Bütün Türkiye Özgecan Aslan’ın hunharca katliyle sarsıldık. Üzüldük, öfkelendik, isyan ettik.
Mersin Çağ Üniversitesi Psikoloji Bölümü Hazırlık sınıfı öğrencisi Özgecan’ın babası Mehmet Aslan’dan öğrendiğimize göre, “Özgecan’ın en büyük hayali ünlü bir psikolog olmaktı. Belki de oldu.”
Sosyo-politik meselelerle, özellikle de şiddet meselesiyle de ilgilenmeye çalışan bir klinik psikolog / psikoterapist olarak, Mehmet Aslan’ın bu cümlesi okuduğumdan beri içimde acı acı yankılanıyor.
Durumun özeti şudur: Özgecan’a ve anne-babasına, sevdiklerine borcumuz var (tıpkı Özgecan gibi erkek şiddetinin kurbanı olan binlerce kadına borcumuz olduğu gibi). Toplum olarak da, psikologlar / terapistler olarak da. Pırıl pırıl bir genç kadının hayatı ve hayalleri hunharca yok edildi. Hayatını geri veremesek de, babasının dediği gibi, onun ünlü bir psikolog olmasını sağlayabiliriz, sağlamalıyız. Bunun yolu da Özgecan’ı unutmadan, unutturmadan; onu erkek şiddetine karşı akademik, klinik ve aktivist mücadelelerinin bir sembolü olarak taşımaktır. Uğraşalım ki Özgecan “ünlü bir psikolog” olarak ölümüyle bize yol göstersin, enerji versin; empati / dayanışma duygularımızı güçlendirsin. Özgecan bunu yapabilecek potansiyele sahiptir. Biz sahip miyiz, göreceğiz… Bu yazı, böylesi bir niyete giriş yazısı olsun.
Özgecan’ın katlinden sonra havada uçuşan sorular: “Nasıl olur?”, “Böyle bir canavarlık nasıl mümkün olabilir?” “Bu nasıl bir patoloji?” “Bu toplum çıldırdı mı?” vb.
Böylesi dehşet verici olaylardan sonra, fikri / bilgisi olan / olmayan herkes bir açıklama yapma ihtiyacı hisseder. Olay çok sarsıcıdır; inkâr etmemize, görmezden gelmemize imkân tanımaz; o zaman “niye ve nasıl olmuş?” sorularına kendimizce cevap verip bir anlamlandırma çerçevesi kurmaya çalışırız ki olayın yarattığı iç sarsıntılarımızı kısmen de olsa yatıştırabilelim. Bu da tabii zor ve karmaşık bir iştir; her sosyal olayda olduğu gibi birçok faktör devrededir. Ama çoğu insan bu kadar zahmete katlanmak istemez, kendilerince en öne çıkan faktörü kullanarak, tek-faktörlü açıklamalar üretirler.
Karmaşık sosyal ve insani olaylara tek-faktörlü açıklamalar getirmek, zihni ve duygusal bir kolaycılık sağlasa da hemen her zaman resmin bütününü görmemize engel olur. Bütünü göremeyince de meselelere doğru teşhis ve tedavi geliştirmemiz imkânsız hale gelir.
Bu girişten sonra, Özgecan’dan yola çıkarak, ama kendimizi Özgecan’la kısıtlamayarak, temel sorumuzu soralım: Erkeklerin, erkek-olmayanlara yönelik şiddeti, tüm dünyada değişik derecelerde de olsa yaygınlık gösteriyor ve fiziksel, cinsel, psikolojik biçimler alabiliyor. Bu yaygın sosyal problemi oluşturan / besleyen faktörler nelerdir?
Çok-katmanlı bir model önerisi
Şiddet olayı olarak gördüğümüz şey, bir ya da birden çok kişinin, yine bir ya da birden çok kişiye rızaları dışında, fiziksel ve / veya psikolojik acı verecek ve geçici ya da daha kalıcı fiziksel ve / veya psikolojik hasarlara neden olacak çeşitli davranışlarda bulunmalarıdır.
