Gündüz Vassaf, psikoloji profesörü... Babası psikiyatr, annesi psikolog. İlginç bir çocukluk, ardından yine aynı ilginçlikle devam eden bir eğitim hayatı. Neden mi? Bir defa sosyal yönü güçlü olduğundan dersleri zayıfmış. Sınav sistemini, sormayı ve sorgulamayı hiçbir zaman sevmemiş. Kendi deyimiyle "Okumayı sevdiği için" psikolog olan biri o. Uzun yıllar Amerika'da yaşayan Vassaf, tiyatro oyunları oynamış, bir dönem gurbetçi psikolojisini de yaşamış, yıllar içinde kendini ölçmüş biçmiş ve artık "Dünya insanıyım" diyor. Gündüz Vassaf'la sınırları olmayan bir yolculuğa çıktık.
FotoĞraf: VURAL YAZICIOĞLUKÜBRABÜŞRA İLE İKİDE BİR
Babanız psikiyatr anneniz ise psikolog. Çocukken bunun ne kadar farkındaydınız?
Bunun diğer anne babalardan farklı bir meslek olduğunu, Amerika'da ilkokul son sınıfta fark ettim. Annemin ve babamın mesleğini yazmak bana çok zor gelmişti. Harfleri yan yana koymakta zorlandığımı hatırlıyorum. Bir de dışarıdaki tepkilerden anlıyordum. Çünkü akıl hastanesinde oturuyorduk.
Nasıl yani?
Adresimiz akıl hastanesiydi. Biri anormal davrandığında bizim evi gösterirlerdi. Ben de orada kalıyordum zaten.
Hastalarla birlikte mi?
Akıl hastaneleri Amerika'da üniversite kampüsleri gibidir. Spor tesisleri, hastaların yattıkları binalar, Ayrıca doktorların ofisleri bulunurdu.
Bir doktorun akıl hastanesinde kalması normal mi?
Evet. Çünkü doktorların lojmanları orada bulunuyordu.
Bu fiziki konum hasta doktor ilişkisini güçlendirmek için miydi?
Maalesef... Öyle düşünülebilir ama değildi. Sadece doktora lojmanları bedava olduğu için veriyorlardı.
Çocukluğunuzda hastalarla iletişim kurar mıydınız?
Tabi...
Siz onlara nasıl bakardınız?
Irkçılıktan önceki söylemlerden biri bir kimsenin akıllı ve deli oluşudur. Ben bunu hiç yaşamadım. Kimse delinin ne olduğunu bilmiyor. Çünkü evde veya sokakta deli görmüyorsunuz. Ben "Deli" denen insanlarla büyüdüğüm için bana benden ayrı, farklı ya da korkutucu gelmiyordu.
Anneniz ve babanız doktor gibi mi yoksa sadece anne ve baba gibi mi davranırdı?
Cevabı zor... Çünkü annem ve babamdan başka bir anne ve baba bilmiyorum.
İlişkiniz dolaylı mı yoksa direk miydi?
Direk bir ilişki vardı.
Anne ve babanız sizin ruhunuzu yönetmiş midir?
Çocukken bunun farkına varmam kolay değil, fakat büyüdüğümde bunu çok net fark ettim. Annem 94 yaşında vefat etti ve bu sayede onunla çok uzun bir zaman vakit geçirme fırsatım oldu. Bu durumu şöyle bir örnek ile anlatayım; Çocuk ağaca tırmanmış, ağacın dalına gitmiş ha düştü ha düşecek. Annesi de orada görüyor bunu. Bir yığın tepki gösterebilir. Hemen in aşağıya, demedim mi sana oraya çıkma diye diyebilir. Annemin orada sözü "Eğer azıcık daha o dalda ileriye gidersen düşeceksin, düşünce ne olacağını düşündün mü" olurdu.
Kararı tamamen size bırakıyor...
Evet. Bana gitme demiyor. Bir bilen kişinin uyarısı gibi değil, kararını kendin ver diyor.
Bu tarz yönlendirmelerin sizi bunalttığı olur muydu?
Olmadı. Çünkü hep anne ve babaydılar. Ev içinde psikiyatrist ya da psikolog olduklarını hiç düşünmedim. Onlar için sadece bir meslekti ve bana bunu hissettirmediler.
Ruhu sağlıklı bir çocuk muydunuz?
Herkes gibiydim.
Bir söyleşinizde babanızın size karşı sevgisinden boğulduğunuzu söylemişsiniz. Sevgi gerçekten boğucu bir şey mi?
