Soğuk Yakınlıklar – Duygusal kapitalizmin şekillenmesi

Asım Öz / Dünya Bülteni / Kültür Servisi


Modernliğin ortaya çıkışı konusunda sosyologların gündeme getirdiği farklı açıklama biçimleri bulunmaktadır. Kapitalizmin ortaya çıkışı, demokratik olarak adlandırılan siyasi kurumsallaşmanın oluşması, bireyselliğin belirginleşmesi, artı değer, sömürü, akılcılaştırma bu açıklama biçimlerinin öne çıkanlarından bir kaçıdır. Pek çok kuramcının üzerinde durduğu ve devasa bir literatürün oluştuğu bu açıklama biçimlerinin eksik olduğunu vurgulayan isimler arasında Eva İllouz'da bulunmaktadır. Onun Soğuk Yakınlıklar'da ifade ettiğine göre modernliğin ortaya çıkışı konusunda üzerinde durulması gereken hususlardan biri modernliğin duygular üzerinden anlatılması veya açıklanmasıdır. Tabii insanı davranışa iten, bir davranışı belli bir ruh hali veya renk veren içsel bir enerji olarak duygulara yoğunlaşmak gerekliliği üzerinde duran bu açıklama önerisi şimdiye değin nesnellik anlatısı üzerinden sosyolojinin öznellik alanına çekilmesini de ima eden bir öneridir.

SOSYOLOJİK İMGELEMDE DUYGULAR

Davranışın enerji yüklü yanı olarak tanımlanabilecek olan duygusal enerji bilişi, duygulanımı, değerlendirmeyi, güdülemeyi ve de bedeni eş zamanlı olarak kapsar. Bundan dolayı duygular iç içe geçmiş kültürel anlamlar ve sosyal ilişkiler olduğundan davranışa yön verme kapasitesine de sahiptir. Kaygı, rekabetçilik, aşk, kayıtsızlık ve suçluluk gibi duygular aslında modern çağa zemin hazırlayan kırılmaların tarihi ve sosyolojik açıklama biçimlerinin çoğunda yer almaktadır.Modernliğin öne çıkan sosyologlarından Max Weber'in baş yapıtı olan Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu kitabı Protestanlığın özünde duyguların ekonomik faaliyetler üzerindeki rolü üzerinde durulur. Ona göre kapitalist girişimcinin çılgın eylemlerinin altında teoloji tarafından kışkırtılan kaygı bulunmaktadır. Yine Karl Marks'ın 1844 El Yazmaları adlı eseri emek ve üretim süreci ilişkisini açıklamak için başvurduğu yabancılaşma kavramı ekseninde işgücünden gerçekliğin kaybı, bağın özneden kopuşu olarak söz ettiği bölümler kapitalizm ve modernlik konusunun duygusal boyutu konusunda güçlü imalar taşımaktadır. Duygusal yaşam ifadesine yer veren George Simmel'in ünlü metropolis kavramını da düşünmek mümkün.Ona göre şehir hayatı sonsuz bir sinirsel uyaran meydana getirir ve duygusal ilişkilere dayanan kasaba yaşantısına karşı bir duruşa sahiptir. Emile Durkheim'in sosyolojisin temeli de dayanışmadan, sosyal aktörleri toplumun ana sembollerine bağlayan bir duygular demetinden başka bir şey değildir.

Bu örnekler üzerinden modernliğin kabul gören sosyolojik açıklamalarının farkında olunmasa bile bir duygular kuramı ölçeğine ulaşmaktan uzak olmak bir yana en azından duygulara çok sayıda gönderme içermektedir.