Şiddet, aşağılama / tehdit / ayrımcılık gibi psikolojik düzeyde uygulanabileceği gibi, çok çeşitli yöntemlerle fiziksel düzeyde de uygulanabilir. Fiziksel şiddete hemen her zaman psikolojik şiddet de eşlik ederken, psikolojik şiddet fiziksel boyut olmadan da söz konusu olabilir. Psikolojik şiddetten fiziksel şiddete geçiş sanıldığı kadar zor değildir.
Erkek şiddeti, sıklıkla cinsel şiddet şeklinde ortaya çıkar. Yine psikolojik formları (sözel taciz, tehdit vb.) yanında, tecavüze dek artan derecelerde fiziksel formları da vardır. Her fiziksel cinsel şiddet eylemi, fiziksel ve psikolojik şiddetin cinsellik gibi insanın en mahrem ve kırılgan olduğu alanda özgül bir bileşimidir. Cinsellik bir alan olarak kullanılmasına rağmen, tecavüzde bile esas dert cinsellik ve cinsel tatmin değildir; bir nedenle hissedilen iktidarsızlığın, yıkıcı bir güç kullanımıyla değiştirilerek bir yeniden iktidar tesisi denemesidir.
Toparlarsak, yukarıda belirtilen geniş yelpazeden bir şiddet olayı, bir birey ya da bireyler topluluğu tarafından gerçekleştirildiğinde, bu şiddetin arkasındaki faktörler nelerdir?
Çok faktör var, ama Türkiye bağlamında en azından altı ayrı faktör katmanı olduğunu düşünebiliriz. Bunları (görseldeki) çok katlı bir piramit gibi düşünelim. Alt katlar üst katlara bir bağlam ve zemin sunan daha eski ve dirençli dinamiklere tekabül ediyorlar. Üst katlar ancak alt katların dolayımıyla etkilerini gösteriyorlar. Böylesi bir şematizasyon ister istemez her şematizasyon gibi eksik olacaktır, her tekil şiddet olayında her katın etki derecesi kısmi farklılıklar gösterebilecek ya da ek katlar söz konusu olabilecektir; çok daha karmaşık modeller kurmak mümkün ve gereklidir, ama buradaki mütevazı derdimiz açısından şimdilik bu modelle yetinebiliriz sanıyorum.
Zemin katlar: Ataerkillik ve Kapitalizm
Erkek şiddetinin beslendiği kaynaklar açısından nereden bakarsak bakalım, en derin, en eski dinamik tabii ki binlerce yıldır süren, erkeği efendi, kadını da erkeğe tabi konumda gören ataerkil eşitsizlik düzenidir. Bütün sınıfsal ve kültürel farklılıkları enine kesen biçimde ataerkillik, erkeklere genel olarak imtiyazlı bir konum vermekte ve bir üstünlük vadetmektedir. Yoğun şiddet potansiyeli barındıran hâkim erkeklik zihniyeti, bu kadim iktidar vaadine dayanır. İktidar konumunun nesnel ya da öznel biçimde tehdit edilmesi ve türlü nedenlerle ortaya çıkabilen bir iktidarsızlık durumu (ya da algısı) bu şiddet potansiyelinin gerçek şiddete dönüşmesindeki kritik eşik olarak karşımıza çıkar.
