“Öğretmenlerime, okulda neden devamsızlık yaptığımı anlattım. Onlara bilgisayar oyunu oynadığım için okula gelmediğimi söyledim. Bana bir şey demeden, okuldan atıldığımı söylediler.” (15 Yaşında)
“Okuldan ayrılma konusunda hocalarla aramda hiçbir telkin veya konuşma geçmedi. Bu konuda ailemden, hocalarımdan ya da müdürlerden bir destek görmedim.” (14 Yaşında)
Yukarıdaki ifadeler son derece ağır hatta örseleyici çalışma koşullarında, bahşiş ya da çok düşük ücretler karşılığında çalışan çocuklara ait. Çocuk işçiliği, sokakta yaşayan çocuklar, sokakta çalışan ve suça sürüklenen çocuklar ülkemizin önemli sosyal sorunlarından. Bu çocukların tamamı sosyo ekonomik düzeyi düşük, ihmal ve istismar riskinin yüksek olduğu ailelerden geliyor. Eğitimlerine devam edebilmeleri, karşı karşıya oldukları risklerden korunmaları ve içinde oldukları yoksulluk kısır döngüsünü kırabilmeleri için kritik bir öneme sahip.
Sosyal olarak dezavantajlı konumda olan çocukların eğitime erişimlerinin sağlanmasının tek başına yeterli olmadığı ortada. Çocukların, aileleri ile işbirliği içinde desteklenmeleri gerekiyor. Eğitim hayatlarına yaşıtlarının gerisinde başlayan bu çocuklar aileleri ve öğretmenleri tarafından yeterince desteklenmedikleri için dezavantajlı konumları artarak devam ediyor ve bu durum eğitim dışına itilmeleri ile sonlanıyor.
Aileler de, üst merciler de sorgulamıyor
Başta Çocuk Hakları Sözleşmesi (ÇHS) olmak üzere Türkiye’nin imzalamış olduğu uluslar arası anlaşmalara ya da mevcut yasal düzenlemelere bakarak Türkiye’de çocuğun durumu hakkında gerçekçi bir durum değerlendirmesi yapmak mümkün değil. Söz gelimi Türkiye, ÇHS’yi imzalayarak, 18 yaşının altındaki her birey için eğitimin bir hak olduğunu kabul etti.
Uygulamaya bakıldığında ise çocuk için hayati öneme sahip olan eğitim hakkının kolaylıkla elinden alınabildiği görülüyor. Bu önemli karar, bir üst merci tarafından değerlendirilmediği gibi sosyo-ekonomik düzeyi düşük hatta açlık sınırının altında yaşayan aileleri tarafından da gerektiği kadar sorgulanmıyor.
Eğitim dışına itilen çocukların çok büyük bölümünün sosyo ekonomik düzeyi düşük ailelerden gelmeleri sorunun sınıfsal boyutunu ortaya koyuyor. Çocuklar hem aileleri, hem de sistem tarafından her türlü risk ve tehlike karşısında yalnız bırakılıyor. Sistem ile çocuğun yeniden buluşması ise ona davranışlarından ötürü bir ceza verildiğinde gerçekleşiyor.
Okul başarısının sadece bir sonuç, öğrenmenin ise zihinsel olduğu kadar duygusal bir deneyim olduğu gerçeği genellikle göz ardı ediliyor. Kaygı, korku yaşayan, güvensizlik duyguları içinde olan bir çocuğun odaklanma problemi yaşaması, öğretmenlerini, arkadaşlarını rahatsız edecek davranışlarda bulunması beklenen bir durum.
Sınav endeksli sistemde ilk dışlanan ‘zayıf’ çocuklar oluyor
Huzursuz, mutsuz olan bir çocuğun çevresi ile yeterince işbirliği yapamaması hatta öğrenememesi, etrafındaki ‘yetişkin’ bireyleri, harekete geçmeleri için içinde olduğu riskli duruma dikkati çekmeye çalıştığı bilinç-dışı davranışlar. Onu korumak ve desteklemekle görevli profesyonellerin, öğretmenlerin ise tepkileri bir yetişkin olgunluğunun, tutum ve davranışının çok uzağında çocuksu bir tavır içinde dışlayıcı, cezalandırıcı davranışlar olabiliyor. Okuldan atılmanın sonuçlarının çocuk üzerindeki etkileri konusunda ne yazık ki yeterli duyarlılık gösterilmiyor.
Yapılan çalışmalarda öğretmenler, cezalandırıcı tutumu başta kendi otoritelerini sonra ise diğer çocukları korumak için benimsemiş olduklarını ifade ediyor. Sonuç olarak, okul idarecileri ve öğretmenler, hizmet içi eğitimler ve süpervizyonlarla desteklenmedikleri için çocukların kırılganlıkları ve çaresizlikleri ile bilinç-dışı bir özdeşim kurarak, çocuğun uyumsuz davranışları ile aslında hangi ihtiyacına dikkati çekmeye çalıştığını soğukkanlı, olgun, yetişkin bir tavır içinde değerlendirilmiyor.
Yüzlerce çocuk ile yakından ilgilenmesi gereken tek bir rehber öğretmen ise mevzuat gereği var ve fiziksel varlığı dışında bir varlık göstermesi mevcut sistem içinde neredeyse imkansız. Türkiye’deki eğitim sisteminin, çocuğun psikolojik, sosyal gelişimini desteklemenin çok uzağında olduğu bilinen bir gerçek.
Sınav endeksli, çocuğun bilgi ve beceri kapasitesinin çok üzerinde ve ancak anne/babaları ile ’bitirmelerinin’ mümkün olduğu ödevlerin verildiği, öğrenme heyecanı ya da okuma sevgisi yerine kaygı, korku ve rekabetin egemen olduğu bir eğitim sisteminden kuşkusuz ilk dışlanan ‘zayıf’ olanlar olacak ki sistem varlığını sürdürebilsin.