Nyhan ve Reifler isimli iki psikolog, 2006 yılında yaptıkları çalışmada karşıt politik görüşleri destekleyen uydurma makaleler hazırlarlar. Aslında kurguladıkları deney, gayet basit bir düzenekten oluşur. Irak Savaşı hakkında iki haber hazırlarlar. Birincisi yalan, ikincisi ise doğru bilgiler içeren iki makale…“Irak’ta kitle imha silahı var” haberi yalan olan haberdir. İkinci haberde ise Irak’ta kitle imha silahı bulunmadığı yazar. İkiye ayrılan denek gruplarına haberler sırayla gösterilir. Sonuç ilginçtir; A grubu ilk habere inanmış ve ikinci haberi reddetmiştir. B grubu ise ilk habere kuşkuyla yaklaşmış, ikinci haberi okuyunca da ilk haberi tamamen reddetmiştir. Ama asıl ilginç olan, ilk habere inanan A grubunun, ikinci haberi okuduktan sonra, ilk haberde okudukları bilgilere olan inançlarının kat ve kat artmış olmasıdır. Bu sonuç psikologları hayrete düşürür. Bir insanın ispatlanmış bir gerçeği okuduktan sonra, yalan bilgiye daha çok bağlanmaları anlaşılır değildir. Zira tam tersi beklenir. Ama görüldüğü üzere insan için bilgi ve ispat pek bir anlam ifade etmiyor. Hatta verilen bilgi inancının tersi bir bilgiyse, inanca olan bağlılık daha da çok artıyor.
Ülkemizde bunu test edebileceğimiz sayısız sosyal olayla karşı karşıya kalıyoruz. GTE psikolojik bir kavram olarak bilinmese bile, tüm dünyada yıllardan beri siyasiler tarafından ustaca kullanılıyor. Bu şekilde kitleler liderin söylediklerini kayıtsız şartsız kabulleniyor.
1976 yılında Ronald Reagan seçim kampanyası sırasında yardım sistemiyle ilgili bir hikaye anlatır. Bu hikayeye göre bir kadın 80 isme, 30 adrese ve 12 adet sosyal güvenlik kartına sahiptir. Bu kartlarla bedava yemek yer, yardımlar alır, Cadillac marka araba kullanır ve hiç vergi ödemez. Reagan tüm konuşmalarında bu kadından bahseder ama asla isim vermez. Bu ve benzeri örnekleri seçim kampanyalarında kullanarak bir kitle oluşturur. Önemli olan burada bilginin kendisi değil, bu bilgi etrafında oluşturulan kitledir. Böylece bu kitle Reagan’ın verdiği bilgilerin aksinde konuşan herkesi reddeder. O kişilerin söylediklerini direkt yalan olarak kategorize eder.
PKK’nın da son zamanlarda sosyal medya üzerinden yaptığı tam da bu. Doğru olmayan bazı bilgiler yayarak bir kitle oluşturuyor ve sonra da o kitlenin aksi bir bilgiyi kabul etmemesini sağlıyor. Çünkü kitle, verilen yalan bilgiye ilk başta inanırsa, aksini iddia eden deliller ortaya çıktığında yalana olan bağlılığı daha da artıyor. Bu durumda yalan bilgilere karşı gerçekleri ortaya çıkarmak ne denli mantıklı, yeniden düşünmek gerek. Zira gerçeği ispat için yapılan her açıklama, geri tepiyor ve yalanı besliyor. Kim bilir, belki devletin 'kasten ve planlı bir şekilde kıyım yaptığından' bahseden bir bildiriye imza atan akademisyenlerimiz de, PKK’nın GTE tuzağına düşmüş olabilir. Zira insan, yerine gidip hiç görmediği, içinde yer almadığı bir operasyon süreciyle alakalı, bu kadar net bir kanaate sahip olamaz. 1100 akademisyenin inancını bu denli yükselten ne olabilir? Adama nasıl bu kadar eminsin diye sormazlar mı? Kasten ve planlı dediklerine göre, sürecin her aşamasını yerinde izlemiş olmaları gerekmez mi? Akademik akıl bunu gerektirmez mi? Örneğin ben bir gazeteci olarak yerinde görmediğim hiçbir şeyden o kadar da emin olamıyorum. Şatafatlı iddialardan da kaçınıyorum haliyle.
GTE sendromu ışığında, farklı kesim ve düşünce gruplarının hiçbir konuda uzlaşamaması, tam tersine fikir makaslarının her geçen gün daha da açılması artık fevkalade anlaşılır geliyor.
Türkiye gündemine damga vuran iddialar ve sansasyonel olaylar, artık bir de ‘Geri Tepme Etkisi’ çerçevesinde değerlendirilebilir.