Teröristin ruh hali…

Ankara katliamının üzerinden bir hafta geçti. Ben geçen haftaki yazımı yayınlamadım. Çünkü bir gün önce böyle bir katliam olmuşken, annelik ve kadınlık hakkında yazmak ölenlere büyük bir saygısızlık olacaktı. Yaşananlar o kadar yeniydi ki, hemen bir şey yazmak da mümkün olmadı benim için.

O gün ‘The School of Life’ çerçevesinde ‘Aşkın Halleri’ atölye çalışmam vardı ve insanlarla ilişkileri ve aileyi konuşmak da o kadar manasızdı ve neden yaptığımı bilmeden yaptığım bir şeydi ki. Durmadan “ne yapıyorum ben şu an?” diye kendime sorarak bitirdim atölyeyi. Şimdi biraz daha kendimdeyim ve bir psikiyatr olarak teröristin, özellikle İslamcı teröristlerin ruh hali hakkında yazmamın uygun olacağını düşündüm. Bu konuda çalışmamış biri olarak, İslamcı teröristlerle ilgili araştırmalar yapmış, raporlar yazmış bir Alman meslektaşımın, Wolfgang Schmidbauer’in görüşlerinden faydalandım.

Terörist hayatla ilgili büyük bir kırgınlık, küskünlük, hayal kırıklığı ve haksızlığa uğramışlık duygusu yaşayan bir insandır her şeyden önce. O herkesten daha çok zulüm görmüştür. Kendilik değeri duygusu ağır derecede zedelenmiştir ve terör eylemi bunun en uç tezahürüdür. Diğer insanlar kendileri ve bedenleriyle belli bir uyum içindeyken, insanlarla ilişki kurabilir, yaşamaktan belli bir keyif alabilir ve rahatlayabilirlerken, terörist bunu yapamaz. Bunu yapabilen insanları görür ve kendine sorar: “Ben niye yapamıyorum, ben niye böyleyim?”

Ve yorulmak bilmez bir arayışa girer: bu arayışta ötekine duyulan haset başat itkidir. “Kendimi onlar gibi iyi hissedebilmek için ne yapmalıyım?” Günlük, normal hayat manasız ve banal gelir. “Büyük bir şeyler yapmalıyım!” diye düşünür durur kendi kendine. Peki bu büyük ‘şey’ nerede bulunur? Bir tarikatta, dinde, inançta? Nerede?! Peki bu büyük ‘şey’in peşinde koşan genç adam neden bu kadar büyük bir hayal kırıklığı içindedir?

Normal şartlarda yetişen çocuk korunaklı, güvenli bir ortamda büyüdüğü hissine sahiptir - normal bir anne-babalık söz konusuysa Türkiye’de bile böyledir bu. En şiddetli ve başkaları tarafından zor tolere edilecek duygularını bile anne-babanın sağladığı bu sevgi ve şefkat ortamında yaşantılayabilir ve ifade edebilir. Başka bir ortamda herhangi bir şey fazla gelirse, anne çocuğu teselli eder, her şeyin yolunda olduğu duygusunu verir ona. Eğer anne de büyük bir yük altındaysa bu duyguyu çocuğuna iletemez - örneğin kötü bir evlilik, ağır ekonomik koşullar, katlanılması zor göçmenlik yaşantısı, kimliklerinin reddedildiği bir azınlık durumu vs. Bunun sonucunda çocukta çok erken yaşlarda oluşan ruhsal bir hasar meydana gelir.

Bu yaşam koşullarında yaşayan çocuk sürekli huzursuzdur ve kendini rahatlatmanın yolunu bir türlü bulamaz. Yerinde duramaz, durmaksızın hareket halinde ve irritedir, özlemini duyduğu, ihtiyacı olan ilgiyi bir türlü elde edemez. Elde edemeyince agresifleşir ve onaylanmaktan daha da uzaklaşır. Talihsiz bir kısır döngüye girer.

Çocuğun sevgisiz, ilgisiz kalması elbette tek başına anneye yüklenebilecek bir sorumluluk değildir. Baba da kişilik gelişiminde anne kadar önemli rol oynar. Aileye yapısal bir bütünlük kazandıran figürdür baba. Her şeyin öylesine oluvermesine izin vermeyen bir rol modeldir. Ama eğer o da zayıfsa ya da herhangi bir zamandan sonra hiç yoksa, erkeklikle ilgili model eksik kalmış olur. Bu durumda başka bir yerde aranır eksik kalan. Ve unutulmamalıdır ki, şiddet en açık erkeklik kanıtıdır.