Kapitalist modernliğin biçimlenmesinde son derece uzmanlaşmış ve özelleştirilmiş duygusal kültürün el ele ilerlediğini düşünen Eva İllouz, kapitalizmin bu boyutuna odaklanıldığında onun toplumsal organizasyonunda başka bir düzen ortaya çıkarma imkanının bulunduğunu ifade etmektedir. Yirminci yüz yıl boyunca orta sınıf erkek ve kadınların hem işte hem de evde yoğun olarak duygusal hayatlarına odaklanma noktasında ciddi sıkıntılar yaşadıkları bilinmektedir. Bu sıkıntılar öznel özel alan ile nesnel kamusal alan arasındaki ayrımın da kaybolmasını beraberinde getirmiştir. Ortaya çıkan yeni duygusallık kültürü kişinin benliğinin bütün boyutlarıyla sergilenmesini de beraberinde getirmiş, ekonomik ve politik alanların söylem ve değerlerine koşullanmıştır. Kamusal duygusal bir benlik gerektiren ve bunu ortaya çıkaran bir teknoloji olarak internet bunun en önemli göstergesidir. Piyasa dağarcıklarının psikoloji dili ile iç içe geçerek yeni sosyalleşme biçimlerini düzenlemek için yeni yöntemler ve anlamlar sunduğu başta reklamlar olmak üzere gündelik hayatın iliklerine kadar sızmış durumda.

YENİ DUYGUSAL TARZIN DÜZENLENİŞİ

Amerikan duygusal kültürünün dönüştürümüne damgasını vuran tarih olarak Sigmund Freud'un Amerika'da Clark Üniversitesinde ders vermek üzere gittiği 1909'u seçen yazar Freud'un bu üniversitede oldukça eklektik bir dinleyici kitlesine verdiği beş seminerde Amerikan popüler kültüründe her halükarda ciddi yankı uyandıran temel psikanaliz kavramlarını sunduğunu belirtir. Dil sürçmesi, bilinçaltının kaderimizi belirlemedeki rolü, rüyaların duygusal yaşamdaki önemi, çoğu arzunun altında yatan cinsel nitelik, ruhumuzun kaynağı olan aile ve aile patolojilerinin temel nedeni gibi kavramlardı bunlar. Klinik psikolojinin çeşitli kolları olarak öne çıkan Freudcu, Ben Psikolojisi, Hümanist, Nesne İlişkileri Amerikan kültürel peyzajına yirminci yüzyıl boyunca egemen olacak olan yeni duygusal tarzı yaratır. Duygusal tarz ifadesini yirminci yüzyıl kültürünün duygusal yaşamla ilgilenmek ve duyguları anlayıp yönetmek adına özel teknikler bulma anlamında kullanan yazar, modern duygusal tarzın büyük oranda Birinci ve İkinci Dünya Savaşı arasındaki görece kısa zamanda ortaya çıkan terapi diliyle biçimlendiğini belirtir.

Jürgen Habermas'a göre on dokuzuncu yüzyılın sonu temelde tek bir adamın yani Freud'un eseri olarak ortaya çıkan psikanaliz açısından önemlidir. Kısa bir zaman sonra bir disiplinin sınırlarını aşarak belirli alanda uzmanlaşmış temel bir bilgi birikimi haline gelen psikanalizin bu niteliği hakkında şunları söylüyor Eva Illouz: "Psikanaliz, benlik duygusal hayat ve hatta sosyal ilişkiler kavramlarını yeniden düzenleyen bir dizi yeni kültürel uygulamadan oluşmaktaydı çünkü bilimsel üretim alanında ve ayrıca elit tabaka ile popüler kültürün ortak alanlarında yer almak gibi eşsiz bir konumda bulunuyordu." Psikanalizle biçimlenen yeni terapik söylem en derindeki kimlik sembollerini yeniden düzenlemiş ve yeni bir duygusal tarzın bu kimlik sembolleri vasıtasıyla düzenlenmesini sağlamıştır. Duygusal tazın kişinin başkalarıyla ilişkileri hakkında düşündüğü ve bununla ilişkili olasılıkları hayal ettiğinde ortaya çıktığı anımsandığında Freud'un kültür üzerindeki en büyük etkisinin benliğin konumunu geçmişiyle ilişki içinde düşünmek şeklindeki yeni bir yol izleyerek benliğin kendisiyle ve başkalarıyla ilişkisini yeniden tanımlama noktasında belirdiği ve bunun Amerikan popüler kültüründe geniş yer bulacak birtakım temel düşünce ve kültürel gerekçeler ile açıkça ortaya konduğu söylenebilir.

