Sağlık - Tahammülsüzlük Nedir? Kimlere Tahammül Edilemez? "Kimseye tahammül edemiyorum" Cümlesinin Altındaki Sır ne? “İnsanların tahammül kredilerini son zerresine kadar kullanıp artık sınıra dayandıklarında ya da böyle bir krediye sahip olacak kişilik yapıları en başından beri var olmadığında bu isyan cümlesiyle karşılaşırız” diyen Uzmanlar. “Kimseye tahammül edemiyorum” cümlesini çok sık kullandığınızı düşünüyorsanız dikkat edin uyarısında bulundular.
“İki olasılık da baş etmesi zor durumlardır ve bazen çözüm için kökten değişim gerekir. Bazı insanlar verici oldukları ve karşı tarafın her koşulunu kabul edip yerine getirdikleri sürece sevilip değer göreceklerini düşünürler. Fikir tartışmalarına girmektense kabullenmek onlar için daha güvenli bir alandır. Bu yüzden ilişkilerinde sabit durumu korumak adına farkında olmadan kendi tahammül sınırlarını daraltırlar, sonunda da tüketirler. Her şeyi kabullenirmiş gibi görünen bu kişilik, belli bir süre sonra patlamaya hazır bir bomba haline gelir. Çevresindekiler onun önceki yapısına alışık oldukları için artık en ufak şeye bile tahammül edemeyen bu yeni kişiliğe bir anlam veremez. İlişkilerde çatışmalar artar, çatışma arttıkça kişinin tahammülsüzlüğü beslenir, tahammülsüzlük arttıkça çatışma artar ve bu kısır döngü sonunda mutsuzluğu doğurur” diye konuştu.
"YARGILAMAYIN"
“Bıçak kemiğe dayanıp işler içinden çıkılmaz bir hal almadan önce çevrenizdekilerin tepkileri ve ruh halinizdeki zorlantı doğrultusunda tahammülsüzlüğünüzün farkına varıp önlemler alabilirsiniz” diyen Uzman Klinik Psikolog Sinem Gül Şahin, “Bunun için size gelen eleştirilere açık olun. Bu eleştiriler karşısında hissettiğiniz duygularla ilgili kendinize karşı dürüst olun. Bu duyguları ve korkularınızı kabullenip, aralarından hangilerinin rahatsız edici olduğunu ve bununla ilgili neler yapabileceğinizi düşünün.
İyi-kötü, doğru-yanlış göreceli olmaya müsait kavramlardır. Bu yüzden yargılayıcı tavırlar sergilemekten kaçının. Herkesin sizinle aynı yapıya sahip olmasını bekleyemezsiniz, farklılıklara karşı toleransınızı arttırın. Bunları yapmakta güçlük çekiyorsanız ve tahammülsüzlüğünüze engel olamıyorsanız profesyonel bir destek almanızda yarar var demektir. Başa çıkamadığınız durumlarda bir uzmandan yardım istemekten çekinmeyin” dedi.
"KİŞİ NEDEN BU KADAR VERİCİ OLDUĞUNU DÜŞÜNMELİ"
Şahin, bu gibi durumlarda yapılması gerekenin kişinin tahammülsüzlük durumuna gelene kadar niye bu kadar verici olduğunun nedenlerinin bulunması olduğunu ifade ederek şöyle konuştu: “Bu nedenler analiz edilip, kişinin varoluşsal değeri üzerine geliştirdiği çarpık düşünceler ve duygular üzerine çalışıldığında kişi ilişkilerinde daha dengeli bir yaklaşım sergileyebilir. Aşırı verici olan insanların geçmişine baktığımızda sıkça karşımıza mükemmelliyetçi yapıya sahip bir aile tablosu çıkar.
Bu aile yapılarında koşullu sevgi gösterimi esastır. Kişi hata yapmadığı, söylenenleri yerine getirdiği, yani ebeveyni tatmin ettiği ölçüde onaylanır ve takdir edilir. Bu da kişinin kafasında şöyle bir şema oluşturur; karşımdaki insanın taleplerini yerine getirdiğim koşulda beni sevecektir, aksi takdirde reddedileceğim.
Böylece değer görmekle ilgili kaygıların da tohumu atılmış olur. Sonrasında da vericilik dönemi başlar. Uzun bir süre bu dönemin etkisi sürer. Kişinin kendi doğru ve standartları yerine karşısındakinin doğru ve standartları hakimdir. Ta ki saatli bomba patlayana kadar. Bu dönemden sonra kişilerin kendi standartlarını inşa etmeye ve onu korumaya dair çok katı bir tutum içine girdiğini görürüz. Ama bu durum gel gitli olduğu için kişinin ruhsal dengesi iyice bozulur.