Tabii ki, zor bir çocukluk geçiren herkes terörist olmaz. Zor çocukluk uçlara savrulmaya bir kapı açar ama bu kapıdan çıkınca nereye gidileceği kesinlikle bilinemez. Böyle genç bir erkek ruhen esnek ve dayanıklı (resilient), kendisini onaylayan bir kadınla da karşılaşabilir ileriki yıllarda ve bu da o genç erkeğin uyumlu bir işlevsellik kazanmasına olanak sağlayabilir.

Peki, böyle bir geçmişin kişiyi nereye götüreceğine kim veya ne karar verir? Burada kararı tesadüfler verir maalesef. Radikal sol gruplarda yer alan birçok gencin daha sonra İslamcı cenaha kayması, daima aşırı uçlara meyleden bu kişilik bozukluğunun doğrudan ideolojilerle bağlantılı olmadığını gösterir bize. Neredeyse modayı takip etmek gibidir durum. İslamcı terörizmin ‘İkiz Kuleler’ eylemiyle gösterdiği etkili şiddet ve zalimlik, birçok yerini yurdunu bulamamış sevgisiz gence oldukça çekici gelmiştir. Onlar da uçakları kulelere yönlendiren adamlar kadar ‘harika’ olmak istemektedir.

 

Bu aşırı radikal eylemlerin bütün cazibesine rağmen genç teröristin ruhunun derinliklerinde bir yerde saklı kalır kararsızlık ve güvensizlik duygusu. Gittikçe daha da radikalleşen terörist, hiçbir zaman özlemini duyduğu huzura ve mutluluğa kavuşup rahatlayamaz. Canlı bomba olmak hırs dolu arzuların gerçekliğin kayalıklarına çarpıp parçalanmasıdır. Terörist, içinde var olamadığı hayattan alamadığı onay duygusunun peşine düşer. Bu duygunun eksikliğinin yarattığı hayal kırıklığının kolay ve rahatça tek bir eylemde son bulmasını arzular. Canlı bomba olmak bu arzunun en patolojik düzeydeki narsistik tatminidir. Eylemin hayata geçirildiği o kısacık an, teröristin kendilik idealizasyonunu gerçekleştirdiği yegane andır: “Nihayet erdim. İyiyim. Her şey ve tabii ki ben de stabilim artık.” Bu duygunun anlamsızlığının farkına varmasından bir milisaniye önce elde kalan tek seçenek, bir an önce kendini havaya uçurmaktır. Ve artık sonsuza kadar göklerdedir terörist.

Buradaki motif kimilerince sanıldığı gibi cennete gitmenin garantiye alınması değildir. Sonsuza kadar şarap ırmaklarının kıyısında yan gelip yatarak 99 huriyle oynaşmak düşüncesi pek çok kişiye hoş gelebilir ama canlı bomba olmaya karar veren teröristin motivasyonu bu değildir. Onun fantezilerini süsleyen bu intihar biçiminin doğurduğu narsistik tatmindir: artık acı çekmeyecektir, o güvensizlik duygusu, o derin boşluk ve kaybolmuşluk hissi sonsuza kadar yok olacaktır. Kendini havaya uçurduğunda elindeki uzaktan kumandayla zapping yapıyor gibidir. Var olmaya, dolayısıyla izlemeye devam etmez artık. Kanalı değiştirmiştir. Mesaj şudur: “Yalnızca düğmeyi çeviriyor ve kapatıyorum. Tamamlanmamış ve tamamlanma olasılığı da olmayan hayatıma bir bütünlük, bir anlam kazandırıyorum.”          

Bundan daha büyük bir teselli söz konusu olabilir mi?  

Psikoloji her zaman anlama çabası içindedir. Dolayısıyla teröristin de ruh halini anlamaya çalışır. Anlamak çoğunlukla anlayış göstermeyi de beraberinde getirir. Burada bu tuzağa düşmemek gerekir. Çünkü terör eyleminde söz konusu olan planlı ve suçsuz insanların hayatına kasteden canice bir eylemdir. Bu nedenle söz konusu İslamcı teröristler anlayışla tedavi edilmesi gereken hastalar olarak muamele görmemelidir. Onlar masum insanların hayatına kasteden vicdansız katillerdir.  

Leave a Reply