‘Hayatın Anlamı Var mı?’, psikiyatrist Prof. Dr. Erol Göka’nın denemelerini bir araya getirdiği yeni kitabı. Göka, ‘öte dünya’, ‘teslimiyetçilik’, ‘fanilik bilinci’, ‘kaderine razı olma’ gibi kavramları, bir terapi seansındaymış gibi anlatıyor.
Mert Ersel Şahin / mertersel@gmail.com
Bugünlerde ismini ‘Akil İnsanlar’ listesinde gördüğümüz psikiyatrist Prof. Dr. Erol Göka, ‘Hayatın Anlamı Var mı?’ başlıklı yeni kitabıyla karşımızda. Göka, uzmanlık alanının verdiği alışkanlıkla (psikoloji çerçevesinde) insanın hayatı anlamlandırma kaygısını inanç ve psikoloji ekseninde değerlendiriyor.
Kitap ‘Hayat ve İrade’, ‘Hayat ve Anlam’ ve ‘İyi Hayat Nedir?’ başlıklı üç bölümden oluşuyor. İlk bölüm ‘irade’ üzerine kurgulanmış. Temel olarak modernitenin, günlük yaşamın, insanın iradesini ortadan kaldırdığı, maneviyatla birlikte irade üzerine oluşturulmuş olan düzenin günümüzde ilahiyat kavramı içine hapsedildiğinden dem vuruyor. Bunu yaparken de psikolojinin tüm kavramlarını sohbetinin içine ustaca entegre ediyor.
İkinci bölümse kitabın adıyla paralellik taşıyan hayat ve anlam üzerine kurgulanmış. Bu noktada yazar inançlı olduğunu saklamıyor. Maneviyata olan bağlılığını ifade etmesinin herhangi bir yapaylık içermediğini, aksine samimiyetinin dozunu artırdığını savunuyor. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken nokta; yazar hayatın anlamını bulduğuna dair de kesin bir tespit yapmıyor. İnançlı olmanın hayatı anlamlandırmak için tek yol olduğu iddiasında da değil. Sadece bu şekilde bir çaba içine giren bireylerin çabalarının sonuca erebilmesinde önemli bir yardımcı olabileceğini savunuyor.
CEVAPLAR SİZE KALMIŞ
Kitabın son bölümü ‘İyi Hayat Nedir?’ adını taşıyor. Göka, kitabının bütününde bahsettiği maneviyatla günün koşullarının çatışmasını bu son bölümde çözümlemiş. Ancak yine diğer bölümlerde olduğu gibi dikte edici bir psikiyatristten öte, sorgulayıcı, cevapları okurun keşfetmesini amaçlayan bir çaba içine girmiş. Fakat bunun yanında alenen, insanın iç huzurunun maneviyattan, teslimiyetten, fanilik bilinciyle öte dünyayı hesaplarımıza dahil etmekten geçtiğini belirtmekten sakınmamış. Varoluşçuluk ile varlıkçılığı, kavramlar anlamında çok da paralellik taşımasalar da yakınlaştırmakta bir sakınca görmemiş. Bunu bir kalıba oturtabilmek için de ‘otantik insan’ kavramını kendi görüşleriyle şekillendirmiş. Kitabın bu bölümünde Sartre’ın varoluşçuluk anlayışıyla İbn-i Arabi’nin öz kavramlarını karşılaştırmasının, kendi otantik insan tanımını oluşturmasında işe yaradığını söylemek biraz zor.
BİR DOST SOHBETİ
Son olarak bir tanımlama yapmamı gerekirse; kitap kişisel gelişim ya da bir psikolojik inceleme kitabından öte, Göka’nın hayatı anlamlandırma çabalarını kendi kişisel birikimiyle harmanlayıp bir anlatı halinde ortaya çıkarmasından oluşuyor. Entelektüel birikimi oldukça fazla bir dostunuzla sohbet halinde hissediyorsunuz kendinizi zaman zaman kitabı okurken. Elbette bu sohbet edasında geçen kitap, Adler’den Frankl’a oradan da Jung’a kadar uzanıyor. Burada genel olarak bir yanıt vermiyor Göka, bir terapideymişcesine sorduğu sorularla yanıtı okurlarına bırakıyor. İşte tam bu noktada bazı anlarda okur-dinleyici, eğer psikoloji literatürüne hâkim değilse kavramların arasında kaybolabiliyor. Bu da elbette ki kitabın içeriğinin getirdiği yadsınamaz bir durum olarak karşımıza çıkabiliyor.
Nihayetinde bu kitabın hedef kitlesi hayatın anlamı hakkında sorgulama yaparken, bu sorgulamayı; ‘öte dünya’, ‘teslimiyetçilik’, ‘fanilik bilinci’, ‘kaderine razı olma’ gibi kavramlar çerçevesinde incelemek isteyen okurlar olduğunu düşünüyorum. Bu okurların oldukça keyif alacağı, kafalarında bir soru işareti oluşmuşsa o soru işaretlerinin yanıtlarını bulmalarını sağlayacak bir kitabı bizlere kazandırmış Göka.
Open all references in tabs: [1 - 4]