diye düşünüyor. AB’yi nasıl atlatsak, nasıl siyasetçi devşirsek de kendimize yamasak hesabı yapıyor.

Tüm bu bakkal hesabı sağ siyasetin bel kemiğini oluşturuyor. Demokrasi bize uysun biz demokrasiye değil kafası her ne kadar duvarlara çarpsa da ahmaklığı bırakamıyor.
Şimdi aynı kafa Kürt meselesinde de toslayacak.
Bu yazı kaleme alındığı saatlerde Lice’de asker, karakol istemeyen halka ateş etti ve yine “birbirlerini vurmuş olabilirler” açıklaması geldi.
Zihniyet iş başında.

Leave a Reply