İlk etki aile konusunda görülür. Aile başlangıçta insanın kendisini konumlandırması için bir yol iken daha sonra kişinin yaşamı boyunca sembolik olarak taşıdığı ve insanın kişiliğini benzersiz bir biçimde etkileyen biyografik bir olgu haline gelmiştir. Aile psikanalitik imgelem sayesinde hem benliğin kökeni hem de kişinin kendini koparıp özgürleştirmesi gereken bir kaynak nokta olarak yer aldığından kişiliğin yeni anlatılarının oluşmasında gittikçe daha önemli bir rol oynuyordu.

Freud'un 1901'de yayımlanan Günlük Yaşamın Psikopatalojisi adlı kitabı Clark Seminerlerine nüfuz etmiştir. Benliğin en derinlerinde yer alan arzuların son derece önemli anlamlar deposu olduğunu söyleyen Freud'uın benlik tanımı kimliğin derin dünyasından uzaklaşan ve onu günlük yaşamın iş ve aile dünyasına hapseden kapitalist kültürel devrimin bir parçasıydı. Freud kişi için normal olanın sınırlarını bulanıklaştırarak yeni bir patolojik mizacın çerçevesini de çizmeye çalıştı. Kişi için açık uçlu olan bu proje, tanımsız ancak kişi için zorlu bir hedefin hüküm sürdüğü yeni bir normallik anlayışı ortaya koydu. Üstelik bu normalliğin merkezi temasına da cinsiyeti, cinsel hazzı ve cinselliği koydu. Açık uçlu bu benlik projesi aynı zamanda dil aracılığıyla cinselliğin modern imgeleme sorunsuz bir biçimde dahil edilmesini sağladı. On dokuzuncu yüzyılda ilkel bir anlama sahip olan cinsellik dille yoğrulmaya başlanmış dil sürçmeleri ile de başlı başına dilsel bir mesele olarak kodlanmıştı.

Bu süreçte Amerikan ailesi John Demos'ın sera aile olarak tanımladığı üçgen bir aileye de evriliyordu. Freud'un kuramları henüz tam olarak olgunlaşmamış olan ve güçlü tüketici kültürünün can alıcı noktasında yer alan otantiklik arayışına hitap etmesinden dolayı akademik, tıbbi ve edebi kurumların çeşitli üyelerine kabul edilerek yaygınlaştırıldı. Bilimsel tıp ile ruhani tıp arasında meydana gelen tartışma içerisinde Freudcu bakış her ikisini birleştiriyor gözüktüğü için sinema filmleri ve öğüt edebiyatı başta olmak üzere Amerikan kültürünün tüm alanlarına geniş ölçüde yayıldı.

ÖĞÜT EDEBİYATI, ŞİRKET İMGELEMİ VE PSİKOLOJİNİN KİTLESELLEŞMESİ

1920'lerde sinema filmleri ile birlikte gelişen öğüt edebiyatı hem bir kültür endüstrisi unsuru hem de psikolojik düşüncelerin yayılması bakımından önemli bir unsurdu. Kendisine otorite veren ve yasa benzeri açıklamalar yapan bir dille konuşan öğüt edebiyatı literatürü cinsellik ve toplumsal ilişkilerin yürütülmesi ile ilgili konularda psikoloji ve psikanalizin "meşru kaynak" oluşundan yararlanarak bilim ruhuyla kolaylıkla paketlendi. Çok çeşitli sorunlara değinebilen, toplumun konuşmaktan çekindiği konuları bilim dili ile açığa çıkaran bu literatür tüketim piyasasının büyümesiyle birlikte kitap endüstrisi ve kadın dergileri tarafından yaygınlaştırıldı. Eva Illouz öğüt edebiyatı konusunda şunları söylüyor: " Öğüt edebiyatı okuyucular üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olmasa da kişi için kelime dağarcığı sağlama ve sosyal ilişkileri müzakere etmedeki önemi yeterince kabul görmemişti. Çağdaş kültür materyallerinin çoğu bize öğüt, ikaz ve bir şeyin nasıl yapılacağını açıklayan formüller şeklinde ulaşır ve birçok toplumsal alanda modern benliğin kişinin kendisi tarafından yaratıldığı göz önüne alındığında- bir davranış biçimine karar vermek için çeşitli kültürel dağarcıklardan yararlanmak- öğüt edebiyatının kişinin kendisini anladığı kelime dağarcıklarını şekillendirme konusunda önemli bir rol oynamış olması mümkün görünmektedir."