Ataerkillik zemin katsa, bir üstünde yine yüzyıllardır dünyayı ve Türkiye’yi giderek daha çok içine çeken kapitalist sistem yer alır. Kapitalizm, en başından beri rekabet/kar güdülenmesi üzerinden insanlar- ve toplumlar-arası eşitsizliği arttırıp, dayanışma ve ortaklaşma dinamiklerini aşındırmaktadır. Kapitalizmin geldiği aşama itibarıyla, narsisistik bir kültür pompalanması üzerinden toplum ve doğa üzerindeki tahribatlara ek olarak insani varoluş üzerindeki tahribatı ileri derecede artmıştır. Artık narsisistik kişilik tarzları, yeni bir sosyo-psikolojik salgın halindedir ve bu tarzın en belirgin özelliği empati özürlü oluşudur. İnsanlar-arası ilişkiler matriksi giderek narsisistik tarzın hakimiyeti altına girmiştir. Narsisistik varoluş yoğunlaştıkça empatisizlik de artmakta ve empatisizliğin ilk doğrudan sonuçlarından biri olarak da başkalarına daha kolayca ızdırap verme, psikolojik / fiziksel şiddet uygulama karşımıza çıkmaktadır.
Orta katlar: Türkiye’nin 100+ yıllık politik şiddet kültürü ve son 30 yılın iç savaş ortamı
Bütün dünyada egemen olan ataerkil ve kapitalist eşitsizlik sistemlerinin üzerinde Türkiye bağlamında politik şiddet yüklü tarihimiz ve bugünümüz bulunmaktadır.
Türkiye toplumunun en azından son yüzyılında (ve tabii daha eskilere uzanan biçimde), politik amaçlı şiddet kategorisinde ağırlıkla devlet görevlilerinin fail olduğu çok sayıda savaş, katliam, soykırım, iç savaş, işkence, cinayet, kaybetme, tecavüz gibi suçlar vardır. Bu suçların hiç biriyle gereği gibi yüzleşilmemiş ve sorumluları cezalandırılmamıştır. Türkiyeli insanların politik arenada sürekli tanık olup bilinçli ya da bilinçdışı yollarla içselleştirdikleri sorun çözme yöntemi, hoşa gitmeyen farklılıkları eşitsizlik üzerinden hasımlaştırma ve hasmını şiddet yoluyla sindirme veya itlaf etme yöntemidir. Egemen politik kültürümüzün, toplumsal ilişkiler alanına saldığı en önemli zehirlerin başında böylesi bir yaygın şiddet eğilimi yer almaktadır.
Bu şiddet yüklü politik kültürün son 30 yılda yaşadığımız son dönemecinde, Türk-Kürt meselesi üzerinden bir iç savaş yaşanmış, milyonlarca insan doğrudan ya da dolaylı olarak bu politik şiddet dalgasının mağduru olmuştur. Bir de tabii bu şiddet dalgasının yüzbinlerle sayılabilecek faili vardır. Bütün bu şiddet ortamının en önemli özelliklerinden biri cezasızlıktır. Bu dönemde uygulanan şiddetin büyük çoğunluğunun faili, adaleti sağlama gibi bir görevi de bulunan devletin görevlileridir. Dolayısıyla buradan topluma yayılan mesaj, eşitsizliğin esas olduğu, güçlünün güçsüzü tepeleyebileceği ve yanına kar kalacağı, adaletin sadece güçlü olmaktan geçtiği gibi bir şeydir.
Bugün Türkiye’de yaşayan insanların çok önemli bir kısmının (belki çoğunluğunun), doğrudan ya da dolaylı olarak politik şiddet mağduru (ya da faili) oldukları söylenebilir. Dolayım, ya kendi hayat dönemlerinde yakınlarının maruz kaldıkları şiddet olabileceği gibi, bir iki kuşak önceki ebeveynlerinin doğrudan ya da dolaylı olarak maruz kaldıkları şiddet de olabilir. Politik şiddet sarmalının bu kadar yoğun olduğu bir toplumda, bu şiddetin tortularının insanlar-arası ilişkiler alanına da yoğun bir şekilde sızması şaşırtıcı değildir. Orta katlarda yer alan faktörler bütün toplumu yaygın olarak etkilerken, görece en fazla etkiledikleri kesimler toplumun çocuklar ve kadınlar gibi dezavantajlı kesimleridir.
