Abant İzzet Baysal Üniversitesi (AİBÜ) Psikoloji Öğrencileri Topluluğu tarafından düzenlenen konferansta Anadolu Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Doğan ‘Araştırma Nesnesi Olmanın Ötesinde Engelli Çocuklar ve Aileleri’ Koç Üniversitesi öğretim üyesi Doç. Dr. Bilge Selçuk Yağmurlu ise ‘Riskli Gruplarda Zihin Kuramı ve Gelişimi’ konularında bilgi verdi.
Yrd. Doç. Dr. Murat Doğan, engelli bireylere yönelik projelerin Avrupa Birliği ve TÜBİTAK tarafından çoğu zaman desteklendiğini ifade ederek, öğrencilerin bu alanda çalışmalar yapabileceklerini söyledi. Bu alanda çalışmak isteyen araştırmacıların önce bu insanları tanıması ve onlara yardım etmesi gerektiğine vurgu yapan Yrd. Doç. Dr. Doğan, "Bu alanla ilgili hiçbir bilgiye, beceriye, donanıma sahip değilseniz bu süreçte engelli bireylere kötülük yapıyor olabilirsiniz. Araştırmalarınızda onlara olumsuz yansıyacak bir durum olmamasına dikkat etmek gerekiyor. Her ne kadar profesyonel bir iş olsa da aslında bu işte hiçbir zaman tam bir profesyonellik sağlanamaz. Profesyonellikten kastım duygularınızı bu işe hiç karıştırmamak ki bu da çok zor." diye konuştu.
Engellilik kavramının çıkış noktasına dikkati çeken Yrd. Doç. Dr. Doğan, engelli insanların toplumsal hayatlarını sürdürme becerisine sahip olduklarını ama etraflarında çok fazla engelle karşılaştıklarını anlatarak, onların hayatlarını daha rahat sürdürebilmeleri için hayatı kolaylaştırmanın yeterli olabileceğini söyledi.
‘Dikkat Eksikliği, Hiperaktivite Bozukluğu ve Şizofreni de Birer Engel Türü’
Sadece Türkiye’de değil Dünya’da da engelli bireylerin topluma oranının yüzde 12-13 civarında olduğunu ifade eden Yrd. Doç. Dr. Doğan, “Yani 8-9 milyon engelli bireyimiz var. Sadece klasik engelleri düşünmemeliyiz. Zihin engeli, işitme engeli, görme engeli gibi. Mesela duygusal davranış bozukluklarını engellilik kategorisine almıyoruz ya da dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu gibi. Günümüzde artık bunlarda engel kategorisinde değerlendiriliyor. Batı literatüründe şizofreni de kronik bir sağlık sorunu olduğu için bir engel türüdür. Bir de bu bireylerin aileleri var. Her engelli bireyin ortalama 3-4 kişiyi etkilediğini düşünürsek neredeyse nüfusun yarısı bundan etkileniyor demektir.” şeklinde konuştu.
Uzun yıllardır işitme engelli bireylerle ilgili araştırmalar ve çalışmalar yaptığını anlatan Yrd. Doç. Dr. Doğan, 400 bin civarında işitme engelli çocuk olan ülkemizde sevindirici bir gelişmenin müjdesini vererek, "2005’ten bu yana Türkiye’deki doğumların yüzde 80-90’ında çocuk doğar doğmaz işitme kaybı olup olmadığı tespit edilebiliyor. Yani erken tanı açısından çok çok çok iyi noktadayız. Aşağı yukarı Avrupa ve ABD’yle paralel gidiyoruz." dedi.
"İŞİTME ENGELLİLİK GENELDE ALT SOSYO-EKONOMİK DÜZEYDE GÖRÜLÜYOR"
"Dünyada genel olarak engelliler ve işitme engelliler daha çok alt sosyoekonomik düzeyde görülüyor." diyen Yrd. Doç. Dr. Murat Doğan, sadece otizmde böyle bir sınıflandırmanın olmadığını söyledi. Doğan, "Ama işitme engelli bireyler belirgin şekilde alt sosyoekonomik sınıfta görülüyor. Bunun gerekçeleri ise kötü bakım, kötü sağlık koşulları, akraba evliliğinin fazla olması ki 200’ün üstünde çocukla yaptığım araştırmada yüzde 40’ının akraba evliliği olduğunu gördüm." dedi.
Yrd. Doç. Dr. Murat Doğan, işitme engelli çocukların psikolojik durumlarının ‘riskli’ olduğunu ve yüzde 35-40’ının ek problemler yaşadıklarını, ailelerinin durumunu da mutlaka göz önünde bulundurmak gerektiğini anlatarak, özetle şunları kaydetti: "Ailelerin psikolojik olarak yaşadıkları engelin türüne ve özellikle derecesine göre değişiyor. Empatiyi en az kurabileceğiniz alanlardan biri. 10 yılı aşkındır ailelerle görüşüyorum. Zaman zaman şunu duyuyorum: ‘Engelli çocuğu olmayan bilemez.’ diyorlar. ‘Öyle bir şey ki içim yanıyor.’ diyor. Bunun üzerine laf söyleyemezsiniz. Bir yakınınızı kaybettiniz, gerçekten çok acıdır ama yasın nesnesi artık fiziki olarak yoktur. Engelli çocuğa sahip olduğunuzda ise yasın nesnesi her gün sizinledir. Bu ikisi arasında büyük bir fark var. İkisinde de kayıp var ama buradaki kayıpla her gün yüzleşmek var. 500’ü aşkın aileyle bire bir görüşme yaptım. Şu ana kadar tam olarak kabullenmiş bir aileye rastlamadım. Yaşamayanların bilmesi çok mümkün değil. Bu açıdan aileleri bir araya getirmek çok önem kazanıyor. Çocuğunun durumunu fark etmenin ötesine geçip onun yararına bir şeyler yapmaya başladığında ise yeniden yapılanma başlıyor."
Yrd. Doç. Dr. Doğan, uzun yıllar bilim insanları arasında işitme engellilerin çevreleriyle nasıl iletişim kurmaları gerektiği ile ilgili tartışmalar yaşandığını anlatarak, "İşitme kayıplı çocukların yüzde 90’ının anne ve babası işitiyor. Böyle olunca ‘sözel dil’ daha anlamlı olmaya başlıyor. Eğer çocuk sözlü dilden faydalanabilecek durumdaysa sözel dil kullanılmalı, değilse o zaman işaret dilinden yararlanılmalı. Türkiye’de Türk işaret dilinin geliştirilmesi çalışmaları var ama şu an için standart bir işaret dili tamamlanmış değil." diye konuştu.
CİHAN