Küskünlükten muhalifliğe geçişin psikolojisi

Siyasal ve sosyal hayatta birlikte yürümeye başlamış insanların zamanla farklılaşması ve yollarının ayrılması sık görülen bir durum. Birlikte başlanılan noktadan sonra köprünün altından çok su akıyor. 

Hangi siyasal hareketi, sosyal organizasyonu, şirket ortaklıklarını incelersek inceleyelim  hem insanların hem de yapının kritik değişimler yaşadığı görülür. Dostluklar kırgınlıklara, birliktelikler ayrılıklara dönüşebiliyor. Bazen düşünce ayrılıkları, bazen çıkarlar, bazen de güç dengeleri bu değişimin nedeni olabiliyor.

Bireysel ve grup benliği

Hepimiz bir benliğe sahibiz. En küçük varlık birimi insanın kendisi. Benliğimizi diğerleri ile ilişkili algılasak da en temel de bireyiz. Hesap günü herkes kendi hesabını bireysel olarak vereceğinden dolayı da, birey olma hakkına sahibiz

İnsanlar kendi benliklerini diğer benliklerle de ilişkili algılıyor. Kendimizi; ailemiz, akrabalarımız, dindaşlarımız gibi sosyal kimlik grupları ile birlikte algılıyoruz. Başkalarına aidiyetler üzerinden; düşünsel, duygusal ve sosyal davranışlar yoluyla da  bağlanıyoruz. O zaman birey halimiz kadar sosyal aidiyet ve bağlanma yoluyla başkaları ile kaderlerimizi bağlamamız da doğal ve meşru.

Grup aidiyeti ve bağlılığı düşünme biçimimizi etkiliyor

Sosyal psikoloji uzun süredir grup aidiyeti ve bağlanmalarımızın düşünce, duygu ve davranışlarımızı etkilediğini biliyor. “Biz” dediklerimiz ile “onlar” dediklerimizi değerlendirirken mantıklı düşünmenin ötesine gidip, kolayca düşünme hataları yaptığımız bilinen bir gerçek. Yani zihnimizi ve pozisyonlarımızı hak ve adalet üzerinde tutmak kolay değil. Hak ve adalet üzerinde kalmak, sürekli bir çaba ve maliyet üstlenmeyi gerektiriyor.

Pozisyonlar düşünmeyi şekillendiriyor

Bildiğimiz diğer bir gerçek de, siyasal pozisyonlarımız da düşünce ve duygularımızı önemli derecede etkiliyor. Beraber yürüdüğümüz insanlarla ayrı siyasal pozisyonlara düştüğümüzde, bir anda biz grubundan onlar grubuna hızlı kayış olabiliyor.

Yeni ve farklı pozisyonlar, insanlara karşı duygu ve tutumlarımız etkilediği gibi siyasal analizlerimizi de etkiliyor. Bu bir yere kadar doğal. Ama bu psikolojik süreçlerin farkına varamadığımızda, kendimizi fena halde kaptırıp dur durak bilmez hale gelebiliyoruz.

Dışlanma psikolojisi

Sosyal gruplar kendi içinde farklılaşma olduğunda dışlama tavrını gösterebiliyor. Dışlama grup normlarını, bütünlüğünü ve varlığını devam ettirmeye yarıyor. Dışlanma psikolojisi ise, dışlanan bireyler için ağır bir psikoloji. İnsan, doğası gereği “kabul görmek” isteyen bir varlık. Dışlanma ise kabul edilmenin zıddı.

Orijinal topluluğundan dışlanan ve uzaklaşan bireyler ve küçük gruplar ise, bu psikoloji altında yeni bir düşünme hali geliştiriyorlar. Çoğu zaman siyasal analiz biçimlerindeki büyük farklılıkların ayrışmanın psikolojisi ile yakın ilişkisini fark ettiğimde kendimi her seferinde hayret etmekten alıkoyamıyorum.  

Az dışlanan yaratma becerisi

Bir siyasal hareketin ve liderliğinin başarı kriterlerinden biri de dışlanan insan sayısı az tutma becerisi ile ilişkili. Çünkü, dışlanan her birey ve küçük grup, saatli bomba vazifesi görebiliyor. Hasar verme kapasitesi taşıyabiliyor. Bazen de bu ayrılıklar, uygun siyasal ortamlarda, yeni siyasal dinamikler oluşturabiliyor.

İyi bir liderlik, farklılaşan kişi ve küçük grupları kendi bünyesinde tutabilme becerisi gösterebilmek demek. İçerme becerisinin dışlama becerisinden yüksek olması gerekiyor.

Siyasal pozisyona bakmak

İnsan ilişkilerinde çatışmanın ve uyuşmazlığın kaçınılmaz olduğunu biliyorum. Üstelik bir çok uyuşmazlığın çözülemeyeceğini ancak yönetilebileceğini de biliyorum. Zamanla topluluk içi ayrışmalara sadece haklı haksız gözüyle bakmanın da yeterli olmadığını anladım. Her biri geçerli bir kendi hikayesine sahip.

Benim geldiğim nokta şu: Siyasal aktörlerin kişisel uyuşmazlığında karşılık geldikleri siyasal pozisyonlarına bakmak. Hangi siyasal pozisyonun ümmet adına siyaseten daha değerli olduğuna bakıyorum.

 

Leave a Reply