Üst katlar: AKP iktidarının eşitsizlikleri / ayrımcılıkları körükleyen konumu ve faillerin bireysel faktörleri
Erkek şiddetini besleyen faktörler piramidinde üst katlara geldiğimizde karşımıza içinden geçmekte olduğumuz dönemin sosyo-politik-kültürel bağlamı ve de şiddet faillerinin bireysel faktörleri çıkar.
12 yıldır içinden geçtiğimiz sosyo-politik-kültürel bağlam büyük ölçüde AKP iktidarı tarafından belirlenmiştir. AKP’nin İslami ve muhafazakâr referanslar kullanarak kadın-erkek eşitsizliğini ısrarla savunması ve kadınları öncelikle aile-içinde-bakım-veren-anne olarak erkeğe tabi konumda tutmak istemesi erkek şiddetine ek bir zemin sunan faktör olarak belirtilmelidir.
Buna rağmen AKP hükümetlerinin erkek şiddetinin kaynaklarını kavrama konusundaki ufuksuzluğu ve çareyi daha çok dindarlaşma olarak görmesi meseleyi daha da çözümsüz hale getirmektedir.
AKP iktidarının özellikle son döneminde yaşanan hukuksuzluk-cezasızlık dinamiğinin tüm toplumda açıktan ya da örtük bir kuralları ihlal rahatlığı yaratabileceği de eklenmelidir.
Şimdiye kadar sıraladığım beş kattaki faktörlerden beslenerek gelen erkek şiddeti potansiyelinin, nasıl ve ne dozda somutlanacağı en üst kattaki “bireysel faktörler” tarafından belirlenir. Tekil bir erkeğin yetişme koşulları, aile dinamikleri, kişilik yapısı, travma öyküsü vb gibi bir çok faktörün bileşik etkisi anlamında “bireysel faktörler.” “Bireysel” sıfatı nedeniyle yanlış anlaşılma olmasın: Bir bireyin nasıl bir birey olduğu / olacağı kısmi genetik yüklerden çok daha fazla içinde yetiştiği küçük sosyal birim olan aileden başlamak üzere toplumsal bir belirlenim meselesidir. Dolayısıyla “bireysel” dediğimiz de son kertede zaten sosyaldir.
Bu “bireysel” düzeyde, erkek şiddetinin görece daha “hafif” formlarının (üstünlük / aşağılama ihtiyacı, ayrımcılık gibi) çok çok yaygın olduğunu görüyoruz. Şiddetin ciddiyet düzeyi arttıkça yaygınlığı bir azalma gösterse de, bu toplumda (ve başka birçok toplumda da) örneğin erkekler tarafından ev-içi-şiddete maruz kalan kadınlar ya da hayatları boyunca bir erkek tarafından şu ya da bu şekilde cinsel tacize maruz kalan kadınlar, kadınların çoğunluğunu oluşturuyorlar.
Bütün bu çok-katmanlı zemin üzerinde “bireysel” faktörleri yeterince bir kıvam tutturmuş olan erkekler, uygun koşullar bir araya geldiğinde cinayet ya da tecavüz gibi daha da kıyıcı eylemler yapabiliyorlar. Bu erkeklerin “bireysel faktörleri” ağırca kişilik sorunlarına işaret etse bile, bu durum cezai ehliyetlerini ortadan kaldırabilecek bir patoloji değil ve maalesef bu tür erkekler de küçük bir azınlık değil.
Dolayısıyla erkek şiddeti hem hafif hem de ağır formlarıyla en ciddi halk sağlığı problemlerimizden biri olarak aramızda yaşıyor. Besin kaynakları çok-katmanlı olan bu problemle mücadelenin de aynı şekilde çok-katmanlı olması gerekiyor.
Bütün Özgecanların anıları, direnişleri ve hayalleri önünde saygıyla eğiliyorum.
(*) İlgilenenler aynı konuda 24 Şubat’ta taraf gazetesinde yayınlanan mülakatıma da bakabilirler.
muratpaker@gmail.com
@PakerMurat