Ankara'da ilkokuldaydım. Bir inşaat çukuru vardı. O çukurun derinliğinin farkına vardım ve sadece yanından geçtim. Babam da yurt dışındaydı, kendisiyle telefonda görüşmüştük. Rüyasında beni bir çukurun yanında görmüş ve tedirgin olmuş. Uzaktan babam beni görebiliyor, hissedebiliyordu. Sevgisinden içi titriyor. Bu beni rahatsız etti.
Rahatsız eden gözlenme duygusu mu?
Evet. Daha sonraki yıllarda üniversitenin futbol takımında oynuyordum. Kaza oldu, dizim şişti. Babam maça gelmişti, beraber doktora gittik. Doktor şırıngayla dizimdeki suyu alacaktı. Babam da doktor olduğu için yanımıza geldi. Şırıngayı dizime soktu, babam neredeyse bayılıyordu. Bu müthiş bir sevgi.
Ruh bilimi ile ilgilenen insanlar daha mı hassas oluyor?
Babam öyleydi. Duyarlıydı, şiir yazardı. Kar tanelerine bakıp mucizeler görürdü. Fakat sevgi boğucu olabilir tabi ki. Sadece anne babanın değil, sevgililerinde birbirine karşı sevgisi boğucu olabilir. Korkularımızı sevgiyle ifade ederiz.
Nasıl korkular?
Mesela; çocuğunun seni terk etmesi olabilir. Büyüdüğünde o çocuğu kendisi gibi bakacak birisinin olmaması korkusu. Öyle olduğunda o insan yanımızdayken onu sevgiye boğarız. Alışsın, o sevgisiz duramasın isteriz. Benden daha çok seni kimse sevemez diye ona telkinlerde bulunuruz. Sevgilinin en büyük sorumluluğu onu harcamamak, tüketmemek.
Sizin insanlara karşı özel bir ilginiz var mı?
İnsanla ilgileniyordum. Amerika'da yatılı okulda kalırken okulun müdürü anne ve babama "Gündüz, çok iyi papaz olur" demiş. Bu mesleği aslında bilinçli olarak seçmedim.
Kendiliğinden mi oldu?
Evet. Tesadüflerle oldu. Üniversiteyi Amerika'da okudum. İlk iki yıl belirli konulardan dersler alabiliyordunuz. Tarih, sosyoloji, yabancı dil gibi... Üçüncü yıla geldiğinizde bir konuya ağırlık vermeniz gerekiyor. Üçüncü yılda aklıma hiç bir şey seçmek gelmedi. Baktım ilk iki yılda psikoloji dersini ötekilerden daha çok seçmişim. Sebebi de bildiğim konular olmasıydı. Meslek edinmek gibi akademik kaygılarım hiç olmadı. Psikoloji dersleri ağırlıklı aldığım için ihtisasımı da aynı dalda yaptım. Ama psikolog olmak için değil. Lisans eğitimi bittikten sonra yine aklımdan hiç bir şey geçmiyordu. Mastırımı da onun üzerinde yaptım, doktorayı da aynı şekilde.
Madem psikolog olmak istemiyordunuz neden doktoraya kadar okudunuz?
Çünkü okumayı seviyorum.
Fakat eğitim hayatınız boyunca notlarınız çok düşükmüş, eğitim sistemine karşı olduğunuz için mi?
İmtihanlar bana çok aptalca geliyordu. Şaşırtmaca soru soran hocalar vardır mesela. Sizi şaşırtmaya çalışırlar. Bazı imtihanlarda ezber üzerine kuruludur. Azıcık polis sorgulaması gibi gelirdi. Sormak zaten bir tür saldırı.
Peki şu anda?
Sizin yaptığınızın saldırı olduğunu düşünmüyorum. Çünkü kendi isteğimle kabul ettim. Fakat insanlarla ilişkilerimde soru sormam. İlişki içinde zaten bu gelişir. O zaman keyifli olur. Şaşırtır seni. Ötekisi daha rutin geliyor bana. O yüzden imtihanlardan hoşlanmazdım ve çalışmazdım.
Sorgulanmayı veya soruları sevmiyorum dediniz. Yaptığınız iş soru ve sorgularla ilgili değil mi?
Hayır. Sizinle konuşmaya gelen insanın zaten paylaşmak istediği bir şey vardır. Genellikle anlatırlar. Zamanla değişti, şimdi konuşmanın yerini soru sorma aldı. Günümüzde bu tip doktorlar hastaya genelde 5 dk. ayırıyorlar. Soru soruyor ilacını yazıyor ve iletişim bitiyor. Aslında bu meslek "Konuşma tedavisi" olarak geçer. Ben hiç soru sormadan da karşıdaki insanı anlayabileceğiniz kanısındayım. Farklı teknik uygulanarak yapılabilir.