Ordudan çocuk yetiştirmeye, pazarlamadan cinselliğe hemen her alanda yavaş ve kesin adımlarla ilerleyen psikologlar diğer uzmanlara göre daha geniş bir etki alanı oluştururken öğüt edebiyatından da yararlandılar. Yirminci yüzyıl içinde eğitim, suç davranışı, evlilik, cinsellik, ekonomik davranış vb pek çok alanda etki oluşturan psikologlar Amerikan şirketinde de önemli roller üstlendiler. Fabrika sisteminin kurulduğu, sermayenin merkezileştiği, üretimin standartlaştırıldığı, kuruluşların bürokratlaştırıldığı " 1880'lerden 1920'lere yani kapitalizmin altın çağında büyük şirketlerin yükselişe geçtiği görülür. Çok fazla işçi istihdam eden bu şirketlerde yönetim sistemi geleneksel kapitalistlerden otoritelerini kurmak için bilim, akılcılık ve genel refah retoriğini kullanan teknokratlara geçti. Geleneksel kapitalistlerin aksine yeni yönetimler akılcı, sağduyulu, öngörülebilir ve akılcılaştırmayı öne çıkarmanın yanlışlığını bir süre sonra fark ettiklerinde mühendislerin yanında psikologların başını çektiği bir başka söylem ortaya çıktığı Yirminci yüzyılın başından itibaren kurum içindeki disiplin ve verimliliği arttırmak için ortaya çıkan sorunların çözümü için teşvik edilen geleneksel psikologlara ilaveten 1920'lerden itibaren çoğunluğu Freudcu psikodinamik görüşlerden esinlenen ve savaş sırasında orduda yararlı olan klinik psikologlar yeni yöneticilik görevi için gereken ana esasları oluşturmak için şirketlerce seferber edildiler.

Özellikle Elton Mayo'nun 1924-27 arasında yaptığı deneyler tek başına duygusal alışverişe tarihte benzeri görülmemiş bir önem atfetti. Onun esas bulgusu verimliliğin iş ilişkilerine çalışanların duygularına önem ve dikkat gösterilmesi ile doğru orantılı olarak arttığı yönündeydi. Viktoryen karakter dili yerine Jung'cu psikanalizin eğitimini alan Mayo iş dünyasına psikanaliz imgelemini katar. Mayo, duyguların, ailenin ve yakın ilişkiler kurmanın önemini fark ederek aile ruhunu iş yerine davet eden bir bakışa sahipti. Sözgelimi çözüme ulaştırdığı sorunlardan biri şuydu. Amirini sevmeyen bir kadının bu duygusunun altında yatan neden amirinin nefret ettiği üvey babasına benzerliğidir. General Electric'te buna benzer pek bulgudan hareket eden Mayo, yönetim kuramlarında akılcılıkla biçimlenen mühendis retoriğini özbenliğin manevi dilini psikolojinin terminolojisi ile birleştirerek insan ilişkileri sözlüğünü icat ederek bir devrim yaptı.

