‘Bir film izledim, hayatım değişti.' cümlesini ne çok kurmuş ve duymuşuzdur. Neden bu değişim peki? Çünkü filmler bize hikâyeler anlatıyor. İzlerken kahramanıyla özdeşleştiğimiz, onunla aynı duygu hali içine girdiğimiz hikâyeler… Hem duygusal boşalma hem de yoğunluk bir araya gelince, filmin etkisinde kalmak kaçınılmaz oluyor. sinemanın bu fark eden psikoterapist Şule Öncü, 2011'den beri ‘Filmlerle Psikoloji Sinematerapi Atölyesi' yapıyor. Normalde klinik ve bireysel psikoterapide zaman zaman kullanılan sinematerapi, kişinin duygu kanallarına ulaşmak adına başvurulan tamamlayıcı bir teknik. Öncü ise sinematerapiyle hikâyeler üzerinden insanı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyor. Filmlerin terapistle danışanlar arasındaki terapatik ilişkinin yapılanabileceği bir ortam, bir zemin olduğunu düşünüyor.
Filmlerle Psikoloji Sinematerapi Atölyesi, tematik bir atölye. Yani baştan sona bir film yerine, bir konu etrafında farklı filmlerden sahneler kullanılıyor. Yaklaşık iki buçuk saat süren bir oturum, filmlerden sahneler ve psikoterapist Öncü'nün seminer şeklinde yorumlarıyla ilerliyor. Seminer deyince akla akademik ya da teorik bilgiler yığını gelmesin. Öncü, “Herkesin anlayabileceği, psikoloji ve felsefeyle bugüne kadar yolu kesişmemiş birinin bile rahatlıkla anlayabileceği bir dilde konuşuyorum. Teoriye de çok gerekirse giriyorum.” diyor.
Atölyenin akışını kısaca özetleyecek olursak, her oturumda 5-6 filmden kısa sahneler izleniyor. Her birinin ardından Öncü, “Orada ne oluyor? İnsanların ihtiyaçları ne, ne yapmaya veya nereye varmaya çalışıyorlar?” gibi sorularla yorumlarda bulunuyor. Tabii katılımcıların katkılarını da unutmamak lazım. Aralarda ve son bölümde, onlarla soru-cevap kısmına zaman ayrılıyor. Gruplar, düzenlenen edilen yere göre 20 ila 300 kişi arasında değişiyor. Örneğin bir üniversite etkinliğinde katılımcılar oldukça kalabalıkken, Öncü'nün ofisindeki atölye çalışmalarına katılanlar ortalama 20-25 kişi oluyor.
Filmleri önceden izlemiş olmak gerekiyor mu?
Atölyede işlenen konular herkesin kafa yorduğu, bazen çıkmaza girdiği temalar üzerinden seçiliyor. Bağlanma, bireyselleşme, yakınlık-mesafe ve sınırlar, aşk ve aldatma, depresyon, hayatın anlamı, aile vb. şekilde uzayıp gidiyor mevzular.
Katılımcılar, atölyeye gelmeden önce o haftaki konunun ne olduğunu ve hangi filmlerin işleneceğini biliyor. Bazen birbirini takip eden atölyeler oluyor ama belirli bir sıra yok. İnsanların filmleri izleyip mi yoksa izlemeden mi geldiğini sorduğumuzda bunun kişiye göre değiştiğini söylüyor psikoterapist Şule Öncü. Kimileri çok çalışkan olup listedeki filmleri izleyip geliyor, hatta atölyeden sonra da analitik bir gözle tekrar izliyorlar. Kimileri ise filmlerle atölyede tanışıyor ve bunları sonradan izleyince çok faydalandıklarını, eğlendiklerini söylüyor. Kaldı ki, izlenen sahneler başı sonu, bütünlüğü olan sahneler olduğundan Öncü, bunların üzerinden meramını anlatabildiğini, dolayısıyla illaki filmleri önceden izlemek gerekmediğini söylüyor.
18 üzerinde her yaştan ve her kesimden, hayatındaki boşlukların farkına varan ve onları tamamlamak isteyen herkese hitap eden bir sonraki sinematerapi atölyesi, 18 Ocak'ta başlayacak. ‘Pazartesi sendromundan kurtulma' mottosuyla pazartesi akşamları yapılacak ve 12 hafta sürecek.
‘Hikâyelerin gücüne inanıyorum'
Şule Öncü, iyi bir sinema takipçisi. Atölyeye başlamadan önce bine yakın film biriktirdiğini öğreniyoruz. ‘Biriktirmek' sözünü biraz açmasını isteyince, “İnsana dair kıymetli metaforlar ve hikâyeler, küçük anekdotlar içeren sahneleri topluyorum. Onlar üzerinden bir şeyleri anlatmanın efektif ve işlevsel olduğunu gördüm.” diye açıklıyor. Nitekim bu sebeple bir filmin tamamı yerine bazı sahneleri seyrediliyor atölyede de. Anlayamadığımız, içinde kaybolduğumuz karmaşık durum ve duyguların farkına onları somutlaştırarak ve hikâyeler üzerinden vardığımızı anlatan psikoterapist, “Hikâyelerin ve metaforların gücüne inanıyorum.” diyor.
Öncü, uzun zamandır daha analitik bir gözle ve derin katmanda izlediği filmleri not alıyor ve sinematerapi atölyesinde de bunları kullanıyor. Çoğunlukla 2000 sonrası filmleri tercih ediyor ve genelde ‘ilişkiler'le ilgili mevzuları ele alıyor. Çünkü bir ihtiyacı karşılamak için her şeyin temelinde eşimizle, çocuğumuzla, arkadaşlarımızla, otoriteyle, hayatla, kendimizle ve hatta mahallenin bakkalıyla ilişki içinde bulunuyoruz. Bu bağlamda filmlerde gerçek anlamda bir karşılaşma yaşadığımızı anlatıyor: “Kendi hikâyemizle, kendi meselemizle, filmi yapanın ya da atölyeye katılan diğer insanların meseleleriyle karşılaşıyoruz.” Bu da herkesin yüz yüze geldiği ortak sorunlarla başa çıkmada farklı pencereler açılmasına vesile oluyor. Zira katılımcılar da, ilişkilerine, hayata, kendilerine olan bakışlarının değişip daha esnek hale geldiğini, farkındalık kazandıklarını söylüyor.