Hem Amerika'da hem de Türkiye'de yaşamışsınız. Siz kendinizi nereli hissediyorsunuz?
Şimdi kendimi dünyalı hissediyorum. Ama o dönemlerde bocalama oluyor. Ben kimim? Sorusuyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Kendi çocuğumun bunu yaşamasını istemedik. Oğlumun annesi İngiliz, ben Amerika'da doğdum, hem Amerikan hem de Türk vatandaşıyım. Oğlumuz Türk, Amerikan ve İngiliz vatandaşı.
İki kültür arasında sıkıştınız mı?
Wasihington'da iken oldu. Mesela otomobilim vardı, içinde elbise askısı bulunurdu ben o kısımlara Türk bayrağı asardım. Oruç tutardım. Bunların hepsini tepkiden yapıyordum. Hiç unutmam, Amerika'dan dönüşümde vapurla bavullarımla indiğimde çevremden yardım edecek kimseyi bulamadım. Yardım istediğimde ise terslediler beni. Ben de o zaman karşımdakine "Ne biçim Müslümansın" dedim. Kafamdaki algı çok farklıydı çünkü.
Bir dönem tiyatro ile ilgilenmişsiniz. Neden bıraktınız?
Aslında çok seviyordum. Samuel Bacet'in Godo'yu Beklerken diye bir oyunu vardı. Üniversitedeyken oynamıştım. Bacet'in oyunları zorlu oyunlardır. Eğer yapabiliyorsanız çok zevk alırsınız. Bana da başrol verdiler. Gayet mutlu ve memnundum. Sonra yapamayacağımı anladım ve yönetmenin kapısının altından yüzüne söylemeye cesaret edemediğim için bir zarf attım. Ama sanırım sebebi aşık olmamdı. O aşk beni tiyatrodan uzaklaştırdı.
Var mıdır ani kararlarınız?
Evet, bu da onlardan birisiydi. Genelde kararlarım ani oluyor.
Kendinizle barışık mısınız?
Kendimle mutlu değilim. Yaptıklarımdan memnunum. Mesela yazdığım zaman bir sürecin parçası oluyorum. O zaman mutlu olurum. Onun dışında kendimi azarlıyorum ve kızıyorum.
Kendinize ayna tutabilir misiniz, yoksa başkasının tuttuğu aynaya mı ihtiyaç duyarsınız?
İnsan kendine ayna tutabilir. Bir ressam arkadaşım var. O bir gün şöyle bir şey demişti; "Bir ressam için en zor resim, otoportredir. Çünkü yalanını hemen yakalarsın". İnsan kendisinin en iyi eleştirmenidir. Yeter ki kendinden kaçmasın.
İnsan en kolay kendini kandırmıyor mu?
Başkaları da seni aynı şekilde kandırıyor. Arkadaşların, annen babam da kandırıyor. Hepsi farklı zor. Bizi başkalarının kandırmasına daha yatkın olabiliriz. Çünkü yalnız kalmaktan korkarız. Çevreyle uyumlu olmaya çalışırız ve bu bizi kendimiz olmaktan uzaklaştırır.
Kendinizi ne kadar tanırsınız?
Çok zor soru. Değiştiğimi görerek. Değiştiğinizi görürseniz eski halinizle kıyas edebilirsiniz. O zaman kendinizi tanımış olursunuz. Benim için tanıma nesneler üzerinden oldu. Ülkeden ülkeye, şehirden şehire taşdığımızda evlerden de taşınıyorduk ama evler duruyordu. Ankara'daki evimize gittiğimde 12 yıl önce bıraktığım oda, oyuncaklarım, giydiğim kıyafet oradaydı. Keza İstanbul'daki evimizde de öyleydi. Annemin yaşadığı eve, Amerika'ya gittiğimde eskiden geçirdiğim yıllar oradaydı. Hayatımın değişik dönemlerini bana hatırlatan nesneler, odalar hep vardı. Onlara baktığımda nasıl farklılaştığımı görüyorum. Geçmişim hem uzak hem de yakın parçam.
İnsanlar benimle konuşurken tedirgin oluyor
Psikoloji profosörünüz. Bu etiket sizi diğer insanlara kıyasla daha güçlü yapıyor mu?