İLETİŞİMİN ÖNE ÇIKMASI

Artık iş yeri yönetiminde egemen olan maskülen dil feminen bir dile dönüşmeye başlamıştı. Bu dil özellikle 1929 buhranı sırasında çok işe yardı. İş yerinde meydana gelen sorunları anlama odaklı olarak çözme süreci 1930-1970 aralığında yayımlanan yönetim hakkındaki el kitaplarına da yansıdı. Popüler psikologların kaleme aldığı bu kitapların üzerinde durduğu temel konu iletişimdir. Bunun farkında olmayan sosyologların çoğu iletişim konusunu Habermas'la ilişkilendirmeye devam etmektedirler. Oysa iletişim düşüncesi ve iletişimin kültürel ideali yönetim literatüründe ve popüler kültürde Habermas'tan önce tedavüldedir. Bu kitaplarda ortaya çıkan dile göre iyi bir yönetici öncelikle kendisini nesnel olarak değerlendirmelidir. Başarılı liderlik üzerine bu yıllarda yazılan ve pek çoğu Türkçeye kazandırılan kitaplar kişinin kendi gözündeki benlik imajını, karşısındakinin gözündeki imajla değerlendirerek ve karşılaştırarak başarılı bir yönetici olabileceğini belirtir. Mesela 1937 yılında Dale Carneige tarafından yazılan ve son derece popüler olan Dost Kazanma ve Kişileri Etkileme Sanatı adlı kitap şöyle der: "Eğer bu kitabı okuduktan sonra tek bir şeyi öğrenirseniz- karşınızdaki insanın gözünden görme becerinizin artması ve olan bitene kendi bakış açınızın yanı sıra onunkinden de bakma, eğer bu kitaptan sadece bunu alırsanız bu, kariyerinizin önemli kilometre taşlarından biri olacaktır." Bu kitabın yayımlandığı yıllarda Ömer Rıza Doğrul tarafından Türkçe tercümesinin yayımlandığını da bir not olarak belirtelim.

Empati, iletişimin merkeze alınması, insan kaynakları gibi yeni kavramlar kapitalizmin bireylerin duygu dünyalarında da egemen olmasını sağladı. Yani ekonomik benliği duygusal hale getirerek ve duyguların araçsal davranışa daha yakından koşumlandırarak duygusal dünyayı yeniden düzenledi. Elbette öğüt edebiyatı bunları mucizevi bir biçimde hemen gerçekleştirmedi. Ama şunu hemen gerçekleştirdi: Psikologların ve danışmanların güdümündeki yeni duygusallık modelleri, orta sınıf iş dünyasındaki sosyalleşme biçimlerini kesin biçimde değişime uğrattı. Kişisel gelişim edebiyatı bir süre sonra sadece iş yaşamıyla sınırlı kalmaz, hayatın başka alanlarına da nüfuz eder. Özellikle kadın erkek ilişkileri noktasında yaşanan duygusal yıkımlar sürecinin anlamlandırılmasında "tartışmasız" bir uzman olarak öne çıkan psikologlar sayesinde benliğin kişiler tarafından kavranılamayacak karanlık yanlarının olduğu anlayışı benimsenir. Bu benimsenme hali yakın ilişkilerdeki yaşanan kültürel dönüşüme işaret eder bir bakıma. Eva Illouz, Adorno'yu izleyerek, benliğin metalaştırılması sürecinde farklı kurumların yakın ilişkisine dikkat çekiyor: psikolojik ikna, kişisel gelişim edebiyatı, nasihat endüstrisi, devlet, ilaç şirketleri ve internet teknolojisi modern psikolojik özbenliğin temelini biçimlendirme konusunda iç içe geçmişlerdir iddiasında bulunuyor. Zaten onun duygusal kapitalizm adını verdiği şey de bu piyasa dağarcılarının ve benlik dillerinin yirminci yüzyıl boyunca aşamalı olarak birleşmesi ve kaynaşmasıdır. Bireyin ruhuna dayandığını belirten duygusal dilin aileden çalışma hayatına, destek grupları televizyon gösterileri ve internet başta olmak üzere hayatın her alanını istila etmesi bunun bir sonucudur.

Duygusal kapitalizmin sınırlarını çizmeye yönelik üç bölümlü kümülatif bir ilerleyişe sahip olan Soğuk Yakınlıklar duygusal ve ekonomik söylem ve uygulamaların birbirlerini biçimlendirdiği, dolayısıyla duyguların ekonomik faaliyetin önemli bir yönü haline getirildiği duygusal kapitalizmi anlamayı mümkün kılıyor. Bunu orta sınıfın ekonomik ilişkilerinin ve alışveriş mantığının izinden giderek yapan çalışma duyguların akılcılaştırma ve metalaştırma ile nasıl istismar edildiğini de belirgin kılıyor. Bu yönüyle çalışma ne Marksçı ne de Webercidir. Çünkü ekonominin ve duyguların birbirinden ayrılabileceğini düşünmeyen farklı bir bakışı var yazarın.

Eva Illouz, Soğuk Yakınlıklar, Çeviren: Özge Çağlar Aksoy, İletişim Yayınları, 2011

Leave a Reply