Çünkü daha önce deneyimlemediği, ona yabancı gelen bir yapı içindedir ama artık eski alışık olduğu yapısına tutunacak hali de kalmamıştır, tükenmişlik hisseder. Bu ara dönem en yorucu olandır. Artık kendime de tahammül edemiyorum şikayetleri yükselir.
Bu noktada bir uzmandan yardım alınması kaçınılmazdır. Tahammül sınırları konusunda sorun yaşayan diğer bir kişilik yapısına baktığımızda otoriter aile modelinin etkilerini görürüz. Belirlenmiş standartların dışındaki kişisel farklılıkların hoş karşılanmadığı, kuralların esneyemez olduğu, fikir paylaşımlarının rahat yapılamadığı, evdeki otorite olan kişinin doğrularının genel geçer doğru olarak kabul edilmesinin zorunlu olduğu katı aile tutumunda yetişen birey bu yapıyı özümseyip kendi kişiliğinde bunu dışa yansıtabilir.
Otorite figüründeki mekanizmalar ona da geçmiştir. Kendisinin değişmez standartları, esneyemez kuralları vardır ve ilişkilerinde karşısındaki insanın kendisinden farklı olan yönlerini kabullenemez. Kendi yapısına aykırı düşen hiç bir davranış ve düşünceye tahammülü yoktur. Bunu kendi yapısına saygısızlık yada zarar verici bir durum olarak görüp savunmaya geçer. Sanki varoluşuna saldırılıyormuş gibi bir tehdit algılar ve öfke duygusu yükselir. Gerek arkadaşlık ilişkisi, gerek kadın-erkek ilişkisi, gerekse iş ilişkisi olsun her durumda hem kişinin kendisi hem de karşısındaki için zor bir ilişki olacaktır.
Çünkü bu yapıya sahip kişiler kendi kafalarında belli bir şema oluşturmuştur ve bu şemaya aslında dışarıdan katı görünen bu kişinin içerisinde çok hassas, kırılgan bir yapı vardır. Unutulmamalıdır ki içyapı ne kadar kırılgan olursa onu korumak için giyilen zırh o kadar sert olacaktır. Bilinmezlik, belirsizlik ve değişim korkutucu gelir. Alışılmış olana tutunmak onlar için bir anlamda hassas yapıyı güvende tutmaktır. Dolayısıyla kendi bildiklerinden farklı bir şey söz konusu olduğunda reddedici davranırlar. O yüzden etrafta benim standartlarım, benim kurallarım, benim isteklerim tekerlemesiyle dolanırlar.
Orta yol, uzlaşma diye bir şey yoktur, başka standart, kurallar ve istekler tahammül edilemezdir. Tepkilerindeki aşırılık ve tutumlarındaki ısrarcılık oranında yalnızlığa itilme süreci hızlanır. Yalnızlığın ilk dönemlerinde diğer insanları suçlama eğilimi devam eder. Kızgınlığı onların farklı olmalarından onu terk etmiş olmalarına doğru yön değiştirir.
Öfke artmaya devam eder. Her ilişkide benzer şeyleri yaşamasının artık kendisiyle alakalı bir durum olduğunu anlayana kadar yalnızlığa gömülür. Kimseye tahammül edemeyen kişi yalnızlığa tahammül edemez hale geldiğinde ve ruhsal acısı dayanılamaz olduğunda değişim için ilk adımlarını atmaya başlar. Bu dönemde çevresindekilerin kabulleniciliği, ona destek olması, davranışlarındaki değişimle ilgili ona olumlu geri bildirimlerde bulunmaları kendini toparlama süreci için önemlidir.” Kaynak:Akşam
PSİKOLOJİ NEDİR ?
Psikoloji, insan davranışları ve zihinsel süreçleri ile birlikte bunların altında yatan nedenleri inceleyen ve araştıran bilim dalıdır. Psikoloji diğer bilimlere kıyasla çok daha kısa bir geçmişe sahiptir. Bu kısa süre içinde psikoloji değişik biçimlerde tanımlanmıştır. İlk tanım insan zihninin yapısının incelenmesi biçimindeydi. İnsan zihnini gözleyebilmenin olanaksızlığı karşısında psikologlar, psikolojiyi "gözlenebilen davranışların bilimsel incelemesi" biçiminde tanımlamışlardır. İnsan zihninin davranış üzerindeki etkisini kabul etmeyen bu yaklaşıma, psikoloji içinde tepki oluşmaya başlamış, bellek süreçleri ve düşünme gibi zihinsel işlevleri inceleyen bilişsel psikoloji ortaya çıkmıştır. Bu gelişmeler günümüz psikolojisinin tanımını etkilemiştir. Modern psikoloji günümüzde, davranışı ve davranışın altında yatan süreçleri bilimsel olarak inceleyen çalışma alanı olarak tanımlanır. Bilişsel süreçleri doğrudan gözleme olanağı yoktur; organizmanın davranışları gözlenerek ya da nörolojik bulgular kullanılarak onların varlığı saptanır.