Televizyonda her gün onlarca dizi yayınlanıyor; intikam, polisiye, komedi vs. Bu dizilerin ortak noktası ise aşk. Hevesle, bazen ise öfkeyle izlediğimiz dizilerin başrol oyuncularının çekimler başladıktan bir süre sonra gerçek hayatta da sevgili olduklarına sıkça rastlıyoruz. Peki, diziler ve filmlerde senaryo icabı var olan bu aşklar nasıl oluyor da gerçek hayata geçebiliyor? Psikolog Ezgi Başaran, dizi aşklarının nasıl gerçeğe dönüştüğünü anlattı.
Diziler ve filmler için yazılan senaryoyu gerçekmişçesine hayata geçirmeye çalışan ve yoğun bir emek sarf eden oyuncular sadece birbirleri ile çok fazla vakit geçirme şansı buldukları için mi birbirlerine aşık oluyorlar yoksa bu işin de içince bilinç dışı bir süreç mi işliyor? Nasıl oluyor da senaryo olan bir hikaye gerçekleşiyor? Psikoloji gözlüklerimizi takıp kısaca bir göz atmaya ne dersiniz?
Oyunculuk, önceden senaristler tarafından hazırlanmış senaryoların veya metinlerin, kişilerce gerçeğe uyarlanması esasına dayanıyor. Aslında ‘bir senaryonun eylem ile gerçeklik kazandırılmaya çalışılması’ da diyebiliriz.
Eylem, hayatta her yerde karşımıza çıkıyor aslında. Bunun sebebi ise kişinin varlığını devam ettirmesini sağlayan ve onu diğer canlılardan ayıran duyguların dışavurum şeklinin eylem oluşu. Tüm başkalığın ve farklılığın hayata geçiş biçimidir diğer bir ifadeyle. Eylemsiz bir hayat düşünülemez. Doğum, insanın ilk eylemidir ve eylemlerimiz hayat boyu devam eder.
Küçük bir şaka bile tüm duygu durumunu değiştirebilir!
Yapılan tatsız şakaların dahi eylem durumunda oldukları için gerçek olarak zihinde kodlandığı ve gerçekmişçesine yaşandığı, olayın şaka olduğu öğrenildikten sonra dahi beynin olayı gerçek olarak algılayarak hormonal dengeyi değiştirdiği ve anıları bu şekilde tamamladığı araştırmalarla ortaya çıkmıştır.
Yani kısacası birine şaka da olsa kaza haberi verdiğimizde o kişinin tüm duygu durumu değişmekte ve şaka olduğunu belirttiğiniz halde bilinç bu olayı gerçek gibi kodlayarak korku, endişe vb. tepkileri ve beraberindeki hormonal değişimleri tetiklemektedir.
Eylem ile yaşanan her şey beden ve zihin tarafından gerçekleşmiş olur ve hatıralarımıza kodlanır. Eylem, zaman zaman duygularımızı bile değiştirebilir. Zorla da olsa gülümsediğinizde ve bu eylemi devam ettirdiğinizde; bir süre sonra beden bunu gerçek olarak algılamakta ve serotonin salgılamaya başlamaktadır. Ve beraberinde kendinizi bu gerçek olmayan yapmacık eylemden sebeple de olsa iyi ve daha mutlu hissetmeye başlarsınız.
Aşk oyunu gerçeğe dönüşebilir
Peki ama eylem ile yaşanan her şey beden tarafından gerçek olarak algılanıyor ise bir insana aşıkmış gibi rol yaparken aşık olmak mümkün mü?
Evet, mümkün. Her zaman eylem aşkı doğuracak diye bir durum olmasa da, aşk oyununun aşkı beraberinde getirme olasılığı çok yüksek. Aşk sözcükleri, seviyormuş gibi dokunuşlar, aşık gibi bakışmalar, mutlu gibi sarılmalar... İşte tüm bunlar serotonin (mutluluk hormonu) ve aşkın beraberinde gelen endorfin salınımını sağlayacaktır. Eylem de eş zamanlı devrede olduğundan bilinciniz yaşanan bu olayı gerçek bir deneyimmişçesine kodlayacak ve anılar haznesine kaydedecektir.
Aşk oyunu, bilinç dışınızın ve hormonlarınızın size oynadığı küçük bir oyun olarak gerçeklikte yerini bulacaktır. Psikolojimizi de kısa sürede değiştirerek bizi bu mutluluk oyununun içine çekecektir.
İşte bu sebepledir ki dizilerde veya filmlerde çok etkileyici bir aşık çifti oynayan iki başrol oyuncusunun gerçek hayatta da yakınlaşmalarına hatta çekimler esnasında ilişkilerinin başladığına, evlendiklerine dahi şahit oluyoruz.
Zaman zaman yalancı eylemin mutluluğu getirdiği etkileyici anları yaşarken bu oyunu çözümleyen zihinler ise ilişkilerin gerçeklikten biraz kopuk olduğunun farkına varıp aşklarını sorgulamaya başlıyorlar. Bu sebeple de sette başlayan aşk hikayeleri çok uzun sürmüyor.
Peki aksi de mümkün mü?
Mutsuz veya travmatik bir hikayeyi canlandıran oyuncuların psikolojileri de bu durumdan etkileniyor mu? Elbette bu da mümkün. Özellikle depresif duygu durum eğilimi olan oyuncular veya çocuk oyuncular bu durumlardan daha hızlı etkileniyorlar. Setlerde üst üste aksilikler yaşayabiliyor, çekimler sırasında psikolojilerinin bir yansıması olarak eyleme dönen hikayeyi kaldıramayan bedenler sık sık hasta oluyorlar.
Bedenimiz, zihnimiz, duygularımız ve fizyolojimiz ile bir bütünüz. Bunları birbirinden ayrı değerlendirmek mümkün değil. Aşkı da, felaketi de eylem ile yaratabilme gücüne sahip olduğumuz ise varlığımızın bir geçeği.