İyi soru. Bunu kendi kendime bir kaç defa sordum. İnsan deli olmaktan korkar. O yüzden kendime hep şunu derim "Bana kimse deli diyemez, ancak ben kendime deli derim" böylelikle o gücü diğer insanlardan almış oluyorum.
İnsan kendine teşhis koyabilir mi?
Koyamaz tabi. O benim kendi kendimi aldatmam aslında. Başkalarının bana deli demesi gibi bir korkum yok.
Delilik anlarınız oldu mu hiç?
Bir kaç ay Mostar'daydım. Günde on saat köprünün başında duruyordum.
Ne yapıyordunuz orada?
Not tutuyordum. Bu böyle iki ay boyunca sürdü. Dünyadan kopma alışılmış bir davranış değil. Bu başkalarının bana deli diyebileceği bir durumdu. Fakat deli olmadığımı biliyorum. Beş altı yıl bunu sürdürebilirdim. Sonra bıraktım. Çünkü yerine getirmem gereken sorumluluklar vardı. Delirme sürecini kendimde görebildim.
Delirmeye mi başlamıştınız?
Bir vecd haliydi.
Kendi psikolojinizi ne kadar yönetirsiniz?
Depresyon yaşarım ama geçici olduğunu bilirim. Acıların üstesinden gelmesini de bilirim. Ancak bilmek başka, uygulamak başka.
Mesleğiniz gereği sosyal olmak zorundasınız. İnsanlarla iyi anlaşır mısınız?
Evet. Çünkü her tanıştığım insanı bir kitap olarak görürüm. En sıradan şeyleri söylüyorsa bile, her insanda okunacak bir şeyler var. Yeterki o anda açık olun. Her insana da her zaman açık olamazsınız yoksa kendinize vakit kalmaz. Arada sırada kendinizi de okumanız lazım. Öyle olduğunda içimdeki dünyaya göre dışarıdaki dünya sıkıcı gelebilir. Bir iki ay bu evde kalsam ve kimseyi görmesem şikayet etmem. Böyle de bir yanım var.
Mesleğinizi insanlara söylemekten çekindiğiniz zamanlar oldu mu?
Eskiden evet. Çünkü sizinle muhatap olan insanlar tedirgin olmaya başlıyorlar. Söylediklerine dikkat ediyorlar ve rahatsız oluyorlar. Ya onları anlarsam diye...
Bu tedirginlikleri normal karşılıyor musunuz?
Elbette. Nasıl bir mimar bir binayı mimar gözüyle görüyorsa, ben de aynı şekilde insanlara baktığımda farklı şeyler görüyorum. Sizin kişiliğinize bakarken de farklı şeyler göreceğim. Daha bakmadım çünkü kendi heyecanımdayım.
Topluma bakarken bir etkisi oldu mu?
Klinik psikolog veya psikiyatrsanız sizinle konuşan, sizden yardım isteyen veya kendini daha rahat tanımak isteyen insanın yerine koyuyorsunuz. Kim olursa olsun. Ben azıcık onun gibi oluyorum. İster ırkçı, ister katil, olsun fark etmiyor. Sevgililer gibi. Ben sevgilim oluyorum onun ruhunu anlıyorum ve o oluyorum. O da ben oluyor.
Atatürk'ün akrabamız olması beni etkilemedi
Babanız Demokrat, anneniz Halk Partisi'nden teklif almış. Bu sizin siyasete bakışınıza nasıl yansıdı?
Annemin Halk Partili olmasından değil, Türkiye o dönem o kadar cepheleşmiştiki DP iktidardı ve babamda milletvekili olmuştu. Babam Adnan Bey'in de çocukluk arkadaşıydı. Bu beni siyasi olarak etkilemedi. Beni etkileyen, Adnan Bey ve Rüştü Hasan Polat'ın asılmasıydı. İlk defa Türkiye benim için korkulacak bir ülke oldu.
Siz 12 Eylül askeri darbesinde Boğaziçi'nden istifa edip yurtdışına gidiyorsunuz. Bu bir tepkimiydi?
Evet. Çünkü üniversite benim evimdi. Asker evime geldi "Ben sana nasıl yaşayacağını göstereceğim" dedi. O zaman istifa edip yurdışına gittim.
Babanız Atatürk'ün akrabasıymış, bu sizin yaşam kültürünüze etkisi oldu mu?
Hiç olmadı.
Kendinizi toplum içinde seçkin hisseder miydiniz?
Komik gelirdi. Hele ilkokulda Atatürk o kadar aramızdan soyutlanmış ve heykelleştirilmişti ki.
YAYIN TARİHİ: 05.02.2012