Psikolojik Gerilimin Ustası Barbara Vine Öldü!

Psikolojik gerilim ve polisiye kategorisinde kaleme aldığı onlarca romanıyla pek çok ödülün yanı sıra İngiliz Lordlar Kamarası'nca barones unvanına layık görülen, dünyanın dört bir yanında sadık bir okur kitlesine sahip Ruth Rendell namıdiğer Barbara Vine, 85 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Yazarın Türkçede Cam Hançer’den Cinayet Oyunu’na, Timsahkuşu’ndan Kalp Taşları’na, Portobello Sokağı’ndan Parola: Mandarin’e, Taştan Hüküm’den Kuzgunların Zulmü’ne pek çok kitabı bulunuyordu.

Çok canlı ve akıcı bir dille anlattığı hikâyelerini kusursuz bir olay örgüsüne dayandıran Rendell, sadece türden hoşlananların değil, roman okumayı seven herkesin beğeneceği metinleriyle öne çıktı. Polisiyelerdeki gerçeklik duygusunu kusursuz bir olay örgüsüne dayandıran Rendell’ın özelliği mekân tasvirleri ve ayrıntı zenginliğiydi kuşkusuz. Hikâyelerin geçtiği bütün kentler, caddeler, otel ve müzeler, dükkânlar bütün renkleri ve toplumsal hayatıyla birlikte işlenmiştir; evler, odalar, eşyalar neredeyse bir mimar titizliğiyle aktarılır. Her bir karakter, zaafları, istekleri, hırsları ve cinsel tutkuları ile tanımlanırken yazar, sınıf farklılıklarının yarattığı uçurumlara, sürüp giden hayatın gerçeklerine ve kurumsallaşmış yapılardaki bozukluklara yaptığı vurguyla suçu toplumsallaştırır.

Bir söyleşisinde; "büyük cinayetlerin neden olduğu ilgi ve korkunun asıl kaynağı, cinayetlerin olağanüstü içeriğinden çok, cinayetlerin içindeki olağanlıktır" diyen Rendell, sıradanlaştırır cinayeti, hayatın bir zorunluluk olarak katilin önüne getirip koyduğu bir eyleme dönüştürür. Elbette cinayeti onaylamak ya da biricik çözüm olarak göstermek değil bu; Rendell, başı sıkışan, kendisini çaresiz hisseden bir insanın sağlıksız düşünceler üretmeye son derece elverişli psikolojisini hatırlatır okura...

1930 yılında Londra’da doğan Ruth Rendell, İngiltere’ye Danimarka’dan gelen, Dan bir baba ve İsveç bir annenin kızıdır. Sorunlu bir aile yaşamı vardır ve genç yaşta annesini kaybeder. On beş yaşından beri yazan Rendell’in yazılarını yayımlama girişimleri reddedilir. Liseyi bitirdikten sonra gazeteciliğe başlar. 1950’de evlenir ve bir oğlu olur. Doğum sonrasında, “hayal gücü”nü bir haberde kullanınca işten atılır; katılmadığı bir kutlamayı haberleştirmiştir. İlk kitabını (From Doon with Death) 1964’te yayımlayıncaya kadar, ev işleriyle meşgul ve bir de değişik edebi türler deneyen kendi halinde bir evhanımıdır. 1975 yılında boşanır ancak kısa süre sonra tekrar evlendiği Donald Rendell ile birliktelikleri ölünceye kadar devam eder.

İlk romanı aslında ünlü Başmüfettiş Wexford serisinin de başlangıcıdır. Daha bu romandan itibaren zekice kurulmuş olay örgüsü ve karakterlerin derin içeriği göze çarpar. Rendell sadece dedektiflik hikâyeleri yazmaz. Kendisinin de belirttiği gibi, suç halinde ve sonrasındaki insan durumu onu ilgilendirmektedir. İngiltere’de yer alan, hayali Kingsmarkham kasabasında geçen Başmüfettiş Wexford serisinde de yazar, psikolojik sürekliliği gerektiği gibi sağlamaktadır.

Ruth Rendell’in öyle ya da böyle polisiye yazıyor olması, hele de şiddetten ve suçtan nefret eden birisi olduğu için bir ikilem gibi görünebilir. Ancak kitapları, gücünü şiddet ve vahşi cinayet sahnelerinden almaz. Onun yaptığı, bir şekilde yaşamak durumunda kaldığımız bu suç dünyasının, hastalıklı içeriğini göstererek bir duyarlılık, farkındalık yaratmaktır. Seri de giderek, 1980’lerden itibaren Rendell’in de politikayla daha haşır neşir olması sonucu, politik öğeler de kazanmıştır. Yazar, eserlerinde yer alan gotik unsurları, sözlerle doğrudan anlatılamayan hisleri yansıtabileceği bir alan olarak seçtiğini belirtir.

Jung etkisi kendini Barbara Vine’da gösterdi 
Rendell, yetmiş dokuz yaşında yapılan bir söyleşide kendisini hiçbir şeyin şaşırtmadığını belirtir. Bu ise hem deneyimlerinden hem de Freud ve Jung’a duyduğu ilgiyle de pekişen psikolojik okuma yeteneği olabilir. Ruhsal analizlerinin derinliği ve “ahlaksız” karakterlerle kurduğu dünyaya da aslında Rendell’in ahlaki yargılarla insanlara yaklaşmadığının bir kanıtı. Etik olanla ilgilenen, dolayısıyla her tür istismara karşı çok duyarlı olan yazar, pedofili ve kadın istismarını kesinlikle kabul edilemez bir durum olduğunun altını çizer.

Karakterlerinin ilhamı ve kaynakları, psikolojik rehber olan oğluyla yaptığı kimi sohbetler ve okuduğu psikoloji kitaplarıdır. Bunu göz önüne aldığımızda, yazarın vahşi cinayet sahnelerini kullanmaması ve daha çok bir şekilde işlenen bir cinayetle ilişkilenmiş bireyleri ele alıyor olması tamamiyle anlaşılır bir durum.

Jung’a ilgi duyduğu dönemlerin bir ürünü olduğunu söylersek çok da yanlış olmayacak bir değişiklik yapar yazım hayatında. “Aile”yi ve “aile” içinde saklı kalan sırlarlar etrafında gelişen, karanlık, psikolojik gerilim romanlarını Barbara Vine adı altında yayımlayan Rendel’in bu kitapları hem üslup hem de konular açısından farklılık gösterir.

Özetle; Barbara Vien insan psikolojisi ve olağan durumlar üzerine kurulu bir gerilim üzerine yoğunlaşırken, Ruth Rendell imzalı romanlarda suç ve cinayetin öne çıktığını görürüz.

“Hıristiyan sosyalist” bir barones
Babergh Baronesi olarak, 1996’dan itibaren Lordlar Kamarası’nın bir üyesi olan Rendell, politik olarak İşçi Partisi’nin destekçisiydi. Kendisini “Hıristiyan sosyalist” olarak tanımlayan yazar, sosyalizmin temelinin Hıristiyanlık olduğunu savunuyordu.

Neredeyse her kitabı ses getiren, altmış küsur kez çoksatar listelerinde ilk onda yer alan ve yazdığı türün tüm ödüllerini birkaç kez kazanan Rendell, “edebiyatçı” olarak kabul görmedi nedense. Yazarlığına hayran çok sayıda okurunun varlığına, aldığı onca olumlu eleştiriye rağmen, bir Booker Ödülü'ne sahip olamadan göçüp gitti.

Kaynak: Radikal

Leave a Reply